İnsanın savaş, salgın hastalık dönemlerindeki zor koşullara uyumlanması gibi, zevke de uyum sağlayıp alışması fazla zaman almıyor. “Hedonik adaptasyon” olarak tanımlanan bu durum, insanın belki de en büyük çelişkisi.
Hedonik adaptasyon: İnsan hayatında mutluluğun karşılığı nedir?
Mutsuzluğun adını koydum
İnsan hayatında mutluluğun karşılığı nedir? Mutluluk, batı konforunun bir bulgusu mu yoksa ben merkezci bir anlayışın sonucu mu? Mutluluk elle tutulmasa da insan yaşamındaki yansımalarını gözle görmek, hatta bilimsel yöntemlerle ölçmek mümkün. Belki de bu sorunun en doğru cevabını, insana kendi iç sesi verir.
Hayatla kurduğumuz ilişki, çoğu zaman bir ucundan sıkıya sıkı asıldığımız bir ipe benziyor. Kimi zaman mutlu olmayı umarken, kendi mutsuzluğumuzun seyircisi oluyoruz. Bazen tuttuğumuz o ip ellerimizi kesiyor. Canımız yandığında bırakıveriyoruz ucunu. Bazen düşmek iyi geliyor, silkeleniyoruz ve doğru yerinden o ipe daha sıkı sarılıyoruz. Kimi zaman mutsuz olduğumuzun farkında bile olmadan, hayata ezberimizden asılmaya devam ediyoruz. Bazen unutuyoruz kendimizi. Kim olduğumuzu hatırlamak için üzerimizdeki kiri pası temizlememiz gerekiyor.
Bir bebeğin dünyaya gelmesiyle, olağanüstü bir hayat edimi kendiliğinden başlıyor. Zamanla sınırlı olan bu deneyim, belki de her birimizin en büyük kişisel deney alanı ve burada anlamlı ve mutlu bir hayat inşa etmek ise birincil görevimiz. Yol ayrımları, seçimlerimiz, toplumsal bir varlık olmanın diyeti, farkındalıklarımız, önyargılarımız, önceliklerimiz, alışkanlıklarımız… Hepsi insana dair. Yol çetrefilli. Önce insanlığın içinde kendini bulmalı insan sonra çıplak gözle güneşe bakmak isteyen bir çocuk hevesiyle, pusuya yatıp hayatı izlemeli… Hayatın aynı anda tüm insanlığa ders verme kapasitesi var. Ancak tüm bu kakofoniden hangi dersi çıkaracağımız, bizim özgür irademiz ve seçimlerimize bağlı.
Bilimsel araştırmalar, insanların %50’sinin yaradılış itibarıyla diğerlerine göre daha mutlu olduğunu söylüyor. Öte yandan, hayat boyu karşımıza çıkan zorluklar ve dış etkenler mutluluğumuz üzerinde düşündüğümüz kadar etkili değil. Bilimsel araştırmalar bunun payını %10 ile sınırlıyor. Geriye kalan %40 ise düşünce ve eylemlerimizle yarattığımız “mutlu yaşam inşa alanımız.”
Seçim mimarisi
Hayata doğru kadar yanlış da sığdırıyoruz. Kendi yanılsamalarımızın dışında, etkilendiğimiz bir de çevresel faktörler var. Bu etkiler, kaynağına ve amacına bağlı olarak olumlu ya da olumsuz olabilir. Araştırmalar, aldığımız kararların incelikli ayrıntılar tarafından şekillendiğini söylüyor. Davranış bilimciler bunu “seçim mimarisi” kavramıyla açıklıyor. Seçim mimarisi, basit anlamda karar verme sürecindeki çevre etkisi. Önemli seçimlerimizin büyük çoğu farkında olmadığımız ayrıntılarla şekilleniyor. Bu bağlamda, uygun gördüğümüz ya da bizim için uygun görülen “referans noktalarını” mutluluk için temel alıyoruz.
Öte yandan yaradılış itibarıyla düşündüğümüzden daha güçlüyüz. Bizi çok mutsuz edeceğini düşünüp gözümüzde büyüttüğümüz şeyler, başımıza geldiği zaman düşündüğümüz kadar bizi mutsuz etmiyor. İnsanın hayatta kalma güdüsü ve negatif deneyimlere karşı geliştirdiği “psikolojik bağışıklık” zannettiğimizden çok daha yüksek. İnsanoğlu adeta hacıyatmaz gibi. Öleyazacakken tekrar ayağa kalkmak onun doğasında var.
Hedonik adaptasyon
İnsanın, dünyayı sarsan savaş ya da salgın hastalık dönemlerindeki zor koşullara uyumlanması gibi, zevke de uyum sağlayıp alışması fazla zaman almıyor. “Hedonik adaptasyon” olarak tanımlanan bu durum, insanın belki de en büyük çelişkisi. İçinde “dinamizm” barındırmayan her şey hedonik adaptasyona yenilip, ilk anda verdiği heyecanı daha sonra vermiyor.
Mutlu olmak adına hedefler koyarken, insan doğasını bilmek kadar kendimizi tanımak da önemli. Seçimlerimizde paranın rolü ne? Para insanı belli bir düzeye kadar mutlu ediyor, ama gücü düşündüğümüzden çok daha az. Hatta tüketim odaklı yaşamak, daha fazla mutsuzluk ve tatminsizlik getiriyor.
Satın alınan güzel bir ev ya da pahalı bir araba mutluluğun temel referans noktası olduğunda, kısa bir süre sonra hayatımızdaki yeri sıradanlaşıyor ve mutluluk kaynağı olmak yerine mutsuzluğu çağrıştıran bir sebebe dönüşebiliyor. İşin özünde, yapısı itibarıyla “dinamik” olmayan yani durağan olan maddesel şeyler, insanı mutlu etmek gibi bir güce sahip değil. Bunun yerine farklı deneyimler yaşamak ve güzel anılar biriktirmek insanı daha mutlu kılıyor.
İnsan zihni, serbest kaldığında firar etmeye meraklı yaramaz bir çocuğa benziyor. Diğer canlılardan farklı olarak geçmiş, gelecek ve hatta hiç olmamış şeyler üzerine düşünme yetisi olan özel varlıklarız. Ancak bu mucizevi özellik, bilgisayarın “varsayılan modu” gibi her an devrede. Durmadan plan yapan, karşılaştıran ve mantık yürüten zihin bize bir anlamda nefes aldırmıyor. Onun için anda kalmak, yaptığı işe ya da içinde bulunduğu eyleme odaklanmak oldukça zor.
Araştırmalar, gün içinde zihnin zamanın yüzde ellisinde anda kalmayıp başka yerlerde dolaştığını; hatta sadece cinsel birliktelik sırasında tam anlamıyla anda kaldığını söylüyor. Zihin, bulunduğu yerden nereye kaçarsa kaçsın mutsuz oluyor ve bunun gizliden ödenen duygusal bir bedeli oluyor. Zihni susturmak için düzenli meditasyon yapmak ya da anda kalmayı sağlayacak, zaman algısını unutturan uğraşlar yaratmak, insanı uzun vadede daha mutlu ve dingin kılıyor.
Zihin farkında olmadan kendini başkalarıyla kıyaslıyor
Bilimsel araştırmalar, sosyal medyadan uzak kalmanın da insanı daha mutlu ettiğini söylüyor. Günümüzde bunu gerçekleştirmek ne kadar mümkün bilinmez, ama bu konuda farkındalık geliştirmek işe yarayabilir. İnsan zihni mutlak olanla değil, göreceli referans noktalarına bakıp karşılaştırma yaparak karar veriyor.
Sosyal medyada zaman geçirirken, zihin farkında olmadan kendini başkalarıyla kıyaslıyor. Bilimsel araştırmalar, insanların sosyal medyada sosyoekonomik olarak kendinden daha kötü durumda olan birine bakarken şükretmediğini, sadece kendinden daha üstün olduğunu düşündüğü kişilerle kendini karşılaştırdığını ve mutsuz olduğunu söylüyor.
Günümüzün baskın değerleri; almadan vermeyi, şükretmeyi, paylaşmayı ve iyiliği azımsadığı için en çok bizim mutlu olma olasılığımız yaralanıyor. Birilerine karşılıksız bir iyilik yaptığın zaman, hem kalbin hem de bilimsel veriler bunun gerçek mutluluk olduğunu söylüyor. Aslında gerçek mutluluğa varmak için gösterilen tüm çaba, “kirlenen bir dünyaya” özünde temiz olduğunu hatırlatmak ister gibi, faklı yollardan da olsa hep aynı yere çıkıyor.
Farkındalığımız ve anlamlı bir hayata hizmet eden eylemlerimiz kadar mutluyuz. Hayat keşfedilmeyi bekleyen, hem bireysel hem kolektif bir deneyim ve bunu mutlu olmayı öğrenerek yapabiliriz. Nasıl aydınlığı tarif etmek için karanlığın içinden geçmek gerekiyorsa, belki de mutluluğu tanımak için mutsuzluğun adını koymak gerekiyor.