Toplumsal boks

Devletin önde gidenlerinin, sürekli olarak başkalaştırmaya ve dolayısıyla kutuplaşmaya çanak tuttuğu bir ortamda ülkemizin bu global yarışta söz sahibi olması, tek tarifle farzı muhaldir. En son yaşanan ‘vitrin süsü başörtülü’ tartışması da artık bu konuda hangi noktaya geldiğimizin en somut kanıtıdır.

toplumsal boks kutuplaşma

Başlığı ‘Kulturkampf’ (Kültür Savaşı) koyacaktım ancak daha anlaşılır olması açısından ‘Toplumsal Boks’ ismini tercih ettim. İşbu yazıda, birlikte hareket etmekten ziyade birbirimize karşı olan tavır, konuşma ve faaliyetlerimizin bize nelere mâl olduğunu izah etmeye gayret edeceğim.

Kulturkampf (Kültür Savaşı)

Takriben 3 yıl önce okuduğum bir köşe yazısında bahsi geçen bir kavramdı ‘Kulturkampf’. Aslı Almanca olan ve dilimize kültür savaşı olarak tercüme edilebilecek bir mefhum. Yaşam biçimi savaşı olarak da algılayabileceğimiz kavram, 19. yüzyılın ikinci yarısında Almanya’da ortaya çıktı ve esasen Protestan Prusya ile Katolik Kilisesi arasındaki mücadeleyi bir nevi temsil ediyordu.


Şüphesiz ki, bahsi geçen mücadele Germenlerin ülkesinde din ve devlet işlerinin günümüz kurumsallığına gelişinde önemli rol oynamış. Şimdi gelin biz, ülkemizin son 200 yılına, özellikle de Tanzimatla birlikte yaşanan ciddi kültür mücadelesine hatta kültür savaşına bakalım.

Batılılaşma süreci

Bilhassa Tanzimat Dönemi, Devlet-i Âliyye’nin yüzünü Batı’ya döndüğü dönemdir. Çarenin Batılılaşma olduğu, birçok insanın zihnine bu dönemde çakıldı. Batılılaşma algısını, yani ne anlaşıldığını ve aslında ne anlaşılması gerektiğini anlamak için zamanın büyük yazarlarının eserlerine bakmak yeterlidir. Örneğin, Peyami Safa’nın Fâtih-Harbiye romanı bu konuda muhtemelen yazılmış en belirleyici eserlerden biridir. Toplumun yaşadığı kimlik bunalımını, aile fertlerinin ve nesillerinin arasında âdeta resim gibi görürsünüz.

Ben bu yazımda, toplumun Batılı resminin algısı ve Batılılaşma çabasının ayrıntılarını ya da şeklîcilik adına kopya ederek kendini Batılı zannetme tahlillerini anlatmayacağım. Ancak aşağıda ayrıntılarına gireceğim kültür çatışmasının kökeninde zikrettiğim Batılılaşma sürecinin yattığını da aklımızdan çıkarmamalıyız.

Toplumsal boks ve verimsizlik

Hepinizin yıllardan beri (özellikle de son 20 yılda) yakînen tanık olduğu bir kutuplaşma nesli ve kuşağından geçiyoruz. Bu süreç, sadece bizim vatanımız için geçerli bir durum değil. Birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülke, ‘ileri’ teknoloji yöntemleri ve ‘asosyal’ medya sayesinde zihnen tutsak edilmiş durumda. Toplumların içerisinde düşüncesi hür insan bulmak artık samanlıkta iğne aramayı andırıyor bana. Ancak yine de kritik olan insanların ne derece kutuplaştırıldığıdır.

İnsanların kutuplaştırılmasının faydası nedir sorusunu mesela kaç kişi soruyor? Neredeyse kimse. İstifade edenler tabii ki de, siyasi koltuklarını bırakmak istemeyenler. Onlar tahrik ediyor, insanlar safları sıklaştırıyor ve bir sonraki seçim bekleniyor. Bizler de, ‘Her şey ne güzel demokrasi işliyor’ diye izliyoruz. Demokrasi zaten özgürlük sözcüğü ile birlikte bence 21. yüzyılın en çok suistimal edilen kavramlarından. Salt bir sandık sayısal üstünlüğü adına mubah olmayan ne kaldı ki artık? Siz bir düşünün…

Şimdi size yaşatılan toplumsal boksun en önemli birkaç yapıtaşını anlatacağım. Umarım bundan sonra düşünen insan olarak, yazdıklarımın rehberliğinde dinlediklerinize ve okuduklarınıza farklı açılardan da bakma olanağınız olur.

1. Tüfek icad oldu mertlik bozuldu

Alt başlık Köroğlu’nun bir sözü. Yani kılıçtan sonra tüfeğe geçince yaşanan ahlakî histen bahsediyor. Ben bunu bugünkü televizyon tartışma programları için kullanmak istiyorum. Medar-ı iftiharımız İoanna Kuçuradi, televizyonlarda süregelen ve gitgide de katmadeğeri eksiye yönelen tartışma programlarını izlemediğini söylüyor. Sebebine gelince de, bir tarafta bir ezber, bir tarafta da başka bir ezber var diyor mealen. Yani söylemek istediği, insanların fikir üretmek yerine naklî olarak kendilerine aktarılan düşünceleri tekrar ettiklerinden dem vuruyor.

Bana sorarsanız, ezber olsa iyi. Durum daha da beter. Neden mi? Çünkü artık cep telefonu ve asosyal medya icatları ile, o artık hepimizin aşina olduğu konuklar, diğer konuklar konuşurken doğru dürüst dinlemiyorlar bile. Gözleri telefonlarında. Kendilerini yönlendiren, sav geliştiren kişilerin hatırlatmalarını okuyorlar. Oldu olacak, bilgisayarlarını açsınlar, araştırma yapıp onu okusunlar. Bence böylece çok daha iyi bir televizyon araştırma programı izleriz.

Bu bana neredeyse 30 sene önce tecrübesiz bir şekilde katıldığım bir münazara yarışmasını anımsattı ortaokul arkadaşlarımla. Sıra bana geldiğinde bir ara önümdeki ansiklopediden bir şey okuduğumu hatırlıyorum. En nihayetinde, en iyi takımla olan bu müsabakamızda sonuç bizim için hezimet oldu. Söylemek istediğim şey şu: Bugünkü tartışma programları, 20 sene öncekilerden çok farklı. Konuklar, bir şeyi tartmıyorlar ve tartışmıyorlar. İnsanlara bir şeyi anlatmak, yeni terkipler ortaya çıkarmak, gerçeklerin arayışında insanları aydınlatmak değil kimsenin derdi. Herkes haklı geliyor o koltuklara, haklı olduğunu kendine ve izleyenlere göstermek için basmakalıp konuşuyor. Aynen benim 30 sene önce o münazarada yaptığım gibi. O olgunlukta, bugünün tartışma programı konukları.

Yani demek istediğim, cep telefonu ve asosyal medya ile bizim tartışma programlarında mertlik kalmadı. Bence insanlara girişte cep telefonları ve her türlü bağlantı yasaklanmalı ve 90’larda olduğu gibi bir kağıt ve kalemle açık oturuma konuklar alınmalıdır. Bu şekilde belki, tekrardan dinlemeyi ve ondan sonra konuşmayı (tabii ki tekrar düşünebilirsek) hatırlayabiliriz.


2. Döner sermaye

Bu alt başlık size kesinlikle döneri anımsatmasın. Ben döner sermayeyi yıllardır, bir insanın ya da kurumun (bir grubun da olabilir) kendine çıkar sağlamak adına veya değil, sürekli olarak kullandığı veya bahsini ettiği veya gönderme yaptığı kişi, kavram, obje ve duygular için kullanırım. Döner sermaye dememin sebebi, kanaat odaklarından bir kısmının bu kişi, kavram, obje ve duyguları zaman zaman kendilerine çıkar sağlamak için kullanmalarıdır.

Örneğin, gardırop Atatürkçüleri için Atatürk döner bir sermayedir. Kutuplaşmada yerini farklı konumlandıran mevcut iktidar için ise başörtüsü, içki de döner sermaye örnekleridir. Yani, zaman zaman safları sıklaştırmak için bu metaforlara başvurulur ve hedeflenen sonuca ulaşılmaya çalışılır. (Dönüp dolaşıp bunlara başvurulduğu için ‘döner’.)

Her toplumun yönderlerinin başvurduğu metaforlar olabilir. Önemli olan, başvurulan bu kavramların ya da metaforların toplumu bölüp bölmediğidir. Eğer yapılan hareketlerden, açıklamalardan toplumun bir kesimi rahatsız oluyorsa, kullanılan yöntem toplum için toplam faydaya hizmet etmez. Kamplara bölünen halkların, birlikte ve yekvücut olanlara göre her şartta daha verimsiz oldukları bilimsel anlamda kat’î olarak kanıtlanmıştır. (Burada bahsi edilen temelde ayrılan, çatışmacı ve işbirlikçi toplumlardır. Örneğin Ortadoğu’da çatışmacı, İskandinavya’da ise işbirlikçi toplumlara rastlanır.)

Kendi içerisinde çatışmacı toplumlara bugün, özellikle Ortadoğu’da sıklıkla rastlanmaktadır. Bu halkların, gerekli şartlar sağlansa bile beklenen atılımları yapamamaları, işte bu bahsettiğim toplumsal verimsizlikten kaynaklanır. Süreci, olumluya çevirmek teorik olarak mümkün olsa da, arkasında çok ciddi bir devlet politikası olması elzemdir. Devletin önde gidenlerinin, sürekli olarak başkalaştırmaya ve dolayısıyla kutuplaşmaya çanak tuttuğu bir ortamda ülkemizin bu global yarışta söz sahibi olması, tek tarifle farzı muhaldir.

En son yaşanan ‘vitrin süsü başörtülü’ tartışması da artık bu konuda hangi noktaya geldiğimizin en somut kanıtıdır. Son örnek, sadece bununla da kalmıyor, korkunç sonuçları olabilecek bir ayrımcılığın temelini de atıyor. Erkek egemen toplumumuzun, kadınlarımızı kadın olarak görmesi esastır. ‘Başörtülü’ veyahut ‘türbanlı’ tanımları, bahsedilen örnekte son derece tehlikeli şekilde kullanılmışlardır ve topluma en ufak bir katkısının olmamasının yanı sıra, son derece ayrımcıdır.

3. Asosyal medya paylaşımları

Milyonlarca insanımız asosyal medyayı takip ediyor. Kendi ‘düşüncelerine’ (aslında ezberlerine) daha yakın olan içerik odaklarının paylaşımlarını beğeniyorlar, yorumlar yapıyorlar. Kutuplar, ezberleri ile geldikleri ortamlardan daha da ikna olmuş veya sivrilmiş ezberleri ile ortamlardan çıkıyorlar. Yaftalanmak istenen insanların, belki saatler sürmüş konuşmalarından cımbızla alınmış olan cümleleri gösterilerek, linç kampanyaları başlatılıyor. Hem de bunların birçoğu gerçek insanlar tarafından bile kontrol edilmeyen trol hesaplar yoluyla. Biz ne kadar saflaştık, değil mi?

Size bu kampanyalardan iki örnek vermek istiyorum. Birincisi, kendisine asosyal medya ortamlarında karşı kampanya başlatılmış ilahiyatçı Prof. Mustafa Öztürk. Size çok açık söyleyeyim. Bir insan hakkında, onun söyleyip söylemediğinden emin bile olmadığınız tek cümle hâlinde yayılan paylaşımları kâle almayın. Bu şekilde sizi ne dolmuşlara bindirirler!!! Mustafa Öztürk’ün düşüncelerine katılmayabilirsiniz. Ancak arzu ederseniz, onu bir dinlersiniz. Ben kendi ülkemde (tanıdığım çok ilahiyatçı yok) gördüğüm ve konusuna en hâkim kişilerden biri. Yapmayın, etmeyin. İnsanlar hakkında yargı bu kadar kolay ve ucuz olmamalı.

İkinci örneğim, İsmet Özel. Büyük şair. Dizelerine bazen inanamıyorum. İşin erbâbından, yaşayan en büyük şairimiz olduğunu söyleyen dahi var. Kendisinin bazı ifadeleri üzerinden, inanılmaz tepkiler veriliyor. Yahu, karşınızdaki şair bir insan. Kanımca, televizyon programlarında hiç olmaması gereken birisi. Televizyon, zaten görüntüsü itibarıyla ne kadar yüzeysel bir cihaz olduğunu gösteriyor. İsmet Özel ile olan tartışma programlarında, hayatının önemli bir kısmını sathîliğe karşı geçirmiş bir şair ile hayatının neredeyse tamamını yüzeyselliğe bırakmış insanlar karşı karşıya getiriliyor. Zaten, olmayacak duaya Amin deniyor bu şekilde. Yapmayın, etmeyin! Böyle değerler kolay yetişmiyor.

Nâçizâne tavsiye

Siz siz olun, eğer hayatınıza katma değer istiyorsanız, televizyon atışma (tartışma) programlarına ve asosyal meydanın çoğunlukla güdümlü paylaşımlarına bakmayın bile.

Düşüncelerinizde nesneden ziyâde özneyi düşünüyorsanız, neden öznede kaldığınızı düşünün. Öznede kalmanın, muhtemelen toplam verimi düşüreceğini aklınızdan çıkarmayın. Nesnellik, nesnellik, nesnellik. İşte ihtiyacımız olan bu. Özne, kişi veya kişiler demek. Düşüncelerinize ne kadar özne hâkim ise, kişisel ilişkilerinizde toplam verim de, o kadar aşağılarda seyredecektir.


Son söz: Boksta, kazanan yoktur.

Siyasilerin kutuplaşma ve kasıtlı gerilim yaratma çabaları