Böylesi bir dönemde, iktidar karşıtı tüm muhalefetin din, mezhep, etnik köken demeden sınıfsal karakterde kitlesel bir halk gücü oluşturabilmesi tek çaredir. Bu güç gerçek halk gücü olmalıdır. Böyle bir halk gücü ve kitleselliği karşısında iktidarlar ellerindeki bütün imkânları (devlet güçleri de dahil) kullanmaya kalksalar dahi etkili olamazlar.
Varlıkları mevcut iktidarın sürmesine bağlı olan rantiyeci, asalak, besleme ciddi bir kitle var. Bu kitlenin içinde ise ezilen bir tabaka, yani esenliğini bazı nedenlerle yanlış yerde arayan ciddi sayıda emekçi bir sınıf var.
Ama bu iktidar, hepimiz biliyoruz ki rantiyeci yeni sermaye sınıfı başta olmak üzere, diğer büyük sermaye ve uluslararası para ticareti yapan bir avuç ultra sermaye ve tarikat tipi örgütlerin iktidarıdır.
İşte bu sözünü ettiğimiz devasa kitlenin içinden kanmış/kandırılmış emekçileri çıkarın geriye bir avuç sermaye grubu, rantiyeci yeni türeyen kasaba tüccarı ihale zengini şirket ve holdingler, hiç bir iş üretmeyen ama sürekli semiren tarikatlar kalır ve mafyavari yapılanmaları kalır. Sayıca az lakin güç olarak büyük bir yapıdır bu.
Bunlar, içinde yalan-dolan ve hukuk dışı işler kotaran veya işleri hukukuna uyduran bir düzen yarattılar ve haliyle iktidar ile yakın ilişkiler kurdular ve/veya iktidarın içinde yer aldılar. Dolayısıyla bu iktidar varsa varlar, yoksa yoklar.
Doğal olarak önümüzdeki süreç bu yapı için bir ölüm-kalım meselesidir. Her şeyi yapabileceklerinden emin olmak gerekir. Çünkü böyle bir para akışını başka bir hükumet döneminde bulamayacaklardır.
İstanbul Büyüksehir Belediyesi örneği, her şeyi somut olarak ortaya koymuştu. Ki bu sadece buzdağının görebildiğimiz kısmıydı.
İşte bu güce ve iktidarın devamı için her şeyi yapabilecek olan bu yapıya engel olmak gerekir.
Peki nasıl?
İktidarın devamından yana olan tüm ticari/etnik/dini çıkar temelli bu yapıların ortaklığına karşı seçimler bir “kurtuluş” olmayabilir. Çünkü “seçimle gelenin seçimle gitmeyeceği” bir oyunun ve kurgunun söz konusu olabileceği endişelerinin gün be gün arttığı bir süreci yaşıyoruz. Seçimlerin doğruluğu ve dürüstlüğü konusunda yaşayarak öğrendiğimiz çok olumsuz örnekleri de düşünürsek ve ilaveten algı oluşturma konusunda memleketçe yaşadığımız kötü olayları akla getirirsek, endişeli olmak için yeterli nedenlerimiz var.
İşte böylesi bir dönemde, iktidar karşıtı tüm muhalefetin din, mezhep, etnik köken demeden sınıfsal karakterde kitlesel bir halk gücü oluşturabilmesi tek çaredir. Bu güç gerçek halk gücü olmalıdır. Böyle bir halk gücü ve kitleselliği karşısında iktidarlar ellerindeki bütün imkânları (devlet güçleri de dahil) kullanmaya kalksalar dahi etkili olamazlar. Sonuçta “halkın gücü hakkın gücüdür”.
Devleti oluşturan kurum ve kişilerin birçoğu biliyor ki, bu garabet adaletsizlikten, yalandan/dolandan bıkmış ve illallah etmiş durumdadır. Herkesin beklentisi halkın ortak bir hedefle, ülkenin ve kendisinin selameti açısından hakça bir düzen amacında bir araya gelebilmesidir.
Bu bağlamda iktidar karşıtı muhalefete düşen asıl iş teferruatlarda boğulmadan, yıllarca özellikle kaşınan ve kanayan yara haline getirilen inanç ve etnik köken bölünmüşlüğünü ortadan kaldırarak, halkı sınıfsal karakterde yani ekonomik ve toplumsal amaçlı bir kitlesellikte buluşturabilmesidir.
Sanırım tarihte, muhalefet partilerine hiç bu kadar sorumlu davranma ihtiyacı ve görevi yüklenmemiştir.