Dünya ölçeğinde hayranlık uyandıran, Afrika’ya adanmış büyülü bir kalem… Çağcıl yazarlar arasında en çok okunanlardan birisi…
Wilbur Smith… Ailesinden İngiliz yüreğinden Güney Afrikalı olan ünlü yazar bugüne dek yazdığı 44 romanıyla tarih ve macera tutkunlarının yüreğini derinden etkilemeyi başardı. Sözcüklerinin büyüsü her edebiyatseverin aklında birbirinden farklı ama son derece coşkun duygular uyandırmaktadır kuşkusuz. Kimisi öldükten sonra kitaplarının tabutuna konulmasını vasiyet ederken, bir başkası Nobel Ödülü’ne layık görülmediği için haksızlığa uğradığını öne sürmekte.
Doğal yaşamdan ögelerle süslenen benzersiz betimlemeler, Afrika sevgisiyle çarpan tutkun bir kalp, feminizmi şahlandıran güçlü kadın karakterler, ırklar arası eşitliğe verilen sınırsız destek, bir dağın zirvesinden denize dökülen görkemli bir ırmak kadar hızlı akan öyküler, yazmaya ilişkin dinmek bilmeyen bir tutku, Afrika’nın dört bir yanında serüvenden serüvene koşan unutulmaz kahramanlar.
Wilbur Smith edebî açıdan çok yüksek yapıtlar üretmemiş olsa da Afrika tarihi boyunca yaşanmış olaylar ve yaşamış kişilerin arasına serpiştirdiği karakterleri aracılığıyla Kara Kıta’nın siyasi olayları, toplumsal çalkantıları, kültürü ve insanlarının dünya görüşüne ilişkin son derece yararlı bilgiler aktarmayı başarmıştır. Ünlü yazarı okumaktan hoşlananlar onu anlatmak için sözcüklerin yeterli olamayacağını iyi bilirler.
Wilbur Smith, bugün oturmakta olduğu zirveye nasıl ulaşmıştır? Ailesi, çocukluğu, gençliği ve deneyimledikleri yapıtlarını ne yönde etkilemiştir? Mutlulukları, üzüntüleri, mesajları, tutkuları nelerdir? Bu denli büyük bir satış rakamına nasıl ulaşabildi? İngiliz / Güney Afrikalı yazarın biyografisini okuduğunuzda yaşam öyküsünün roman karakterlerini aratmayacak maceralarla dolu olduğunu göreceksiniz. Başarısının anahtarı kendi yaşamına sığdırdıkları olsa gerek…
“Bir romanın ortaya çıkması için aylarca uğraşırsınız ama bir süre sonra o kendi yaşamını geliştirir. Hayali olarak başlayan gerçeğe dönüşebilir.”
Wilbur Addison Smith, 1933 yılında Kuzey Rodezya’nın Broken Hill – bugünkü Zambiya’nın Kagwe – kentinde doğar. Afrika’da tüm zenginlik ve haklara beyazların egemen olduğu, siyahların ise yalnızca beyazlar tarafından verilenler ile yetindiği bir dönem yaşanmaktadır. Annesi Elfreda, sanatçı bakışına sahip nazik bir kadın olarak, kendini çocuklarını yetiştirmeye adamış bir ev hanımıdır.
Babası Herbert ise boks ve avcılık gibi uğraşlar ile vaktini değerlendiren sert mizaçlı, sabit fikirli ve inatçı birisidir. Metal işçisi olarak iş hayatına başladıktan sonra ağır işten edindiği deneyimlerine güvenerek bir saç levha fabrikası kurar ve bu işten elde ettiği birikim sayesinde – bugün Zambiya sınırları içerisindeki – Mazabuka’da bir sığır çiftliği satın alır.
Wilbur ile kendisinden iki yaş küçük kız kardeşi Adrienne ailesinin ilgi ve sevgisi altında bu çiftlikte büyürler. Küçük Wilbur, henüz çok küçükken dedesi ve babası ile beraber çıktığı safariler sayesinde, büyüdüğünde yazacağı romanlarda geniş yer ayırdığı, Afrika’nın doğal yaşamını tanıma olanağı bulur ve hayatı boyunca süren büyük bir tutkuyla bağlanır.
Neredeyse mitolojik kahramanlar ile özdeşleştirdiği dedesi Courtney Smith ise, küçük Wilbur’a avcılık ile soy tüketici hayvan katliamı arasındaki farkı yaratan onur kurallarını öğreten kişidir. Henüz sekiz yaşındayken, yalnızca yiyeceği hayvanı öldüreceği sözünü verdikten sonra, babasının kendisine ilk tüfeğini armağan etmesini en unutulmaz anıları arasında saymakta ünlü yazar.
“Kitaplardaki coşkuyu çok gençken keşfettim. Annemden kalıtım yoluyla geçen sanat tutkusu benim içimde verimli bir toprak buldu.”
Küçükken babası ve dedesini rol modeli olarak görmüş olsa da, küçük Wilbur’un üzerinde geleceğine yönelik belirleyici etki uyandıran kişi, annesi Elfreda Smith’tir. Sanata merakıyla dikkat çeken ve kitaplardan çok hoşlanan Elfreda ailece oturdukları çiftliğin en büyük odalarından birine tüm duvarları kaplayan bir kütüphane yaptırmıştır. Yazarı kitaplara bağlayan, kitapların büyüsüyle tanıştıran işte bu kütüphanedir.
Annesinin uykuya dalması için yatağının başında okuduğu kitaplar sayesinde dünyanın uçsuz bucaksız bir yer olduğunu keşfeder. Kara Kıta’nın ne denli görkemli bir öyküler diyarı olduğunu Rider Haggard’ın ünlü karakteri Allan Quatermain’in maceralarından öğrenir. Afrika’nın kara kalbinde yaptığı yolculuklarda Allan Quatermain’e eşlik ettiğini hayal ederek geçer çocukluğu.
Küçük Wilbur’un edebiyata olan yeteneğini İngilizce öğretmeni keşfeder
Wilbur öğrenim görecek yaşa gelince babası Herberth’ın kararıyla, annesinin gözyaşları eşliğinde, Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki Cordwalles İlkokulu’na yatılı olarak gönderilir. Burada öğrenim görmekteyken annesinin yumuşak kollarına duyduğu özleme dayanmak için kitaplara sığınır. Kitaplar, bunaltıcı zorluklardan uzaklaşma olanağı verir ona. Bir de, İngiliz dilinin ritmini ve sesini keşfeder battaniyesinin altında okuduğu kitaplar sayesinde.
O yaşlarda en çok Ernest Hemingway’den etkilenmektedir. Yol göstericisi olarak öne çıkan çok sevdiği ingilizce öğretmeni denemelerini gelecek vaadeder bulunca yazma konusunda kendine güveni artar. Dahası, öykülerinden biriyle sınıfta birincilik kazanır. Yazımdan elde ettiği ilk ödül ise tabii ki bir kitaptır.
“Sözcükler elmastır, yazar elmas kesicidir.”
Wilbur, babasının kararıyla lise öğrenimini de Güney Afrika Cumhuriyeti’nde sürdürür. KwaZulu Natal Midlands bölgesindeki Michaelhouse’ye gider. Michaelhouse’de geçirdiği yıllara ilişkin en kayda değer nokta, okul gazetesi çıkarması olsa gerek. Spor köşesi dışındaki tüm bölümleri bizzat hazırlamasının yanında yazılarıyla ününü okul dışına yaymayı başarır. Buna ek olarak, lisenin ragbi ve atıcılık takımının kaptanlığını yapmak gibi birkaç sevindirici anısı daha olsa da Michaelkouse’de geçirdiği yılları yaşamının en kötü günleri olarak anmakta.
Onun mutsuz eden, okuldaki katı disiplin anlayışı ve diğer öğrencilerle uyuşmakta zorluk yaşamasıdır. O döneme ilişkin önemli bir ayrıntı da, 16 yaşındayken, kendisini ömür boyu üzecek olan bir hastalığa yakalanmasıdır. Çocuk felci geçirmesi sonucunda ömrü boyunca sağ ayağı zayıf kalır.
Rhodes Üniversitesi’nde yaşama ilişkin yeni deneyimler edinir
Michaelhouse’de geçirdiği mutsuz günlerini geride bırakıp Güney Afrika Cumhuriyeti’nin doğu ucundaki Rhodes Üniversitesi’nde, ticaret dalında yüksek öğrenim yapmaya başlar. Genç bir yetişkin olarak yaşamın önüne koyduğu, acı ve tatlı yepyeni deneyimlerle tanıştığı bir dönem olur üniversite yılları. Arkadaş partilerinde sarhoş olur, kadınları daha yakından tanır, yaşamı boyunca hiç unutmayacağı bir gönül ilişkisi de yaşar. Üstelik bir ara kumara da merak sarar ama çok çabuk bırakır.
Mali gereksinimleri nedeniyle istediği mesleği seçme olanağına sahip olamaz
Rhodes Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra seçeceği meslek üzerine fazla kafa yormaya gerek görmez. Gazetecilik, yazarlık ve avcılıktan birini seçmeye kararlıdır çünkü. Ne var ki küçüklüğünden beri rol modeli olarak gördüğü babası yazarlıktan para kazanılamayacağı konusunda ısrarcıdır. Genç Wilbur babasının üstelemelerine dayanamayarak, onun deyimiyle, düzgün bir iş bulmak zorunda kalır ve ‘Goodyear Tyre and Rubber’ firmasında stajyer yönetici olarak çalışmaya başlar. Kısa bir süre sonra da bu işten ayrılıp babasının işyerine girer.
Bu arada, özel yaşamında da heyecan verici gelişmeler olmaktadır. 24 yaşına gelmek üzereyken sekreter olarak çalışmakta olan Anne ile evlenir. 1958 yılında oğlu Shaun doğar, henüz 25 yaşındayken baba olmuştur. Öte yandan, özel yaşamındaki sevindirici gelişmelerin tam tersine iş yaşamı oldukça zor geçmektedir. Herberth Smith’in işi beklendiği kadar iyi gitmeyince Wilbur babasının işyerinden ayrılıp Vergi Dairesi’nde işe girmek durumda kalır. Ailesinin geçimini sağlamak üzere var gücüyle çalışmakta, geçim sıkıntısıyla başetmeye uğraşmaktadır. Ancak, çocukluğundan beri yüreğinde yanmakta olan edebiyat ateşi sönmüş değildir.
Öykülerinden biri ‘Argosy’ dergisinde yayınlanınca edebiyata daha ciddi bakmaya başlar
Genç Wilbur vergi dairesinde çalışmayı sürdürürken ‘On Flinders’ Face’ adlı öyküsü ‘Argosy’ dergisinde yayınlanır ve aylık maaşının iki katı kadar bir ödeme alınca yazarlığa daha fazla zaman ayırmaya karar verir. ‘The Gods First Make Mad’ adıyla ile romanını yazarak menaceri Ursula Winant aracılığıyla yayınevlerine gönderir. Ancak, sonuç beklediğinin tersine, son derece umut kırıcı olur. Ursula Winant yirmiden fazla yayıneviyle bağlantı kurmuş ve hiçbirinden olumlu yanıt alamamıştır çünkü.
Tam bu sıralar, 1962 yılında kızı Christian doğar. Ne var ki, dört yılda gelen iki güzel meyve mutsuz giden evliliğini kurtarmaya yetmez. Wilbur ile Anne aynı yıl boşanırlar. Henüz otuz yaşına basmadan iki çocuklu bir bekâr olmuştur bile.
Genç Wilbur, özel yaşamı ve yazar olma arzusu ile ilgili olarak arka arakaya yaşadığı düş kırıklıkları nedeniyle geleceğe soru işaretleriyle bakmaktayken Ursula Winant’tan gelen bir çağrı aklını çeliverir.
Daha önce ‘The Gods First Make Mad’ romanını yayınevlerine iletmiş olan menacer Ursula Winant, tam bir yıl sonra kendisini arayarak yeni bir roman yazıp yazmadığını sorar. Winant’ın yazım yeteneğine ilişkin cesaretlendirici konuşması üzerine kalemini yeniden eline alan genç Wilbur bu kere, yıllar önce ünlü bir yazardan aldığı ilginç bir öneriye kulak vermeye karar verir.
Bu kere en iyi bildiği şeyi yazar. Yeni romanında Güney Afrika’yı, yaşamının büyük bölümünün geçtiği ülkenin tarihini, insanlarını ve doğal yaşamını konu eder. Böylece, 1964 yılında ‘When The Lion Feeds (Bencil)’ romanı doğar. Bundan sonra, Wilbur Smith için yaşam çok farklı olacaktır.
‘When The Lion Feeds (Bencil)’ uluslararası şöhretin kapısını açar
Roman, Güney Afrikalı Waite Courtney karakterinin iki oğlu Sean ve Garrick’in yaşam öyküsünün kronolojik bir sunumudur aslında. İlk kitabına iç dünyasından ve kendi yaşamından birçok şey katmıştır Wilbur Smith. Courtney, yazarın dedesinin adıdır. Dedesi, adının yanısıra, kişiliğiyle romandaki Waite Courtney karakterine de esin kaynağı olmuştur. Courtney kardeşlerin babalarının sığır çiftliğinde büyümeleri, Sean’ın Witwatersrand’daki altın arayışı ile Bushveld’deki fildişi avcılığı gibi daha birçok esinti ekler geçmiş yaşamından. Kendi kişiliğini ikiye bölmüştür yazar; Garrick duygusal ve yanılgılara açık yanını, Sean güçlü ve hırslarla dolu yanını temsil etmektedir.
Garrick’in bir kaza sonucu sakatlanması ise ünlü yazarın çocukluğunda yaşadığı ve ömrü boyunca sağ bacağını zayıf bırakan çocuk felcinin yansımasıdır. Bencil, sonraki yıllarda Courtney serisi olarak anılacak olan roman dizisinin de ilkidir aynı zamanda. Ne acıdır ki roman, ahlaki değerlere karşı saldırgan ve zararlı bulunması nedeniyle Güney Afrika Cumhuriyeti’nde yasaklanır ve onbir yıl boyunca, yasak kalkana dek, çok sevdiği ülkesinde yayınlanmaz. Aynı yıl, Bencil romanının yayınlanmasının ardından, ikinci evliliğini yapar. Bir yıl süren beraberliği boşanmayla sonuçlanır. İkinci evliliğinden geride kalan en güzel şey ise üçüncü çocuğu Lawrence olur.
Bencil’in satışlarından iyi bir birikim elde edince vergi dairesinden istifa eder ve bir karavan kiralayıp Inyanga Dağları’na çekilerek ikinci romanı The Dark of the Sun (Maceracılar)’ı yazar. Kongo Cumhuriyeti’ndeki iç savaş sırasında Katanga bölgesinde tehlikeli bir görevi başarmaya çalışan bir grup paralı askeri konu alan kitap, onbir yıl boyunca ülkesi Güney Afrika Cumhuriyeti’nde yasaklı kalsa da, birçok ülkede büyük bir satış başarısı yakalar. Bir yıl sonra, Bencil ile kazandığı başarıya güvenerek Courtney ailesinin öyküsünü sürdürme kararı alır ve üçüncü romanı The Sound Of Thunder (Fırtına)’yı yazar.
Sinema endüstrisi Wilbur Smith’in fevkalâde yeteneğini hemen farkeder
Üçüncü romanı ‘Fırtına’ henüz okuyucuya sunulmuşken sinema dünyasından Wilbur Smith’i heyecana boğan sevindirici bir haber gelir. Hollywood’un en büyük film şirketlerinden Metro Goldwyn Mayer, The Dark Of The Sun (Maceracılar)’ın film haklarını satın almıştır. Kitap, 1968 yılında, Jack Cardiff’in yönetmenliğinde beyazperdeye aktarılır. Gösterildiği dönemde şiddet sahneleri nedeniyle eleştirilmış olsa da bugün Martin Scorsese ve Quentin Tarantino gibi iki dev yönetmen tarafından örnek aldıkları filmler arasında sayılmakta.
The Dark Of The Sun (Maceracılar) vizyona girdiği dönemde, Wilbur Smith dördüncü romanı Shout At The Devil (Lanetliler Körfezi)’ni yayımlar. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Almanya’nın sömürgesi altındaki topraklar ile Zanzibar Adası’nda geçen kitap okuyuculardan tam not alır. Bundan sonra, sıra 1970 yılında yayımlanan beşinci romanı Gold Mine (Altın Madeni)’ne gelir.
“Romanlarımı zor kazanılmış kişisel deneyimlere dayandırırım.”
Wilbur Smith, romanlarına konu ettiği birçok meslek ve uğraşıyı bizzat deneyimlemesiyle bilinmektedir. Beşinci romanı ‘Altın Madeni’ hazırlık aşamalarına ne denli önem verdiğini doğrular nitelikte olanların başında gelir. Kitabı yazmadan önce, bir altın madeninin en derin katmanlarına dek inerek maden işçilerini, sağlık kontrolleri ve işe alım süreçleri de içinde olmak üzere, her yönüyle dikkatle izlemiştir. ‘Evim’ diye söz ettiği Güney Afrika Cumhuriyeti’nde yasaklanmayan ilk romanı olan ‘Altın Madeni’, ‘bir yazarın araştırmalarının kütüphane ve ansiklopedilerle sınırlı kalmaması gerektiğini öğreten’ yapıtı olarak kalır Smith’in belleğinde.
Ayrıca, değerli madenlerin ne derece büyüleyici olduğunu da keşfetmiştir bu romanı yazarken. Bu büyünün etkisinden biraz daha yararlanmak isteyerek soluğu Namibya’daki Luderitz’de alır. Bu kere ilgisi elmas madenindedir. Çölde yaşar, elmas işçilerinin toprağın altından vahşi elmasları çıkarmalarına tanık olur. Sekiz ay süren uğraşın ardından, 1971 yılında, kanlı elmas pazarını anlattığı The Diamond Hunters (Elmas Avcıları)’nı yayınlar.
1970’li yıllara girildiğinde, Wilbur Smith’in adı dünyaca ünlü yazarlar arasındadır
Wilbur Smith roman satışlarında yakaladığı yüksek rakamlar sayesinde artık milyoner olmuş durumdadır. Ekonomik açıdan rahatlayınca, babasının işlerinin bozulması nedeniyle zor günler geçirmekte olan ailesine, Güney Afrika’da bir ev alır. Yaşamı boyunca verdiği emeklerin meyvelerini toplamaktadır artık. Hele ki yaş günü kutlaması sırasında babasının kendisine sarılıp yazar olarak kazandığı başarıyı takdir etmesi onun için apayrı bir gurur vesilesi olur. Sarılmak babasının sık yapmadığı bir şey olduğu için bu olaydan en özel anılarından biri olarak söz etmektedir usta yazar.
1971 yılında Danielle Thomas ile evlenerek üçüncü kere dünyaevine giren Wilbur Smith sinema dünyasına da iyice ısınmıştır artık. Doğrudan beyazperdede filme çekilmek üzere ‘The Last Lion (Son Arslan)’ adıyla bir film senaryosu yazar. Bir Güney Afrika Cumhuriyeti yapımı olarak yönetmen Elmo De Witt tarafından çekilen film 1972 yılında gösterime girer. Aynı yıl içerisinde kendisi adına çok önemli saydığı yedinci romanı ‘The Sunbird (Güneş Kuşu)’nu da yayınlar. Yayınlanmasından 41 yıl sonra BBC’ye verdiği röportajda ‘yazar olarak gelişiminde çok etkili bir yapıt’ şeklinde değerlendirir bu romanı.
“Hollywood’un cazibesi tarafından büyülenmeye başladığım döneme denk gelmişti. Bazı kitaplarım sinema filmlerine uyarlanıyordu, ben de kazandığım paradan çok hoşnuttum. Ancak bir an geldi. Kendime senaryo yazarı mıyım yoksa gerçek bir yazar mıyım sorusunu yönelttim. Hiçbir zaman bir filme uyarlanamayacak bir kitap yazmak benim için özgürlük ilanıydı. Kitap dağınık ve … karmaşık oldu. Çok zevk aldım ama ilham kaynağım da özgür olmaktı zaten.”
Kitap adını Afrika kıtasında yaşayan yüzotuziki vahşi kuş türünden alır. Öyküdeki vahşet ve gizem ünlü yazar H. Rider Haggard’dan aldığı ilhamın eseridir. Mısır Firavunu Tutankamon’un mezarının keşfinden esinlenerek yarattığı ‘Güneş Kuşu’, birçok hayranı ve eleştirmenler tarafından unutulmaz kitapları arasında sayılmaktadır.
“Her yazdığım romandan sonra yazmayı bırakmaya karar veriyorum. Ama sonra, bir roman daha yazmaya başlıyorum. Yazmaya tekrar tekrar aşık oluyorum.”
Güneş Kuşu’nun büyük başarısının ardından ünlü yazar sinema ve edebiyatta ilerlemeyi sürdürür. Sıra en ünlü karakterlerinden David Morgan’ı yaratmaya gelmiştir. Tel Aviv’de İsrail ordusunun pilotları ile bir araya gelerek havada savaşa ilişkin topladığı bilgilerin ışığında, 1974 yılında, ‘Eagle In The Sky (Gökleri Süsleyen Kartal)’ı yayınlar. 1947 yılında Lusaka yakınlarında tanıştığı, yaz tatillerinde İkinci Dünya Savaşı anılarını dinlediği bir pilot arkadaşı esin kaynağı olur kitabın baş karakteri David Morgan için.
Güney Afrikalı zengin bir ailenin çocuğu olan David kendisini bekleyen servetten yüz çevirip pilot olur. İsrailli akademisyene aşık olarak peşinden İsrail’e gelir ve büyük bir maceranın içinde bulur kendini. Kitap, tüm dünyada geniş bir okur kitlesinin ilgisini çekmekteyken ‘Altın Madeni’ kitabı ‘Gold (Altın)’ adıyla beyazperdede vizyona girer. Yönetmenliğini Peter Hunt’un yaptığı, başrollerini Roger Moore ve Susannah York’un paylaştığı film iyi bir gişe hasılatı elde eder.
Wilbur Smith, bir yıl sonra Mozambik Kanalı’nda babasıyla balık tuttuğu günlerden esinlendiği, Hint Okyanusu’nun kristal sularında geçen ‘Eye Of The Tiger (Şeytan Çığlığı)’ romanını yayınlar. Ardından dört yıl önce yazdığı Elmas Avcıları, Güney Afrika’da ‘The Kingfisher Caper (Elmas Avcıları)’ adıyla sinemaya uyarlanır. 1976 yılında Etiyopya’nın İtalya tarafından işgal edildiği dönemi anlatan ‘Cry Wolf (Bir Avuç Kum)’ romanını çıkarır. Ayrıca, başrollerinde Roger Moore ve Lee Marvin’in yer aldığı Shout At The Devil (Cehennemde Randevu)’nun film uyarlaması vizyona girer ve oldukça beğenilir.
Sinema dünyasındaki senaryo yazarının edebiyat dünyasındaki roman yazarı kadar önemli görülmediği sonucuna varınca beyazperdeye veda eder
Sinema endüstrisine her geçen gün daha fazla yakınlaşmakta olan İngiliz / Güney Afrikalı yazarın beyazperdeye bakış açısı, Gökleri Süsleyen Kartal’ın senaryosunu yazmaktayken karşılaştığı bir olumsuzluk sonucunda tamamıyla değişir. Bir toplantı sırasında yaşadıkları, senaryo yazarı olarak Olimpos Dağı’nın tepesinde değil aşağısında olduğunu duyumsatınca, bir daha dönmemek üzere sinema dünyasına veda eder.
“Kitaplarımda karakterlerimi ben yaratırım, onları ben geliştiririm, onların neye benzediğini bilirim, bana gerçek insanlarmış gibi gelirler. Sinema yorumlarında bir çeşit güven duygusu eksik kalıyor her zaman.” şeklinde ifade etmekte duyumsadığı rahatsızlığı. Bu kararından sonra sinemayla ilişkisi yalnızca kitaplarının film haklarını satmak ile sınırlı kalır. Sinema dünyasından bir daha dönmemek üzere çıkmasının ardından, 1977 yılında ‘A Sparrow Falls (Bir Serçe Düştü)’ romanını çıkarır, Courtney üçlemesinin son kitabıdır bu.
Tüm dünyada el üstünde tutulan 650 sayfalık yapıt üç-dört sayfayı bulan cinsel içerikli kısımları nedeniyle Güney Afrika’da dört yıl boyunca yasaklanacaktır. Wilbur Smith’in görkemli karakteri Sean Courtney’in öyküsü bu kitap ile son bulur. Kitap, ilk Altın PAN Ödülü’nü kazandırmış olması nedeniyle Yazar’ın kariyerinde özel bir yere de sahiptir. 1978 yılında Antarktika gezisinden esinlenerek yazdığı Hungry As The Sea (Deniz Kadar Aç) ile bir yıl sonra çıkardığı Wild Justice (Vahşi Adalet) romanlarından sonra tüm dikkatini yeni bir roman serisine yoğunlaştırır.
1980’li yıllara gelince edebiyatseverler Ballantyne ailesi ile tanışır
Wilbur Smith, 1970’li yılları çağdaş gerilim romanlarıyla geçirdikten sonra, yeniden Afrika tarihiyle ilgili yazma arzusuyla, gözlerini Kara Kıta’nın güneyine çevirir; yeni bir roman serisi vardır kafasında. Ballantyne ailesi… Bugün Zimbabwe ve Bostwana olarak iki ayrı ülkeye bölünmüş olan geniş toprakların 1860’lı yıllardan başlayıp 1980’li yıllara dek süregelen tarihini, sevinçlerini ve acılarını anlatır. Ballantyne destanı, 1980 yılında, serinin ilk halkası olan ‘A Falcon Flies (Şahin)’ romanıyla başlar.
Önce Güney Afrika’ya gelen Zouga Ballantyne ile kız kardeşi Robyn Ballantyne kuzeye ilerleyerek Rodezya’ya yerleşirler. Bir yıl sonra çıkan ‘Men of Men (Sürek Avı)’ romanı Birinci Matabele Savaşı’nı anlatır. İki kardeş sahip oldukları elmas madenleri sayesinde büyük bir servet edinirler. Serinin üçüncü kitabı ‘The Angels Weep (Meleklerin Gazabı)’ ailenin yeni kuşaklarını tanıtır. Romanın ilk bölümü 1890’lı yıllarda geçen İkinci Matabele Savaşı’nı anlatırken ikinci bölümü seksen yıl ileriye atlayarak Rodezya’yı tepe taklak eden Rodezya İç Savaşı ve neden olduğu karışıklıklara ilişkin bilgiler verir.
1984 yılında yayımlanan dördüncü kitap ‘The Leopard Hunts in Darkness (Leopar Karanlıkta Avlanır)’, Rodezya’nın Birleşik Krallık’tan ayrılarak bağımsızlığını kazanması ve Zimbabwe halkının doğuşunu anlatır edebiyatseverlere. Smith, içinde bulunduğu dünya ve parçası olduğu olaylardan esinlenmiştir bu kere. Ne yazıktır ki Güney Afrika Cumhuriyeti’nde başına gelen talihsizlik bir kere daha karşısına çıkar ve birçok ülkede en çok satan olmayı başaran dizinin dördüncü kitabı Zimbabwe’de yasaklanır.
1980’li yılların ikinci yarısı Courtney destanıyla geçer
1985 yılında ise yeniden Courtney dizisine döner, art arda çıkardığı beş kitap ile Courtney ailesinin sonraki kuşaklarına eğilir, Güney Afrika’nın tarihini anlatmaya devam eder. Dizinin ikinci kısmına yazarlık yaşamında dönüm noktası olarak gördüğü ‘The Burning Shore (Alev Kıyıları)’ ile başlar. Dünyaya bir kadın karakterin gözleriyle ilk bakışı olacaktır bu roman. Annesi Elfreda’yı babasına kıyasla daha dayanıklı bulan Smith, aileyi bir arada tutan kişi olarak gördüğü annesinden esinlenerek birçok güçlü kadın karakter yaratmıştır.
Alev Kıyıları’nda tanıştığımız Fransız güzel Centaine de Thiry Smith’in bakış açısını genişletmesini sağlamıştır. Garrick Courtney’in oğlu Michael Courtney ile evlenmek üzereyken yaşamının altüst olması sonucunda Güney Afrika Cumhuriyeti’ne gelen genç kadın ve yaşamını kurtaran Lothar De La Rey’i konu alan ilk kitaptan sonra dizi, oğulları Sasha Courtney ve Manfred De La Rey’in tanıtıldığı ‘Power Of The Sword (Hükmedenler)’ ve Güney Afrika Cumhuriyeti edebiyat tarihinin en uzun romanı olan ‘Rage (Gazap)’ kitapları ile devam eder.
Wilbur Smith aynı dönemde Güney Afrika Cumhuriyeti’nde ırkçılık nedeniyle artan gerginliğe karşı medyaya verdiği demeç ile uzun süre gündeme kalır, barışçıl ve adil bir toplum oluşturma konusunda iyimser olduğunu ileterek eşitlik ve adalete sıkı sıkıya bağlı olduğunun bir kere daha altını çizer.
Romanlarının kendisine kazandırdığı mali rahatlığın tadını çıkarmayı sürdürür
Ardı ardına yazdığı kitaplar ile dünyayı kasıp kavuran Wilbur Smith, 1988 yılını kitap yayınlamadan geçirir ama kişisel hayalleri adına güzel bir adım atar. Cape Town civarında büyük bir arazi satın alıp üzerine geleneksel rodezya mimarisi anlayışıyla yeni bir ev inşa ettirerek kendi çiftliğini kurar, tıpkı elli yıl önce ikon gibi gördüğü babası gibi. Romanlarıyla ilgili araştırmalar yapmak üzere dünyanın dört bir yanında, birbirinden ilginç uğraşlarla zamanını değerlendiren ünlü yazar artık sakin bir yaşama geçmenin zamanının geldiğine inanmıştır.
Çiftliğine, ‘Leopard Rock (Leopar Kayası)’ adını verir. Leopard Rock’ın arazisi içerisinde Kara Kıta’nın bazı doğal yaşam türlerini koruma altına aldığı gibi afrikalı yerli halklara da yardım elini uzatmaktan geri durmaz. Bir yıl verdiği aradan sonra Sean Courtney Jr.’yi öne çıkaran ‘A Time To Die (Şimdi Ölmek Zamanı)’ ve Isabella Courtney ile küçük oğlunu anlatan ‘Golden Fox (Tuzak)’ romanlarıyla Courtney serisini geliştirmeyi sürdürür.
Avcılık Wilbur Smith için vazgeçilmez bir tutkudur
Aile geleneklerinden birisi olan avcılığı birçok kitabında işlemişti İngiliz / Güney Afrikalı yazar. Ancak, hiçbirisinde Courtney zincirinin zaman akışı açısından son halkası olan 1989 yılında yayımladığı ‘A Time To Die (Şimdi Ölmek Zamanı)’ ile iki yıl sonra çıkardığı ‘Elephant Song (Fillerin Şarkısı)’ romanlarındaki kadar ayrıntılı değinmemişti avcılığa. Bu iki yapıt ile avcılığın öldürme iç güdüsüyle yapılan birşey olmadığını kanıtlama arzusundadır. Ona göre avcı afrika eko sisteminin doğal bir parçasıdır; dünyanın en iyi avcıları en iyi doğal yaşam koruyucularıdır.
Şimdi Ölmek Zamanı’nda Tukutela denen efsanevi bir filin peşinde geçen bir av serüvenini konu eder. Sean Courtney Jr. karakteri ekseninde kurduğu öyküyle avcılığa bakış açısını ifade ederken Ernest Hemingway’in ‘Green Hills of Africa’ romanına da saygılarını sunar. 1991 yılında yayımladığı ‘Fillerin Şarkısı’ romanında ise avcılık endüstrisinin kara yüzünü gösterir okuyucuya. Bu arada aynı yıl, Alev Kıyıları’nın televizyon filmi uyarlaması da ‘Mountain of Diamonds’ adıyla ekranlarda gösterilir.
Yeni bir başyapıt, ‘River God (Nehir Tanrısı)’… Mısır Serisi ile Afrika kıtasının milattan önceki çağlarına yönelir
Wilbur Smith küçük bir çocukken uykuya dalmadan önce annesinden dinlediği Mısır piramitleri ve piramitlerin altında yatan hazineler, mumyalar ve tarihi kalıntılara ilişkin efsaneleri mutlu çocukluğunun anıları olarak anımsamıştır her zaman. Özellikle, 1922 yılında firavun Tutankamon’un mezarının bulunması, bu buluş ile ilgili çalışma yapan sekiz kişinin kısa süre içerisinde ölmesi ve keşfi gerçekleştiren Howard Carter’in evindeki kuş kafesinde Mısır krallığının simgesi olan bir kobra yılanına rastlanması gibi gizemli olaylar kendisine esin kaynağı olacak kadar derin bir etki bırakır.
1988 yılında, Afrika’nın milattan önceki çağlarını anlatan yeni bir roman üzerinde çalışmaya başlar ve yirmidördüncü romanının ünlü karakteri köle Taita’yı yaratır. Taita, ünlü yazarın en çok okunan romanlarından biri olan River God (Nehir Tanrısı)’un baş karakteridir. Kitap, 1993 yılında yayınlandığında büyük bir yankı uyandırır, Ballantyne ve Courtney romanlarından dört kat fazla okunur ve yazara yeni hayranlar kazandırır.
Kitabın okur üzerinde yarattığı derin etkiden cesaret alarak, iki yıl sonra, devamı niteliğindeki ‘The Seventh Scroll (Yedinci Papirüs)’ romanını da yazar. Böylece, Mısır serisi olarak adlandırılan yeni bir roman serisi de oluşturmuş olur. Bu iki kitabın arasına denk gelen 1994 yılında Wild Justice (Vahşi Adalet) romanının televizyon filmi uyarlamasının ekranlarda gösterilmesi de hoş bir sürpriz olur.
1990’lı yılların ikinci yarısında yeniden Courtney efsanesine geri döner, ama bu kere 17. yüzyılın ikinci yarısından başlayan yeni bir zaman çizgisi kurarak…
Otuz yıl boyunca ağırlıklı olarak Afrika tarihinin çağdaş dönemini anlatan Wilbur Smith, iki yıl arayla yayınladığı ‘Birds Of Prey (Yırtıcı Kuş)’ ve ‘Monsoon (Muson Yağmurları)’ romanlarıyla kara kıtanın uzak geçmişine eğilir. Sir Francis Courtney’in oğlu Hal ve torunları William, Tom, Guy ve Dorian’ın İngiltere adına Hollandalılar ve Araplar’a karşı, Afrika’nın yasalardan yoksun denizlerinde verdiği mücadeleyi konu eder. Böyle bir hikâye geliştirmesinde Antarktika ve Walvis Koyu çevresinde yaptığı deniz yolculukları nedeniyle açık denizlere artan ilgisinin etkisi de vardır kuşkusuz.
Herbert Smith ile çocukluğundan beri deneyimlediği zıtlıklar ve anlaşmazlıkların romanlarının karakterlerini oluşturmasında çok yardımcı olduğunu dile getiren yazarın bu iki romanı yazmaktaki asıl amacı babasına duyduğu saygıyı dile getirmektir aslında. Bu kere, babasının kendisini yaşama hazırlamak için verdiği uğraş ve cezaları temel alarak baba-oğul ilişkisinin altını çizmiştir.
2000’li yıllara beklemediği bir sürpriz ile ‘merhaba’ der
1999 yılında Mısır Serisi’nin ilk iki romanı ‘The Seventh Scroll’ adıyla dizi olarak televizyonda gösterilir. Aynı yıl 28 yıl boyunca kitaplarını adadığı eşi Danielle Smith’i amansız bir hastalık nedeniyle yitirir.
Wilbur Smith, eşini yitirmesinin verdiği üzüntüyü hiç beklemediği hoş bir sürpriz sayesinde çabucak üzerinden atar. Londra’da WHSmith Kitabevi’nde gezinti yaparken tanıştığı Mokhiniso Rakhimova adlı genç bir kadın ile evlenmeye karar verir. İleriki yıllarda dördüncü karısı Niso Smith için neler hissettiği sorulduğunda ilk görüşte aşk şeklinde yanıt veren ünlü yazar, Tacik eşine o denli güçlü duygularla bağlanmıştır ki aralarında 19 yaş fark olmasını önemsememiştir bile.
“Her gün kalemimi elime aldığımda annem de yanıma oturur”
2001 yılında otuz yıl önce yayımlanmış olan ‘Elmas Avcıları’ romanının televizyon dizisi gösterime sunulur. Aynı yıl, Wilbur Smith, Mısır serisinin üçüncü halkası olan ‘Warlock (Büyücüler Kralı)’ romanını çıkarır. Ardından, 2003 ve 2005 yıllarında arka arkaya çıkardığı ‘Blue Horizon (Mavi Ufuklar)’ ve ‘The Triumph Of The Sun (Güneşin Zaferi)’ kitapları ile Courtney serisinde ilerlemeye devam eder.
Özellikle 1880’li yıllarda Sudan’da geçen ‘Güneşin Zaferi’, iki Afrika efsanesi Courtney ve Ballantyne ailelerini kesiştirmesi nedeniyle seri içerisinde oldukça özel bir yer edinir kendine. Hız kesmeden yazmayı sürdüren deneyimli yazar 2007 yılında çıkan ‘The Quest (11. Yazıt)’ ile Mısır serisini, 2009 yılında çıkan Assegai (Avcının Kaderi) ile Courtney serisini sürdürdükten sonra serüvenleri günümüzde geçen yeni bir karakter geliştirir.
Korsanlık, günümüzde Afrika kıtasının en büyük sorunlarından biri olarak göze çarpmakta
Wilbur Smith, günümüzde Afrika’yı çevreleyen denizlerde sıkça rastlanmakta olan korsanlık olayına parmak basmaya karar verir. Dünya genelinde korsanlık ile ilgili bilinç oluşmasını sağlamak amacıyla, 2011 yılında ‘Those In Peril (Tehdit Altında)’ romanını yayınlar. Romanın kahramanı Hector Cross’u yaratmadan önce rehine kurtarma işi yapan profesyoneller ile konuşup başlarından geçen kara olayları dinleyen yazarı böyle bir çalışmaya iten en önemli neden, her yıl binden fazla insanın rehin alınması ve yüzmilyon doları aşan fidyeler ödenmesidir.
Kitap, Somali’de bazı gençlerin zafer kazanan kahramanlar olarak gördüğü Somalili korsanların aslında merhametsiz ve insanlıktan uzak suçlular olduklarını gözler önüne serer. Romanın baş karakteri olan Hector Cross eski bir askerdir ve küresel bir güvenlik şirketinin başında yönetici olarak çalışmaktadır. Bir milyarderin korsanlar tarafından kaçırılan kızını kurtarmak üzere görevlendirilir. Güçlü kadın karakterlerden hoşlanan Smith, öykünün içine Margaret Thatcher ve Angela Merkel’den esinlenerek yarattığı Hazel Bannock karakterini de eklemiştir. İki yıl sonra yazdığı ‘Vicious Circle (Kısır Döngü)’ romanında Cross ve Bannock’u yeniden ele alır. Böylece, yeni bir seri daha başlatmış olur.
Wilbur Smith, İtalya’da en çok okunan yazarlardan birisi olarak, 2013 yılında, Milano kentinin anahtarını alma onuruna erişir.
2014 yılında ‘Desert God (Çöl Tanrısı)’ romanıyla Mısır serisine yeni bir kitap ekledikten sonra eşi Niso Smith’in önerisiyle ortak yazarlar ile çalışmaya karar verir. Bu karar başlangıçta Wilbur Smith’in özgün anlatımını yitireceği kaygısıyla hayranları tarafından eleştirilse de, 2015 yılında, Courtney serisinin ondördüncü halkası olarak, Giles Kristian ile birlikte çıkarttığı, Doğu Afrika’da geçen ‘Golden Lion (Altın Aslan)’ romanı çok beğenilir.
Yeni Zelandalı ‘Stuff’ dergisiyle yaptığı röportajda ortak yazımda ulaşılan başarıyı, kendine has üslubuyla, “Benim ve ortak yazarların özgün yazma tarzlarımız var. Onların tümcelerini ve bölümlerini alıp üstlerine Wilbur Smith parlatıcısı sürüyorum. Bu parlatıcıya sihir denir… Elli yılda dikkatle geliştirdiğim özel bir sihire sahibim.” şeklinde açıklamakta.
Wilbur Smith, 2016 yılında, biri ortak yazar Tom Cain ile birlikte yazdığı, Hector Cross serisinin üçüncü serüveni ‘Predator (Yırtıcı)’, diğeri tek başına yazdığı Mısır serisinin altıncı kitabı ‘Pharaoh’ olmak üzere iki roman yazar. Ne ki 2016 yılında kendisi adına çok daha önemli bir gelişme yaşanır.
‘Wilbur Smith Ödülleri’ ile genç edebiyatçılara destek elini uzatır
Ünlü Yazar, bir yıl önce eşi ile birlikte kurdukları Wilbur & Niso Smith Vakfı’nın yönetiminde, ‘Wilbur Smith Ödülleri’ adıyla genç yetenekleri onurlandırmaya yönelir. İlk defa 2016 yılında başlayan Wilbur Smith Ödülleri, ‘En İyi Roman’, ‘En İyi Kitap Dosyası’ ve ‘Yarının Yazarı’ olmak üzere üç dalda verilmekte.
Ünlü yazar “Kariyerimden aldığım zevki gençlere aktarmak istiyorum. Çok iyi öyküler yazdığı halde öne çıkamayan genç yazarlar var. Ben ve takımım onlara destek olabileceğimize ve onları ileriye doğru itebileceğimize inandık.” şeklinde açıklamakta ödül vermekteki amacını.
2018 yılında ‘On Leopard Rock (Leopar Kayasında)’ adıyla otobiyografisini yayımlar
Wilbur Smith, 2017 yılından bugüne dek, ortak yazarların katkısıyla Courtney ve Ballantyne serilerine altı roman daha ekledi, ilerlemiş yaşına karşın yazmayı sürdüreceğini her fırsatta dile getirmekte.
Ancak, son beş yıl boyunca yazdıkları içerisinde en önemli yapıtı 2018 yılında okuyuculara sunduğu otobiyografisidir şüphesiz. ‘On Leopard Rock (Leopar Kayasında)’ adını verdiği otobiyografisinde yaşamına ve yapıtlarına ilişkin birçok önemli ayrıntının altını çizer; kahramanı olarak gördüğü Nelson Mandela’nın elini sıkma ayrıcalığına eriştiği için kıvanç duyduğunu özellikle dile getirir; yaşam öyküsünü, kariyerini, hırslarını, acılarını, deneyimlerini, serüvenlerini, zaferlerini doyasıya anlatır otobiyografisinde.
Afrika’yı, tıpkı John Ford’un western filmlerindeki vahşi batı gibi, insanların kendi yasalarına göre yaşadığı ve birbirleri için ellerinden gelenin en iyisini yaptıkları yer olarak niteler.
“Nelson Mandela ile yalnızca bir kere görüştüm. Benim için çok kısa bir fırsat oldu. Görüşmemizden anımsadığım gülümsemesinin ne denli güzel ve iyi olduğudur. Alçakgönüllülüğü beni derinden etkilemişti… Mandela Günü, apartheid düzeninin sonu ve yeni Güney Afrika’nın başlangıcı adına çok güzel bir hatırlatma.”
Wilbur Smith, elli yılı aşkın bir süre boyunca, farklı zaman dilimlerinde geçen onlarca öykü aracılığıyla, Afrika kıtasını çok çeşitli yönleriyle edebiyatseverlere tanıttı. Kara Kıta’nın iklimi, ormanları, doğal yaşam türleri, insanları, dilleri, kültürleri ve birbirleriyle aralarında geçen olayları tüm gerçekliğiyle ortaya serdi. Irklar arası dostluk yanlısı olması nedeniyle Güney Afrika Cumhuriyeti’nde birçok kere kitapları yasaklandı ama kendi dünya görüşünden hiç sapmadan barış çağrılarını sürdürdü.
“Afrika kıtası çok sayıda din, renk ve yaşam tarzına sahip çok sayıda insanla doludur. Esin veren bir yerdir.”
Romanlarında yarattığı karakterler arasında kendisine en yakın gördüğü Garrick Courtney’dir. Garrick’i başarılı olma konusundaki kararlılığı ve başarısıyla çevresindekileri şaşırtmasından dolayı kendisiyle özdeşleştirmekte. Yazarın ilgi çekici yönlerinden birisi de doğuştan engelli veya yaşamının bir anında kaza geçirip sakat kalan birçok karakter yaratmış olmasıdır.
Bu karakterler, genelde, romanın akışı içerisinde yaşadıkları zorlukların üstesinden gelerek çeşitli zaferler kazanırlar. Smith engellilere sürekli azim aşılar ve cesaret verir romanlarında. Ayrıca, karakterlerinin insanların yaşamında bir şeyler değiştirebileceği fikrinden çok hoşlandığını ifade eder. Edebî açıdan yüksek değerde yapıtlar yazmadığını kabul etmekle birlikte popüler olabilmesini insanların kalbine dokunmayı başarmasına bağlar.
“Yaşam devam eder, yaşam eğlencelidir. Yaşam güzel veya çok kötü olabilir ama seçeneğimiz yok. Dünyada tüm gücümüzle ilerlemek için varız.”
Dünya çapında 125 milyondan fazla kitap satarak en çok okunan yazarlardan biri olmayı başaran Wilbur Smith yazma tutkusunu yitirmeksizin yeni romanlar yazmayı ve dünyanın dört bir yanındaki okuyucularıyla mektuplaşmayı sürdürüyor. Üstün yeteneğinin değerini bilen, yaşama bağlanmışlığıyla tüm insanlara örnek olan, hiç durmadan üreterek başarısını sürekli kılan bir edebiyatçı…
Kaynakça:
- https://en.wikipedia.org/wiki/Wilbur_Smith
- On Leopard Rock: A Life of Adventures, 2018, Wilbur Smith, Zaffre Publishing
- wilbursmithbooks.com
- “Wilbur Smith answers your questions”, BBC News, 6 April 2009
- https://www.stuff.co.nz/entertainment/73147232/wilbur-smith-at-82-ive-never-been-happier
- https://uchief.co.za/wilbur-smith-remembers-madiba/