Cam kırıkları

Ne kötü şeydir, maddenin varlığının ışığına kanıp da, gizemini anlayamamak. Ve yine ne kötü şeydir ki, anlayamadığımız onca gizemin içinde kandığımız ışıkta karanlığa hapsolmak.

Bu hayatta bizi en çok yoran şey ne?
İsteklerimiz mi?
Arzularımız mı?
Haksızlığa maruz kalışlarımız mı?
Hiç olmadık kişilere güvenip,
Gözümüzden dahi sakınıp, pamuklara sardığımız sevdiklerimiz mi?
Ya da bu soruyu şöyle sorayım.
Bu hayatta sizi anlayan şey ne?
Evet… Sanki cevapları okur gibiyim…
‘Hiçbir şey ve hiç kimse’

Ah ne acı, ne üzücü şey anlaşılamıyor olmak ve yaşayacağı onca hayal kırıklığı.
Bu hayal kırıklığı ki, öyle cam kırılmasına da benzemez. Cam kırılsa, her an içini döküp, rahatlayacağı bir yarası olur. Bugün olmasa da o yaranın elbet iyileşeceği bir zamanının geleceğini anlayamadan öylece içine kapanıp, ‘canım yanıyor’ diyebilmek.
Oysa ne güzel şeydir bu şekilde yaralanmak.
Siz hiç, sizi bu şekilde yaralayan cama teşekkür ettiniz mi? Ya da teşekkür etmek durumunda kaldığınız camlarınız oldu mu?


“Tuğbacığım saçmalama… Cam kırıldı, canım yandı yaralandım. Ve sen yaralandım diye mutlu olmam gerektiğini, o da yetmiyor gibi teşekkür etmem gereken bir camın olduğunu söylüyorsun.
Lütfen, beni acımla baş başa bırak.”
Dediğinizi duyar gibiyim.

Ne kötü şeydir, maddenin varlığının ışığına kanıp da, gizemini anlayamamak. Ve yine ne kötü şeydir ki, anlayamadığımız onca gizemin içinde kandığımız ışıkta karanlığa hapsolmak.

Cam kırılıp canım yandı diye hayıflanma. Elbet o can kurur, kabuklanıp yeniden doğacak bir cilde örtü olur.

Tıpkı, baharı bekleyen tohuma örtülenmiş toprak gibi.


O vakit toprağa üzülür müsün yoksa seni hayatta tutan onca şeye yurt olduğu için teşekkür mü edersin?

Haydi, yüklerinden arın, bırak yük edindiğin onca cam kırığını. Ağır ve fazla geldiyse eğer, dağıt birazını. Hani kırgın olup sesini hiç duyurmadıkların vardı ya birazını da onlara ver. Belki o vakit seni anlarlar. Duyulmayan sesi sebep bilip de, gam yapma sevdiklerini.

Hani derler ya,
“Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler. Ağzına dolar insanın. Sussan acıtır, konuşsan kanatır”
Bırak ağzına dolsun o kelimeler. Susarsam acıtır diye korkup, konuşursan kanar diye de üzülme.
Onları bırak…
Emin ol dürüst bir ses, kalabalığın sesinden daha güçlüdür. Bırak kanarsa da dürüst olduğu için kanasın da sesini yitirme.
Ama susarsan…

‘Nokta’ deyip de nice söz bitirenler gördüm. Sen sözünü bitirme. Her noktadan sonra kurulmayı bekleyen sözlerin olsun. O sözler ki, uçsuz bucaksız bir ülke.
Sen o ülkede kalbi kararmışlardan değil, aydınlananlardan ol. Aydınlardan ol ki, ışığını gören ardını yol bilsin.


‘Hayat dediğimiz şey ebedi bir yolculuğa giden ve o yolda yürümekte olan ayaklar gibidir. Hayatımız ise, işte o ayakların yürümesine vesile olan sebepler.
Sebepsiz yürünen yol ne kötü bir yol…
Sen sebepsiz yürüyenlerden olma.
Hatırla Hz. İbrahim’in ateşine suyu taşıyan o küçücük karıncayı. O da bilmez mi oncacık suyun koskoca ateşi söndüremeyeceğini. Bilir ama ateşinde bilmediği bir şey o ki, karıncanın İbrahim’e gitmek için kendinden kat be kat büyük sebepleri var.
Söner mi?
SÖNER…

Aşkla kalın, güzel kalın