Kaşıkçı Davası ve ülke saygınlığı

Aç ve yoksul, adaletsizliğin ve haliyle eşitsizliğin girdabındaki Türkiye vatandaşları elbette “Kaşıkçı Davası” ile ilgili değillerdir. Dahası Türkiye imajı ve saygınlığı ile hiç ilgili değillerdir. Bu çok doğaldır. Onları kınamamak ve anlamak gerekir. Çünkü temel ihtiyaçları giderilmeyen ve bunun peşine düşmüş insanlar, daha üst düzey ihtiyaçların peşinde ve kaygısında olamazlar.

Kaşıkçı Davası

Ama “Kaşıkçı Davası” ile ilgili son gelişmeler okur yazar olan, hali vakti biraz iyi olan ve memleketinin prestiji ve saygınlığının öneminin farkında olan her vatandaşı ilgilendirmelidir. Çünkü vatandaşlık bilinci, belli düzeyde evrensel sorumluluğu ve duyarlılığı da beraberinde getirir.

Yönetenler açısından, kendi memleketinde işlenmiş ve üstelik uluslararası kamuoyu tarafından da takip edilen bir cinayet için, “artık beni ilgilendirmez” demek, daha doğrusu başka amaçlar/çıkarlar için bunu ifade eden hukuki boyutlu davranışlarda bulunmak, o ülke adına elem verici olsa gerektir. Dahası önce tam tersi tutum ve davranışlarda bulunmuşken… Kaşıkçı davası son yıllarda giderek azalan, dünyadaki olumsuz Türkiye imajı konusunda, ne yazık ki, pekiştirici bir etki yaratmıştır.


Suudi Arabistan vatandaşı gazeteci Cemal Kaşıkçı‘nın öldürülmesine ilişkin 26 sanığın yargılandığı davanın İstanbul 11’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmasında, yargılamayı durdurma kararı verildi. Mahkeme yargılamanın Suudi Arabistan’a devredilmesine karar verdi. Aslında mahkeme değil, iktidar karar verdi, mahkeme sadece prosedürü yerine getirdi.

Geliniz bu konuda uluslararası birkaç değerlendirmeye bakarak, ne duruma düştüğümüzün fotoğrafına bakalım;

Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnes Callamard, söz konusu kararı “Kendi topraklarında işlenen bir cinayetin davasını devretmekle Türkiye, suçun sorumlularına davayı bilerek ve isteyerek geri göndermiş oldu. Aslında Suudi Arabistan sistemi Türkiye’deki savcılarla iş birliği yapma konusunda defalarca yetersiz kaldığı için adaletin bir Suudi Arabistan mahkemesinde sağlanamayacağı çok açık” ifadeleriyle eleştirmiş.

İnsan Hakları İzleme Örgütü ise konuyla ilgili, “Suudi Arabistan’da yargı bağımsızlığının kesinlikle var olmadığını, adalet sisteminin adaletin temel standartlarını bile sağlamadaki başarısızlığını, adaleti yanıltma çabalarını ve Kaşıkçı cinayetinde Suudi Arabistan yönetiminin rolünü düşünecek olursak Kaşıkçı davasının Suudi Arabistan’da adil bir şekilde görülmesi şansı sıfıra yakın” açıklaması yapmış.


The Guardian gazetesi konuya ilişkin haberinde, Türkiye’nin ekonomik gerilemenin sancılarının içinde olması nedeniyle Suudi Arabistan gibi bölgedeki birçok ülkeyle ilişkilerini düzeltmeye çalıştığı bir döneme girdiğini belirtilerek, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın ilişkilerini iyileştirmesinin bu davanın devredilmesi ile doğrudan ilgili olduğunu öne sürülmüş.

Keza Washington Post gazetesi de konuya ilişkin paylaştığı yazısında “İfade özgürlüğünü ve hesap verebilir yönetimi savunan gazeteci Kaşıkçı için ne büyük bir onursuzluk” değerlendirmesinde bulunarak, İstanbul’daki davanın “sembolik” olarak nitelendirildiği yazıda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kaşıkçı’yı daha önce “arkadaşı” olarak tanımladığı hatırlatılarak Türkiye’nin ikili ilişkileri iyileştirmek için davadan vazgeçtiğini belirtmiş.

Washington Post‘un bir diğer yazısında ise; “Bölgede uzun süredir rakibi olan Suudi Arabistan da dâhil daha iyi ilişkiler kurmaya çalışan Erdoğan, Kaşıkçı için adaletten feragat etti” denilerek durumun oldukça net fotoğrafları çekilmiş.

Hatırlayalım, benzer bir durum “Rahip Brunson” davasına ilişkin de yaşanmıştı. ABD-Türkiye ilişkilerinde tarihinin en gergin günlerinin geçmesine neden olan ve iki ülkeyi karşılıklı yaptırımlar uygulama noktasına getiren Andrew Brunson krizi, ABD’li evanjelist rahibin serbest bırakılmasıyla çözülmüştü. İzmir’de, ‘terör örgütleri adına suç işlediği ve casusluk yaptığı’ iddiasıyla hakkında 35 yıl hapis cezası istenen ve ev hapsinde olan ABD’li din adamı Andrew Craig Brunson’a, 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası verilmiş, ancak rahibin cezaevinde kaldığı süre göz önünde bulundurularak bir daha hapis yatmamasına hükmedilmişti. İlaveten hükümle birlikte serbest bırakılan Brunson’ın ev hapsi ve yurt dışı yasağı da kaldırılmıştı.


Ülkeleri yönetenlerin tutum ve tavırları, ülkenin tutum ve tavrı oluyor doğal olarak… Saygınlık elbette “güçlü ülke olmak” ile ilgilidir. Ama “güçlü ülke olmanın” koşullarından birisi de ilkeli duruş, özellikle ulusal ve uluslararası hukuki konularda taviz vermeyen ülke olmak ile ilgilidir. Türkiye güçlü ülke olmayı, büyüyen ülke olmakla karıştırdığı için, bu konuda eksiğimiz ve yanlışımız oldukça fazla. Bu bağlamda ülkemize yönelik dış dünyanın ilgisi ise tamamen ticari sömürü, kazanç, çıkar ve kullanışlı ülke aramakla ilgilidir maalesef. Keşke ülkelerin tutum ve tavırları, siyasal iktidarların tutum ve tavırlarından bağımsız olabilseydi…

Gaflet, dalalet ve hıyanet – İndigo Dergisi’ni Facebook, Twitter, Instagram ve Telegram hesaplarımızdan takip edebilirsiniz!