Ülkemizde yaşanan depremler yıkıcı sonuçlar getirdi. Ne yazık ki pek çok vatandaşımız hayatını kaybederken, pek çok kişi de evsiz kaldı. Depremin özel hukuki sonuçlarını; vatandaşların tazminat haklarını Hukuk Profesörü Şebnem Akipek’e sorduk.
- Depremin özel hukuk bakımından sonuçları ve tazminat hakları neler?
- Zarar gören kişiler, kimlere tazminat davası açabilir?
- Tazminat nasıl ve ne sürede talep edilebilir?
- Sözleşmeye dayanan sorumluluklar nelerdir?
- Tazminat talebi için zamanaşımı süresi nedir?
- Zorunlu deprem sigortası neleri kapsar?
Röportaj: Prof. Dr. Şebnem Akipek Öcal
“Deprem yaşanabilecek en korkutucu ve sonuçları en ağır olan doğal afetlerden bir tanesi, belki de birincisidir. Ne zaman ve nerede olacağının, bazı tahminler olmakla birlikte, kesin olarak bilinmemesi, olduğu esnada kaçmanın neredeyse mümkün olmaması depremin yarattığı kayıpların ve hasarın daha da ağır olmasına yol açmaktadır.
Deprem can kayıplarının yanında, kalıcı yaralanmalar, uzuv kayıpları gibi ciddi bedensel zararlara yol açabilir. Yıkılan binalar, ağır hasar gören yapılar, tamamen veya kısmen kullanılamaz hale gelen araçlar ve her tür yok olan veya hasar gören eşya depremin yıkıcı etkilerinin ağır birer sonucudur. Kuşkusuz arzu edilen öncelikle bu sonuçların engellenmesi, deprem olmadan önlemler alınmasıdır.”
Ülkemizde yaşanan depremlerin yıkıcı sonuçlarının engellenmesi için ne tür önlemler alınmıştır?
Türkiye’de 1999 yılında yaşanan Gölcük depreminin ardından depremin kaçınılmaz olduğu, ülkemizin büyük kısmının fay hatları üzerinde bulunduğu gerçeği kabul edilmiş ve en azından deprem önlenemese bile yıkıcı sonuçlarının engellenmesi için bazı önemli adımlar atılmıştır. Bu atılan adımların en kapsamlı olanı yapı denetimi kavramının ülkemiz hukuku ve uygulamasına girmesidir. Önce bu konuyu düzenlemek için 2000 yılında bir Kanun Hükmünde Kararname çıkarılmış, ancak bu KHK’nin Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesinin ardından 13.07.2001 tarihinde 4708 Sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun ve 12.08.2001 tarihinde ise Yapı Denetimi Uygulama Usul ve Esasları Yönetmeliği Resmî Gazete ‘de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu düzenlemelere dayanılarak, uygulama öncelikle 19 pilot ilde başlatılmış, 01.01.2011 tarihinden itibaren 4708 sayılı Kanun tüm Türkiye genelinde uygulanmaya başlanmıştır. Günümüze değin konuya ilişkin yasal düzenlemelerde bazı önemli değişiklik ve eklemeler yapılmıştır.
6 Şubat 2023 günü Kahramanmaraş merkezli yaşanan depremler ve artçı depremler, ne yazık ki 1999’dan sonra alınan derslere ve özellikle yapı denetimi konusunda getirilen, kâğıt üzerinde “mükemmel” denebilecek düzenlemelere rağmen, uygulamanın bu düzenlemelerin çok gerisinde kaldığını göstermiştir. Özellikle ardı ardına çıkan imar afları yasal düzenlemelere aykırı yapılan yapıları bile yasal hale getirmiştir. Geldiğimiz an itibarıyla yaşanan çok acı sonuçları baştan engellemek ne yazık ki mümkün olamadığına göre, bu aşamadan sonra tek çare bu ağır sonuçların ortaya çıkmasından sorumlu olan kişilerin ve kurumların bu sorumluluğu taşımalarını sağlamak ve uğranılan zararı da en kapsamlı şekilde tazmin etmektir.
Depremin hukuki sonuçları nelerdir?
Depremin hukuki sonuçları dendiğinde ilk akla gelen üç temel hukuk alanında karşılaşılacak sonuçlarıdır. Öncelikle ceza hukuku bakımından bir cezai sorumluluğun doğması kaçınılmazdır. Can ve mal kayıplarının yaşanmasında kusuru olanların soruşturulması ve cezalandırılması gerekir.
İkinci temel sonuç idare hukuku alanında karşımıza çıkar. Devletin veya farklı idari birimlerin deprem nedeniyle sorumluluğunun doğması için kusurunun olması gerekir, başka bir ifadeyle hizmet kusurunun varlığı halinde idarenin sorumluluğu doğacaktır. İdari yargıda açılacak davalar ile de idareden tazminat talep etmek mümkündür.
Bu iki önemli sonucun yanı sıra bu yazı ile depremin üçüncü temel hukuki sonucu ele alınacaktır. Bu da özel hukuktan kaynaklanan depremde uğranılan zararların giderilmesine yönelik tazminat sorumluluğudur.
Özel hukuktan kaynaklanan tazminat sorumluluğunun hukuki dayanakları nelerdir?
Türk Hukukunda sorumluluğun temel iki kaynağı sözleşme ve haksız fiildir. Her iki kaynak bakımından da sorumluluğun doğabilmesi için öncelikle zararın gerçekleşmiş olması gerekir. Zararı ispat yükü zarara uğrayan, yani tazminat talep eden kişiye aittir. Hukukumuzda gerek sözleşmeye gerek haksız fiile dayanan sorumlulukta, sorumluluğun temel kurucu unsurlarından biri kusurdur. Başka bir ifade ile kusur olmadan sorumluluk doğmaz. Ancak sözleşmeye dayanan sorumlulukta kusur karinesi kabul edildiğinden zarar görenin kusuru ispat etmesi gerekmeyip, diğer taraf kusursuzluğunu ispat etmedikçe sorumlu olacaktır. Buna karşılık haksız fiilden kaynaklanan sorumlulukta zarar görenin zarar verenin kusurunu ispat etmesi gerekir.
Zaman içinde haksız fiil sorumluluğunun salt kusura dayalı olarak doğmasının hakkaniyete uygun olmadığı düşüncesi ile birlikte kusura dayanmayan sorumluluk halleri ortaya çıkmış ve giderek gelişen ve genişleyen bir eğilim göstermiştir. Deprem sebebiyle özel hukuktan kaynaklanan sorumluluk incelendiğinde, bu sorumluluğun belirtilen tüm bu durumlar bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekir. Birçok somut durum bakımından da sorumlulukların yarışması söz konusu olacaktır.
Sözleşmeye dayanan sorumluluklar nelerdir?
Depremden dolayı bir yapının yıkılması veya hasar görmesi sonucu zarar gören kişiler, o yapı sebebiyle sözleşme ilişkisi içinde bulundukları kişilerden uğradıkları zararı tazmin etmelerini isteyebilirler. Bu durumda öncelikle üç farklı sözleşme öncelikle akla gelecektir. Bunlar:
- Satış sözleşmesi
- Eser sözleşmesi
- Kira sözleşmesidir.
Zarara yol açan taşınmazı satan kişiye karşı, zarara uğrayan bu taşınmazı alan kişi, tazminat talebi ileri sürebilir. Bu talebin dayanağı yapının ayıplı olması olacaktır. Başka bir ifadeyle yapıdaki maddi ayıptan kaynaklanan sorumluluk söz konusudur. Ayıptan sorumluluk, ayıba maruz kalan kişiye dört seçimlik hak vermektedir. Bunlar:
- Ayıplı eşyanın onarılarak ayıbın giderilmesi
- Ayıplı eşyanın ayıpsız misli ile değiştirilmesi
- Ayıp oranında bedelde indirim
- Sözleşmeden dönülmesidir.
Son üç seçimlik hakkın deprem durumunda kullanılma olanağının neredeyse hiç olmadığı vurgulandığında, ilk seçimlik hakkın önem kazandığı açıktır. Eğer yapı yıkılmamış ve onarım ile oturulabilir durumdaysa yapının onarılması talep edilebilir, yapının yıkılması halinde ise, artık onarım istenemeyeceği için, ayıptan kaynaklanan seçimlik haklar yerine sadece uğranılan zararlar bakımından tazminat talebi gündeme gelecektir.
Sözleşmeden kaynaklanan sorumluluk denince daha ziyade eser sözleşmesinden kaynaklanan yüklenicinin sorumluluğu karşımıza çıkar. Yüklenici ile bina veya yapı maliki arasında o bina veya yapının inşası için yapılan sözleşme “eser sözleşmesi” niteliğini taşır. Yüklenici yapıyı projeye veya imara aykırı olarak yapmışsa, bu sefer ayıplı eser ile karşılaşılacak ve doğrudan yüklenicinin sorumluluğu doğacaktır. Nitekim son günlerde yüklenicinin özellikle ceza sorumluluğu bağlamında tutuklandıklarına ilişkin çeşitli haberler medyada yer almaktadır. Ceza sorumluluğunun yanında hem ayıptan kaynaklanan sorumluluk hem de zarar ortaya çıkmışsa tazminat sorumluluğu söz konusu olur. Ayıptan dolayı eğer halen onarım mümkünse talep edilebileceği gibi, uğranılan zararlar da yine yükleniciden talep edilebilir. Yüklenici karşısında zarar uğrayan kişinin tüketici sıfatına sahip olması ve taşınmazın konut niteliği taşıması halinde ayıptan kaynaklanan talepler bakımından Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun hükümleri uygulanacak, aksi halde Türk Borçlar Kanunu hükümlerine dayanılacaktır. Her halde tazminat talebinin dayanağı Türk Borçlar Kanunudur.
Zarar gören kişiler kimlere tazminat davası açabilir?
4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun gereğince yüklenicinin yanı sıra yapı denetimi yapan kişiler de yüklenici ile birlikte müteselsilen sorumlu olacaktır. Zarar gören, Yapı Denetimi Hakkında Kanun gereğince yapı denetim kuruluşları, denetçi mimar ve mühendisler, proje müellifleri, laboratuvar görevlilerine karşı da tıpkı yükleniciye karşı açabilecekleri gibi tazminat davası açabilir. Yapının ruhsat ve eklerine, fen, sanat ve sağlık kurallarına aykırı, eksik, hatalı ve kusurlu yapılması he halde anılan kanuna göre sorumluluk sebebi oluşturur. Yüklenici ve Yapı Denetimi Hakkında Kanun gereği sorumlu olan kişiler arasında müteselsil sorumluluk esası geçerli olup, her biri tazminatın tamamından sorumludur, zarar gören dilediği veya dilediklerine karşı davayı yöneltme olanağına sahiptir.
Zarar gören kişilerin o bina veya yapıda kiracı konumunda olması halinde ise kiraya verenin kira sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluğu doğar. Bina veya yapının tamamen yıkılması halinde kira sözleşmesi kendiliğinden sona erecektir. Bu yapı sebebiyle kiracı zarar görmüşse, kiraya verenin yapının yıkılması veya hasara uğramasında kusuru varsa, kiracının uğradığı zararı kiraya verenden talep etmesi de mümkündür. Örneğin kiraya veren konutu daha geniş hale getirip kiraya vermek için kolonları kesmişse bu durum ile karşılaşılır. Eğer kira konusu taşınmaz yıkılmamış ama onarımı ve oturulması mümkün olacak şekilde hasar görmüşse, kiraya verenin bu taşınmazı onararak kullanıma uygun hale getirmesi gerekir.
Haksız fiilde sorumluluk halleri nelerdir?
Yıkılan veya hasar gören bir binada ya da yapıda, sözleşme ilişkisi olan ve zarar gören kişiler bu sözleşmeye dayanarak tazminat talep edebilirken, sözleşme ilişkisi bulunmayan ancak yapı ya da binanın yıkılması veya hasar görmesi sonucu zarara uğrayan kişiler haksız fiil hükümlerine dayanarak tazminat talep edebilir.
Haksız fiil sorumluluğun doğabilmesi için öncelikle hukuka aykırı bir fiilin bulunması, bu fiili işleyen kişinin kusurlu olması ve bu hukuka aykırı fiilin sonucu olarak bir zararın ortaya çıkması gerekir. Başka bir ifadeyle zarar ile hukuka aykırı fiil arasında neden-sonuç ilişkisi bulunmalıdır.
Haksız fiil sebebiyle sorumlu olacak kişilerin başında kuşkusuz yüklenici gelmektedir. Yüklenici zarar gören tarafından kusurunun ispatlanması halinde doğan zarar için tazminat ödemekle yükümlüdür. Yine Yapı Denetimi Hakkında Kanun gereği, denetçi, mimar ve mühendisler ile proje müellifleri de üçüncü kişilere, yani sözleşme ilişkisi olmaksızın zarar gören kişilere karşı sorumludur.
Haksız fiil sorumluğunun doğması için yapı veya binanın imar yasalarına, fenni usullere ve diğer yapım ile inşaat işlerine ilişkin mevzuata aykırı yapılmış olması gerekir. Sorumlu olacak kişilerin kusurunun bulunması ve zararın yapımdaki bu kusurlu davranışın bir sonucu olarak ortaya çıkmış olması zorunludur.
Yüklenici ve diğer haksız fiil sorumlularının doğrudan sözleşme ilişkisi içinde oldukları kişilere karşı da koşulları gerçekleşmişse hem sözleşmeye dayalı hem de haksız fiile dayalı sorumluluğu doğmuş olabilir. Bu durumda aşağıda ayrıntılı açıklanacağı üzere sorumlulukların yarışması durumu söz konusu olacaktır.
Kusursuz sorumluluk halleri nelerdir?
Sorumluluk hukukunun temeli kusura dayanmakla birlikte, hukukun gelişim süreci içinde kusur sorumluluğun yeterli olmadığı düşüncesi ile bazı kusura dayanmayan (kusursuz) sorumluluk halleri doğmuştur. Kusursuz sorumluluk halleri de esasen bir kusur unsuruna bağlı olmaksızın, başka bir ifadeyle, kanunun öngördüğü hallerde kusur aranmaksızın, haksız fiil sebebiyle sorumluluk halidir. Yani haksız fiildeki kusur unsuru olmadan kişinin sorumlu tutulabilmesidir. Kusursuz sorumluluğun temelde üç dayanağı bulunmaktadır. Bunlar:
- Hakkaniyet sorumluluğu
- Özen sorumluluğu
- Tehlike sorumluluğu
şeklinde kanunumuzda düzenlenmiştir. Ancak kanun ile düzenlenen durumlarda kusursuz sorumluluk halinin varlığından söz edilebilir.
Depremde kusursuz sorumluluk nasıl ortaya çıkar?
Depremde iki farklı kusursuz sorumluluk durumunun ortaya çıkabilmesi mümkündür. Bunlardan ilki TBK m. 69 ile düzenlenen yapı malikinin sorumluluğudur. Anılan hükme göre, bir binanın veya diğer yapı eserlerinin maliki, bunların yapımındaki bozukluklardan veya bakımındaki eksikliklerden doğan zararı gidermekle yükümlüdür. Örneğin bina yıkılmış ve önünde park eden bir araç bu sebeple yok olmuş veya hasara uğramışsa, o binanın maliki bu zararı gidermekle yükümlüdür. Ancak örneğin yüklenicinin o binayı imara aykırı olarak, örneğin yeterli malzeme kullanmayarak yapması halinde bina maliki bakımından illiyet bağı kesilecek ve onun sorumluluğu olmayacak, tüm sorumluluk yükleniciye ait olacaktır.
İkinci kusursuz sorumluluk türü ise hukuk hayatımızda nispeten daha yeni olan ve uygulaması tam olarak oturmamış bulunan bir sorumluluk türüdür. Ürün sorumluluğu veya imalatçının sorumluluğu olarak adlandırılan bu kusursuz sorumluluk türü, 05.03.2020 tarihinde kabul edilip 12.03.2021 tarihinde yürürlüğe konulan 7223 sayılı Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu m. 6 ile düzenlenmiştir. Anılan hükme göre “Ürünün, bir kişiye veya bir mala zarar vermesi halinde, bu ürünün imalatçısı veya ithalatçısı zararı gidermekle yükümlüdür. İmalatçı veya ithalatçının sorumlu tutulabilmesi için, zarar gören tarafın uğradığı zararı ve uygunsuzluk ile zarar arasındaki nedensellik bağını ispat etmesi zorunludur.”
Bir binanın veya yapı eserinin imalatçısı kural olarak yüklenicidir. Yüklenici yukarıda da ayrıntılı olarak incelendiği üzere, aralarında sözleşme ilişkisinin olduğu kişilere karşı sözleşmeye dayanan sorumluluk gereğince sözleşme ilişkisi bulunmayan kişilere karşı ise haksız fiil sorumluluğu gereğince ve ancak kusurlu olması halinde sorumlu olacaktır. Oysa 12.03.2021 tarihinden sonra tamamlanan binalar bakımından, zararın tazmini için başvurulabilecek diğer bir yol, 7223 sayılı Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu kapsamındaki ürün sorumluluğudur. Doktrinde ağırlıkla kabul edildiği üzere, ağırlaştırılmış özen sorumluluğu niteliğini taşıyan ürün sorumluluğunda, zararın tazminin istenebilmesi için yüklenicinin kusurlu olduğunun kanıtlanması gerekmemektedir. Ancak ürün sorumluluğu sadece 12.03.2021 tarihinden sonra tamamlanan yapılar bakımından uygulanabilecektir.
Tazminat nasıl ve ne sürede talep edilebilir?
Tazminatın talep edilebilmesi yukarıda da ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, her durumda mutlaka zararın kanıtlanmasına ve sorumluluk sebeplerine göre farklılık arz etse de kural olarak sorumlu kişinin kusurunun kanıtlanmasına dayanmaktadır.
Bu kanıtları sağlamanın temel yolu da özellikle yıkılan veya hasar gören bina ve yapıların karotlarının alınıp saklanmasına dayanır. Karot, binaların özellikle kolon ve kirişlerinden alınan parçalardır. Bu parçaların teknik olarak incelenmesi sonunda fen ve teknik usullerine uygun olarak o bina ya da yapının yapılıp yapılmadığı belirlenebilecektir. Delil tespiti, dava niteliği taşımayan bir usul işlemi olup, talep olmadan bile cumhuriyet savcıları tarafından yapılması gereken bir işlemdir. Her halde delil tespitine konu yapının bulunduğu yerdeki mahkemeye başvurularak da delil tespitinin yapılması sağlanabilir.
Hukukumuza taleplerin yasalarda belirlenmiş olan zamanaşımı süreleri varsa bu süreler içinde ileri sürülmesi gerekir. Sözleşmeden kaynaklanan sorumlulukta zamanaşımı kural olarak on yıl olmakla birlikte, eser sözleşmesi ve eser sözleşmesinden ayıptan kaynaklanan sorumluluk için TBK ile özel bir hüküm getirilmiştir. TBK m. 478’e göre, “Yüklenici ayıplı bir eser meydana getirmişse, bu sebeple açılacak davalar, teslim tarihinden başlayarak, taşınmaz yapılar dışındaki eserlerde iki yılın; taşınmaz yapılarda ise beş yılın ve yüklenicinin ağır kusuru varsa, ayıplı eserin niteliğine bakılmaksızın yirmi yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.” Bu hüküm gereğince yüklenicinin ağır kusurlu olduğu durumlarda, ki depremde özellikle yıkılan veya ağır hasar gören bina ve yapılar bakımından büyük olasılıkla ağır kusur söz konusu olacaktır, zamanaşımı süresi yüklenici ile sözleşmenin yapıldığı tarihten başlayarak 20 yıl olarak uygulanacaktır.
Haksız fiiller bakımından zamanaşımı ne zaman başlar?
Haksız fiiller bakımından zamanaşımı TBK m. 72’de düzenlenmiş olup, buna göre, “Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve herhâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.” Bu hüküm gereğince zararın ve zarar verenin öğrenildiği tarih önemli olup, bu tarihten itibaren iki yıllık kısa süre başlayacaktır. 1999 depremi sonrası verilen kararlarında Yargıtay’ın da istikrarla belirttiği üzere, zararın deprem ile birlikte gerçekleştiğinin kabul edilmesi gerekir. Yapı malikinin sorumluluğu da temelde haksız fiil esaslı olduğu için aynı esaslar bu sorumluluk bakımından da geçerlidir.
Tazminat talebi için zamanaşımı süresi nedir?
Ürün sorumluluğunda Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu özel bir hüküm getirmiştir. Kanun’un 6. maddesinde, “Tazminat talebi için zamanaşımı süresi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren üç yıl ve her halde zararın doğduğu tarihten itibaren on yıldır.” hükmü getirilmiştir. Dolayısıyla ürün sorumluluğu bakımından kısa zamanaşımı süresi üç yıl olarak uygulanacak ve kanımca yine deprem anında zarar doğduğu için bu tarihten itibaren başlayacaktır.
Taleplerin yarışması ve sorumluluğun kapsamı nelerdir?
Deprem sebebiyle ortaya çıkan zararlardan dolayı birden çok hukuki sebebe dayanarak tazminat talep edilebilmesi mümkündür. Bu durumda taleplerin yarışması söz konusu olacaktır. TBK m. 60’a göre, “bir kişinin sorumluluğu, birden çok sebebe dayandırılabiliyorsa, hâkim, zarar gören aksini istemiş olmadıkça veya kanunda aksi öngörülmedikçe, zarar görene en iyi giderim imkânını sağlayan sorumluluk sebebine göre karar verir.” Bu hüküm gereğince hâkime de önemli bir görev yüklenmiş olup, tazminat miktarı, ispat yükü, kusurun aranıp aranmaması, zamanaşımı gibi farklı kriterlere göre en iyi giderim imkânına göre karar vermesi gerekir.
Bu noktada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus zarar görenin kusurunun veya üçüncü bir kişinin kusurunun sorumluluk bakımından illiyet bağını kesip kesmediğidir. Örneğin ülkemizde özellikle alt katlarda dükkânların olması halinde mekânı genişletme amaçlı kolonların kesilmesi sıklıkla rastlanan bir durumdur. Bu durumda kolonlar eğer inşaat bittikten sonra zarar gören veya üçüncü kişi tarafından kesilmişse ve binada başka bir fenni ve teknik aykırılık yoksa, illiyet bağı tamamen kesilecek, yüklenici sorumlu olmayacak; eğer yüklenici bakımından da fenni veya teknik aykırılık var ama kolonların kesilmesi uğranılan hasarın artmasına ya da binanın yıkılmasına sebep olmuşsa, bu durum yüklenici bakımından tazminatta indirim sebebi olacaktır.
Zorunlu deprem sigortası neleri kapsar?
Ülkemizde 1999 Gölcük depremin ardından alınan tedbirlerden biri de 2000 yılında Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK)’nun kurulmasıdır. Bu kapsamda Zorunlu Deprem Sigortası edindirme, uygulama ve yönetimi faaliyetlerinden sorumlu tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu oluşmuştur. DASK adı altında bilinen Zorunlu Deprem Sigortası ile deprem ve depremden kaynaklanan yangın, infilak, yer kayması ve tsunami risklerine karşı, sigortalı konut sahiplerine maddi güvence sağlanmaktadır. Bu sigorta ile amaçlanan ister oturulamaz durumda ister kısmî hasarlı olsun, bina zararını en hızlı şekilde tazmin etmek ve böylece yaşamın normale dönmesine yardımcı olmaktır. Maliklerin Zorunlu Deprem Sigortası varsa ve 6 Şubat 2023 tarihi itibarıyla prim ödemeleri de tamsa, bu sigortadan yararlanabilirler. Ancak halen sigortanın tavan ödemesi 640.000TL’dir. Bu kısmı aşan zararlar için her durumda diğer sorumlulara başvurmak mümkün olduğu gibi, Zorunlu Deprem Sigortası sadece maddi zararları karşılamaya yönelik olup, manevi zararın bu kapsamda istenmesi mümkün değildir.
Özel hukuk sorumluluğu bağlamında istenebilecek tazminatın kapsamı ve türü, sorumluluğu doğuran durumun hukuki niteliğine göre değişebilmekle birlikte, kural olarak uğranılan bedensel zararların yanı sıra malvarlığının uğradığı eksilme de istenebilecektir. Can kaybı halinde mirasçılarının destekten yoksun kalma tazminatı ve manevi zarar talepleri olabilecektir. Bedensel zarar kapsamında fiili zarar, kazanç kayıpları gibi maddi zararların yanında yine manevi zarar talepleri de tazminat kapsamındadır. Yine uğranılan malvarlığı zararının da talep edilmesi mümkündür.
Biyografi: Prof. Dr. Şebnem Akipek Öcal
Akademisyen, Arabulucu, Avukat (Ankara Barosuna kayıt 1990).
Hukuk eğitimi: Profesör, Aralık 2010, Doçent, Mayıs 2004, Doktora (PH. D.) Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Mayıs 1998, Yüksek Lisans (LL.M.) University of London, London School of Economics and Political Science, Ekim 1991, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi-birincilikle mezuniyet, Haziran 1989.
Çalıştığı kurum ve görevleri: Medeni Hukuk Profesörü, TED Üniversitesi Öğretim Üyesi, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi; Orta Doğu Teknik Üniversitesi Eski Hukuk Müşaviri, Ankara Üniversitesi Adalet Meslek Yüksekokulu Eski Müdürü, Kadir Has Üniversitesi Eski Dekanı, TED Üniversitesi Eski Rektör Yardımcısı. Misafir Öğretim Üyesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Bilkent Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Koç Üniversitesi, Ufuk Üniversitesi, TED Üniversitesi, Anadolu Üniversitesi, Doğu Akdeniz Üniversitesi.
Uzmanlık alanları: Sözleşmeler Hukuku, Sorumluluk Hukuku, Taşınmaz Hukuku, Elektronik Ticaret Hukuku, Tüketicinin Korunması Hukuku, Sağlık Hukuku, Banka Hukuku, İnşaat Hukuku, Fikri ve Sınaî Haklar, Uluslararası Ticari Tahkim Hukuku, Uluslararası Satım Sözleşmeleri (CISG), Aile Hukuku, Miras Hukuku.