Sular yüksekken büyük balık, karıncaları yiyordu. Artık sular çekildi ve onların büyük balığı yeme zamanı gelip çattı.
Son derece aç ve kurnaz bir balık vardı. İşlerin istediği gibi gitmesi için akla gelebilecek tüm kirli oyunları oynamaya hazırdı.
Temel amacı, suların sürekli yükselmesini sağlamaktı. Bu sayede dilediği kadar karıncayı sorgusuz sualsiz biçimde yemesi mümkün olacaktı.
İşe koyulduğunda pek de büyük bir balık sayılmazdı. Ancak suları yüksek tutmayı başarınca hızlı ve acımasız bir şekilde büyüdü. Dile kolay yüz binlerce karınca yedi. Yine de doymak nedir bilmedi. Hedefinde belki de milyonlarca yeni kurban bulunuyordu.
Şüphesiz bu karıncalar arasında yenmeyi hak eden bir sürü aptal karınca vardı. Niye mi? Çünkü onlar, yalanlara kandılar ve suların yükselmesi için yıllarca sığ denize su taşıdılar.
Yenilenler arasında masum olanlar da vardı. Kendileri belki kurban oldu ama geride kalanların bir kısmının aydınlanmasını sağladılar.
Sular yükselince, balıklar karıncaları; Sular çekilince, karıncalar balıkları yer
Gün geldi, devran değişti. Sular sığlaştı ve çekilmeye başladı. Yani kurbanların büyük balığı yeme zamanı geldi.
Şaşılacak çok da bir şey yoktu aslında. Yaşanacak her şey, bu dünyanın uzun süredir unutulmuş bir kuralının tekrarlanmasından ibaretti: “Sular yükselince, balıklar karıncaları; sular çekilince de, karıncalar balıkları yer.”
Karıncalara gün doğdu ve fakat büyük balık kendisini korumak için son hamlesini yaptı. Ortaya iki başka balık sürdü. Elbette bazıları, bu balıklara yöneldi ve asıl hedeften uzaklaştı.
Büyük balığın hesaba katamadığı detay ise birleşip tek vücut haline gelen kurbanlarının kendisini yiyebilecek güce ulaşmış olduğu gerçeğiydi.
Hikayenin sonunda ne olduğunu mu merak ediyorsunuz? Henüz bilinmiyor. Çünkü daha yazılmadı. Peki yazmak ister misiniz? O zaman ne yapacağınızı biliyorsunuz!