Otuz yıl önce Green Day’in Dookie albümü dünya çapında inanılmaz bir yankı uyandırmış ve punk müziğin yazgısını değiştirmişti. Ünlü üçlü pop-punk türüyle dünya çapında geniş kitlelere ulaşmayı başarmış ve punk müziği ana akım türleri içine sokmuştu.
Green Day adıyla bir araya gelen Kaliforniyalı üç genç Billie Joe Armstrong, Mike Dirnt ve Tre Cool’un çıkardıkları Dookie albümünün otuzuncu yıldönümünü kutlamakta. Bundan otuz yıl önce popüler müzik dünyasının ezberini bozarak punk müziği zirveye taşıyan üçlü ilerleyen yıllarda müziğini alternatif rock’a doğru yaklaştırarak başarılı çalışmalarını sürdürdü. Dookie’nin müzik dünyası için ifade ettiği önemi anlamak için uzun yıllar öncesine, punk akımının doğduğu günlere geri gitmekte yarar var.
Punk akımı, egemen ideolojiye karşı savunulan bir başkaldırıydı
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra batı dünyasında sürdürülen ekonomik düzen varlıklı kesimin daha da varsıllaşmasını sağlarken dar gelirli kesimin yaşam koşullarının zorlaşmasına neden olmuştu. Öyle ki, işçi sınıfı temel gereksinimlerini karşılamak için daha çok emek harcamak zorunda kalıyordu.
Punk akımı 1960’lı yılların sonunda ABD’de, 1970’li yılların başında İngiltere’de dar gelirli insanlar arasında bir alt kültür olarak kendini gösterdi. Yaşadığı sıkıntıları egemen kültürün dayatmalarına bağlayan bir karşıt tepki hareketiydi. Egemen ideolojinin geniş kitleleri özendirdiği yaygın toplumsal düzeni tüketime yönlendirme ve sınıf farklılıkları içerdiği savıyla geri iten punklar öfkelerini özgün bir şekilde dile getirmeyi amaçladılar.
Zorla kabul ettirilen otoriteyi kötülüğün önünü açan bir güç olarak gördüklerinden uysallık ve uyumluluğun tam tersi olan karşıt görünümler ve etkinlikler üretme yolunu seçtiler. Söz gelimi; ‘Do-It-Yourself! (Kendin Yap!)’ adını verdikleri bireyci eğilimin sonucu olarak yırtık giysiler, zincirler, aside batırarak rengini soldurdukları kot pantolonlar ve küpe yerine çengelli iğneler giydikleri gibi mohawk saç kesimleri ile sokaklarda dolaşmayı yeğliyorlardı.
Giyim tarzı, felsefesi, fanzinleri ve dansları ile dikkat çekseler de punkları İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan diğer alt kültürlerden ayıran en özgün nokta punk rock’tı aslında. Başka bir deyişle, punk müzik temelli bir akımdı. Punklar öfkelerini ve arzularını, duygularını ve başkaldırını punk rock ile dile getiriyorlardı.
Her yönüyle olduğu gibi sunduğu müzik ile de oldukça özgündüler. Punk rock’tan önce böyle bir müzik türü hiç olmamıştı. Hırçın şarkı sözleri ve üç akorlu gitar yapısıyla dikkat çeken punk rock dönemin sosyo-ekonomik düzenini eleştirerek işçi sınıfının talihsizliğini vurgulamaktaydı. Dahası, karamsar ve bazen yokçuydu bile.
1976 yılına gelindiğinde Amerika ve İngiltere ekonomisi dar gelirli kesimi daha da sıkmaya başlamıştı. Punk rock toplumun ufak bir kitlesi tarafından dinlenmekteydi ama medyada çok sık yer buluyor ve sürekli olarak olumsuz eleştiriler alıyordu. Dolayısıyla, ABD’de Ramones ile İngiltere’de Sex Pistols’un patlaması hiç de şaşırtıcı değildi aslında. Medya sıkça yer verince punk rock kısa süre içinde kitlesini geniştetti.
1977 yılında çıkardıkları ‘Never Mind the Bollocks, Here’s the Sex Pistols’ albümüyle birçok saygın yayımın ‘bütün zamanların en iyi albümleri’ listesinde sürekli yer alan efsanevi Sex Pistols’un davulcusu Paul Cook o dönemi ‘The Clash, The Sex Pistols ve The Damned in London en büyük isimlerdi. Diğer gruplar, örneğin Chelsea, vagona atlamış olanlardandı.’ şeklinde anlatmakta.
Dönemin en ünlü sanatçılarından biri olan Elvis Costello ise punk rock’ın patlama yaptığı dönemi ‘Aslında basit bir yeraltı rock hareketiydi ve birden büyüdü. Plak satışları ise çok yüksek değildi. 1977, Bee Gees’in yılı olarak bilinir.’ şeklinde özetlemiş.
Kökeni 1960’lı yılların garage rock’una kadar uzanan Punk Rock sayıca az ama felsefelerine sıkı sıkıya bağlı bir kitle tarafından desteklenmekle birlikte 1980’li yılların başında patlama yapan New Wave ve Heavy Metal tarafından müzik gündeminin arka sıralara itildi.
Ne var ki 1980’li yıllar ile özdeşleşen new wave ve heavy metal müzikleri de 1990’lı yılların başında altın çağlarıyla esenleşerek egemenliklerini yüksek ritim sesiyle öne çıkan house, acid, techno gibi dans türleri ile öfkeli gitar rifleri, çatık kaşlı sözleri ve hırıltılı vokalleriyle beğeni toplayan grunge’ye bıraktı.
1980’li yılların başında popülaritesini yitiren punk rock tamamıyla ortadan kalkmamıştı aslında. Başkaldırıcı ruhu, bireyciliği ve hızlı-sert ritimleri ile artyetişimi farklı birçok müzisyeni etkilemeyi başararak ileriki yıllarda ska-punk, rap core, emo, hardcore gibi birçok yeni müzik türünün doğuşuna aracılık etti.
Yarattığı etki ve müzikal altyapı ile ortaya çıkışını sağladığı müzik türlerinden biri de pop-punk’tu. Başka bir deyişle, Dookie’nin doğum zamanı gelmişti. Dans şarkıları ve alternatif rock popüler müzik dünyasındaki tartışmasız egemenliğini sürdürmekteyken, 1994 yılında, Kaliforniyalı üçlü Green Day’in üçüncü albümü ‘Dookie’ bomba gibi patlayıverdi.
Punk müziğin üçlü akor gitar yapısını ana akımın akılda kalıcı sözleri, melodik yapısı ve neşeli ritimleri ile birleştiren Green Day milyonlarca müzikseverin beğenisini kazanarak eşine az rastlanır bir başarıya imza atmış oldu. Başka bir deyişle, Green Day’ın müziği aracılığıyla ana akım kültürüne karşı gerçekleştirdiği başkaldırı o denli büyük bir kitle tarafından benimsendi ki bir süre sonra pop-punk ana akıma dönüştü.
Green Day üçüncü albümüyle dünya çapında üne kavuştu
Green Day 1987 yılında Billie Joe Armstrong, Mike Dirnt ve John Kiffmeyer tarafından kurulmuştu. Henüz onbeş-onaltı yaşlarının toyluğunu aşmaya çalışan üç arkadaş Kaliforniya’nın yerel yapım şirketlerinden Lookout! Records’un kurucusu Larry Livermore tarafından bir arkadaş partisinde çalarlarken keşfedildi.
Livermore o günleri ‘Sahnede eşsiz bir gösteri sundular. Shea Stadyumu’nda The Beatles’i izlemek gibiydi. Billy 60.000 seyirciye söylüyormuş gibi bir tavır içerisindeydi. Tanıştığımızda ayağa kalktığını anımsıyorum. Onlarla plak yapmak istediğimi söylediğimde Tamam dedi. Herşey böyle başladı.’ şeklinde anlatmakta.
Green Day 1988 yılında, Berkeley’deki punklar tarafından çok tutulan ünlü 924 Gilman Street’de neredeyse her gün sahne almaya başladı. 1989 yılında ilk teklileri ‘1000 Hours‘, 1990 yılında ilk albümleri ‘39/Smooth’ yayınlandı. Aynı yıl üniversite öğrenimi görmek için gruptan çıkan John’un boşluğu Tré Cool ile dolduruldu.
Kuzey Kaliforniya’nın arka sokaklarında geçen huzursuz ergenlik yıllarının ardından ilk fırsatta liseyi terk ederek aykırı yaşam tarzını benimsemeyi seçen üç San Franciscolu genç henüz yirmi yaşlarına gelmemiş olmalarına karşın 1991 yılında çıkardıkları ‘Kerplunk’ albümüyle gözle görülür bir hayran kitlesi oluşturmayı başarmıştı bile. İlk iki albümlerinin toplam satışı 50.000 baskıyı aşmıştı.
Lookut! Records’un Genel Müdürü Christopher Applegren grubun o dönemki başarısını ‘Bağımsız bir plak şirketiyle o derece etkileyici bir başarı kazandılar ki… Demek istediğim, radyo istasyonlarına her iki albümden 100-150 adet göndermiştik sanırım.’ şeklinde anlatıyor. Üçlünün bas gitarcısı Mike Dirnt ise ‘Farklı kesimlerden birçok insan bizi izlemek için punk kulüplerine geliyordu. Bazen 1000 kişi olurdu.’ diye özetliyor o dönemki tanınışlarını.
O dönemde arka sokaklarda süregelen punk dalgalanması büyük müzik yapım şirketlerinin gözünden kaçmamıştı. Öyle ki, büyük şirketlerin yetenek avcılarını Gilman gibi kulüplere yönlendirerek ulusal listelerin dışında kalan yerel müzisyenleri izlettikleri ve büyük kitlelere seslenebilecek punk grupları bulmaya çalıştıkları kulaktan kulağa aktarılmaktaydı.
Green Day’in gitarcısı ve solisti Billie Joe Armstrong o yıllardaki heyecanlarından ‘Birçok grunge grubu vardı. The Pearl Jam, the Sound Gardens, Nirvana. Biz, grunge’nin inşa ettiği evi yıkmaya hazır bir top gibiydik.’ şeklinde söz ediyor. Tam bu sıralarda, 1993 yılının Nisan ayında, Green Day ünlü Warner Brothers’ın Reprise Records firması ile sözleşme imzaladı; üç ay sonra müzik yapımcısı Rob Cavallo ile Green Day 100.000$ bütçeyle Berkeley’deki Fame Fantasy Studios’ta albüm çalışmalarına başladı ve iki aylık bir çalışmanın sonunda ondört şarkı yayına hazır duruma getirildi.
Rob Cavallo çalışmayı bitirmenin kendisinde uyandırdığı duyguları ‘Sonunda tüm parçaları bitirmiş, tüm müzikleri hazırlamış ve tüm şarkı sözlerini yazmıştık. Artık Billy Joe’nun şarkı söyleme zamanı gelmişti. Her şarkı için en fazla üç kayıt yapıldı. Albümün tamamını iki günde söyledi. Böyle birşeyi yaşamım boyunca bir daha görmedim.’ şeklinde anlatmakta.
Albümün adının Dookie – Amerikan argosunda dışkı anlamında – konmasını ise Billie Joe Armstrong bir belgeselde ‘Turne sırasında kötü yemekler yersiniz ve mideniz sıkça bozulur. Bundan esinlenerek albümün adını dookie koymayı uygun gördük.’ diye açıklıyor. Şarkı sözleri ise üçlünün çocukluk, ergenlik ve büyüme çağlarında yaşadıkları sorun ve sarsıntılardan aldıkları esinle yazılmış.
Dookie, 1 Şubat 1994 tarihinde satışa sunuldu. 1990’lı yılların gençliğinin düşkırıklıkları, kaygıları, karşı çıkış arzusu ve sorunları üzerine eğilen albüm kısa süren bir beklemenin ardından popüler müzik sevenlerin ilgisini çekmeye başladı.
Dookie’nin ilk teklisi albüm ile aynı gün yayınlanan ‘Longview‘ şarkısıydı.
Longview pop müziği andıran melodik yapısıyla albümü ilk dinleyişte dikkat çeken parçaların başında geliyordu. Rob Cavallo parçayı ‘Bu şarkının döngüsel davul çalma tarzı ve sonraki yoğun punk gitarı ile iyi bir tekli olabileceğini düşünmüştüm. İlk dinlediğimde harika demiştim. On kere üst üste çaldım.‘ sözleriyle anlatırken üçlünün gitarcı-solisti Billie Joe Armstrong şarkının kendisine hissettirdiklerini ‘Tehdit dolu bir niteliği var. Şarkı sözleri şizofrenik gibi, bas altyapısı inişli çıkışlı gibi… Bir çeşit pürüzsüz bir his ve sonra birden bire davul patlaması.‘ şeklinde anlatıyor.
Albümün ikinci teklisi Basket Case’nin video klibi ve teklisi yayına çıktığında Green Day dünyaca ünlü olmuştu bile.
Üçlünün gitarcı ve solisti Billie Joel Armstrong Basket Case’yi kendi yaşamından esinlenerek oluşturmuş. ‘Basket Case tamamıyla duyarsızlaşmayla ilgili. Yaşamım boyunca kaygı nedeniyle acı çektim. Panik bozukluğunu bilirsiniz. Ben bilmiyordum. Bana ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Yalnızca aklımı yitirdiğimi sanıyordum. Neler olup bittiğini bilmemin tek yolu bunun hakkında bir şarkı yazmaktı. Panik bozukluğum olduğunu yıllar sonra öğrendim.‘
Green Day, ‘Basket Case’ ile En İyi Rock Vokali’ dalında Grammy ödülüne aday olmasının yanında 2021 yılında Rolling Stone dergisi tarafından ‘Bütün Zamanların En İyi 150. Şarkısı’ seçildi.
Albümün üçüncü teklisi ‘Welcome To Paradise’ bir önceki albümde de yer almıştı.
İlk defa üçlünün ikinci albümü Kerplunk’ta yer alan şarkı ‘Dookie’ için yeniden kayda alındı ve üçüncü tekli olarak video klibiyle beraber tekli olarak satışa sunuldu. Şarkı sözleri, grubun üç üyesinin evlerini terk ettikten sonra yaşadıklarından esinlenerek yazılmış. Billie Joe Armstrong şarkının anlamını ‘Evimden ilk defa ayrılmışım ve anneme bir mektup yazıyorum. Onyedi yaşındayım, West Oakland’dayım. Benzer öyküleri olan onbeş kişi terk edilmiş bir depoda beraberce yaşıyoruz. Çevrede fareler geziyor, kirli bir ortam. Otoritenin çirkin bulduğu birşeyi siz güzel buluyorsunuz. Yani, çirkinlikten güzellik çıkarıyorsunuz.’ diye ifade etmekte.
Dookie’nin bugüne dek dünya genelindeki toplam satışı on milyonu aşmış durumda.
The Donnas grubundan Donna F üçlünün başarısını bir belgeselde ilgi çekici bir bakış açısıyla açıklamış. ‘Genellikle MTV’de gördüğünüz insanların hepsi uzun, ince ve güzeldir. Ama bir gün Green Day MTV’ye çıktı.Kısa ve komik görünüyorlardı. Sevimliydiler ama onlar olağan sevimli insanlar gibi değillerdi. Ve bunu düşündüğümde hep gülüyorum. Radyoların ilgisi de çok büyüktü. Anneler çocuklarına onların şarkılarını satın almalarına izin veriyordu.’
Dookie 1994 yılında En İyi Alternatif Müzik Albümü dalında Grammy Ödülü kazandı
Üçlünün davulcusu Tré Cool 1990’lı yıllarda müzikseverler üzerinde uyandırdıkları etkiyle ilgili olarak ‘Birçok insan bana Beni depresyondan kurtardınız. Benim yaşamımı kurtardınız. Bana umut verdiniz. Bunların kulağa sıradan geldiğini söyleyebilirsiniz. Ama bunlar gerçek.’ diyor.
Bu yıl otuzuncu yıldönümünü kutlayan albüm hâlâ birçok müzik eleştirmeni tarafından müzik tarihinin en önemli pop-punk albümü olarak gösterilmekte. Dookie’nin açtığı yoldan ilerleyen birçok pop-punkçunun milyonlarla anılan satış rakamlarına ulaşmasının yanında Green Day, her ne kadar Dookie ile yakaladığı satış rakamlarına ulaşamasa da, kendi sound’unu daha da geliştirerek çok sayıda sevilen şarkıya imza attı, otuz yılda toplam doksaniki ödül kazanmayı başardı.
Kaynakça:
- VH1, Ultimate Albums: Dookie
- Edgehill Publishing Ltd, Music Legends: Rock Milestones: Dookie
- The Punk Revolution, Baylen McCarthy, 2013