İnsanın doğup büyümüş olduğu semtin kişinin üzerinde elbette ki büyük etkisi ve izleri vardır. Neticesinde ilk çocukluk hatıralarımız belleğimize o semt ile beraber yazılmıştır. Lakin bunun dışında bana kalırsa bir de insanın kendisini ait hissettiği bir semt ya da semtler vardır. Ben sonradan Modalı olanlardanım, ama İstanbul’da kendimi evimde gibi hissettiğim tek semt Moda’dır.
Birkaç sene önce Moda’nın tarihini ve geçmişini araştırmaya yönelik içimde bir istek uyandı, buna istinaden bir çok kitap okudum; ama içlerinden bir tanesi vardı ki en çok keyif alarak onu okudum ve bir çok satır arasında durup içimden “Ah keşke ben de o zamanlarda yaşasaydım” dedim.
Evet, opera sanatçısı, yazar ve çevirmen olan Anais M. Martin‘in Küçük Moda isimli özgün kitabından bahsediyorum. Kitabın daha ilk sayfalarında sizi küçük bir kız çocuğu karşılıyor. Anais M. Martin Küçük Moda kitabıyla sanki içindeki o küçük sevimli masal anlatıcısı kız çocuğunu çağırmış ve hadi başla bakalım anlatmaya dermiş gibisine derin derin hatıralarını anımsadığı ve yer yer de Moda’nın tarihine ve kültürüne dair kıymetli bilgiler verdiği büyüleyici bir yolculuğa çıkarıyor bizleri.
Yazarın İstanbul Dünya Başkenti kapsamında yayınlanan ve Fransa’nın en büyük kütüphanesi BNF ( Bibiliotheque National de la France) tarafından kabul edilerek Türk Yazarlar bölümünde sergilenen kitabını ben iki kere okudum, daha da defalarca bıkmadan okurum. Hani bazı nadir insanlar vardır ya, o konuşsun ben sabaha kadar dinlerim dersiniz, hah işte Anais M. Martin de benim için öylelerinden…
Röportaj: Anais M. Martin
Sevgili Anais ile her yerini adeta resim çizer gibi yazdığı ve Moda sevdalılarına adadığı eseri “Küçük Moda” üzerine yaptığımız söyleşiyi sizlerle de paylaşmak isterim.
Küçük Moda kitabınızın tohumları nasıl ekildi?
2010 yılı hatırlanacağı gibi İstanbul için oldukça önemli bir yıldı. O yıl İstanbul’umuz Avrupa Kültür merkezi seçilmişti. Bu bağlamda geliştirilen pek çok proje içinde bir de Heyamola Yayınlarının “Kırk Semt Kırk Yazar” adlı projesi yer alıyordu. ilk kırk semt kitaplaşıp TÜYAP Fuar’ında okurla buluştuğunda o kırk semtin içinde yer almıyordum ama bir yazar olarak tanıtım kokteyline çağırılmıştım.
Dostlarla sohbet ederken “Moda yazılmış ama Küçük Moda’dan sohbet eden bir kitap görmedim” dediğimde yayınevinin sahibi sevgili Ömer Asan “Moda’nın bir de küçük olanı mı var?” diye sorduğunda doğal ki yanıtım “Var hem de semtin çok sevimli bir bölümüdür” diye olunca Ömer “Eh zaten İstanbul kırk semtle anlatılamaz, ikinci kırk semte Küçük Moda ile katılır mısın?” diye önerdiğinde teklifini keyifle kabul ettim. İşte Küçük Moda kitabımım serüveni böyle başladı.
Ses ve koku hafızanızda Moda’ya ait neler var?
Neler yok ki sevgili dostum…Başta seyyar satıcılar ve onların kendilerine özgü şarkıları… “Sütlü mısır” diye bağırarak sokağımıza giren mısırcımızın, mısır kazanını her açışında mısırların o insanın ağzını sulandıran kokusu, pamuk helva satıcısının şekerleri kavurarak pamuklaştırırken etrafa yayılan koku biz çocukların pamuk helvacı amcanın başına üşüşmesine neden olurdu. Bu iki örneği çoğaltmak çok mümkün. Yiyecek seyyarlarının yanı sıra kalaycıların sokağı inleten sesleri. İlkbahar geldiğinde çingene kadınların “Margarites, luludes” diye bağırarak papatya satmaları. Karpuz kavun zamanı karpuzcuların “Bal bunlar, almayan pişmaaan” diye bağırarak Moda’nın sokaklarını gezmeleri… Bu ve bunun gibi daha niceleri hala dünmüş gibi sesleri ve kokularıyla belleğimde duruyor.
Eski zamanlarda Moda semtinde yaşamış bir kişiyi ele alalım. Bu kişi her akşam iş dönüşü Kadıköy iskelesinden çıkmış ve hemen köşe başındaki bir ağaç rüzgardaki yaprak hışırtıları eşliğinde adeta hoş geldin dercesine onu her gün karşılamış; ve evinin sokağındaki cumba balkonlu eski köşkün önünden geçerken onun avlusunda çocukluk arkadaşlarıyla oynadığı zamanları anımsamış olsa… Bunların hepsi sizin de bildiğiniz gibi bireye ait olan kıymetli semt hafızasıdır. Moda’nın semt hafızası bu zamana kadar ne ölçüde korunabildi?
Şehirlerde yola çıkarak yanıtlamak gerekirse, hele de İstanbul gibi büyük metropoller değişimden kaçamazlar. Önemli olan bu değişimin olumlu yönde gelişmesidir. Ben çok eski bir Modalı aileden geldiğim için ailemden duyduğum eski anıları sanki ben yaşamışım gibi duyumsadım hep. İlk gençlik yıllarımda hala Moda’da kimi konaklar, cumbalı evler vardı. Öyle ki mahallemin sokağında dolaşırken eskileri gözümde canlandırabilirim. Benim gibi eski Modalı olanlar da doğal ki yeni yapılara bakarken eskiler belleklerinde ve gözlerinde canlanır. Beni üzen nokta bu güzelliklerin büyük kısmının gelişim adı altında yok edilmesidir. Bir tek Moda da değil üstelik bellek yitimine uğrayan. Ülkemiz genelinde pek çok kent, semt, eski yerleşim alanı betona feda edildi.
Gerçek bir Modalı olmak için Moda’da doğmak mı gerekir?
Moda’da dünyaya gelmek ve bir kaç kuşak Modalı aileye ait olmak eğer gerçekten Modalı olmak ise yedi kuşak Modalı aileye sahip olmam nedeniyle evet ben bir Modalıyım. Bir de Moda’ya gönüllerini kaptırıp artık kalan ömürlerini bu semtte geçirmek isteyenler var. Onlar semte sevdalanarak geldikleri için inanır mısınız çok daha çabuk sanki doğma büyüme Modalıymışlar gibi Modalı oluveriyorlar.
Moda bir opera şarkısı olsa hangisi olurdu?
Eğer seçim bana bırakılırsa “Tarihte Moda ve Aşkları” adlı bir opera bestelemeyi tercih ederdim.
Kişinin belki de kendisini evde hissetmesi için dört duvarı olan bir yaşam alanına ihtiyacı yoktur. İnsan yaşamış olduğu semtte de kendisni evinde gibi hissedebilir mi?
Çok güzel ve yanıtını içinde barındıran bir soru. Evet, insanın doğduğu semt bana göre dünyaya gözlerini açtığı evi gibidir.
Son zamanlarda yaptığınız diğer çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Dünyaya söyleyecek çok sözünüz varsa üstelik bir de müzisyenseniz, ne yazı biter ne de beste… Öte yandan yazarlığın farklı dallarında da dolaşmak beni çok mutlu eder. Şöyle ki: bildiğim dillerde çeviri yapmak beni başka dünyalara alır götürür. Örneğin yakın bir tarihte çevirisini bitirdiğim Coisma ( Wagner’in ikinci karısı ve Franz Liszt’ tin kızı) bir kez daha o döneme dönmeme ve yeniden dönemle ilgili kitapları okumamı sağladı. Söylemeye çalıştığım sadece kitap okumak değil çeviri yapmak da kişiyi peşinden sürükler. Çocuk kitaplarımın on kitaplık dizisi “Torun kızın rüyaları” ise dosyalandı ve yayıncı bekliyor. Opera anılarımı ve doğal ki o dönemi kapsayan dosyam ise şimdilik dolapta demleniyor.