Göztepe yeniden süper ligde.
Dolayısıyla İzmir’in süper ligde bir takımı oldu. Olması gerekendi. Güzel oldu…
Olmasına güzel oldu da bu Göztepe kimin takımı? Yani Göztepe kulübü kimin?
Göztepe semtinin mi? İzmir’in mi? Türkiye’nin mi?
Sahi, Göztepe’nin sahipleri kim?
Göztepeliler mi? İzmirliler mi? Türkiye halkı mı?
Milliyetçilik yapmıyorum… Sadece soruyorum.
Başarıya ve coşkuya limon da sıkmıyorum… Sadece soruyorum.
Çünkü mevcut duruma gelince; Göztepe Spor kulübünün başkanı Rasmus Ankersen’dir. Kulübün %70 oranda sahibi Sport Repuplic adlı şirkettir. Sport Republic şirketi ise kendini, Spor ve Eğlence sektörüne yatırım yapmak ve büyüme amacıyla kurulmuş holding olarak tanımlamaktadır. Şirketin sahipleri, Danimarkalı Rasmus Ankersen(CEO) ile birlikte Amerikalı Henrik Kraft (Yönetim Kurulu Başkanı) ve Sırp işadamı yatırımcı Dragan Šolaktır. Kulübün diğer ortağı %30 oranında satışı gerçekleştiren iş adamı ve zamanın kulüp başkanı Mehmet Sepil’dir..
Sizce bu koşullarda Göztepe kimin veya kimlerin takımıdır. Endüstriyel futbol dedikleri şeyin ne olduğunu elbette biliyoruz. İngiltere’de Fransa’da örnekleri çoktur. Ama işi biraz inceleyince, bizdeki ile bazı farklılıklar içerdiği pek ala görülmektedir. Meraklısı dilerse araştırabilir.
Konuyu uzatmadan, Göztepe şampiyon olmuştur. Süper lige çıkmıştır ama şampiyon olan bu takım “o takım” mıdır? diye sormadan edemiyoruz. Yani Göztepe, bildiğimiz o “göz göz Göztepe” midir?
Artık takımlar ve kulüpler ülkelerin ve ulusların kulüpleri ve takımları olmaktan çıkmaktadırlar. Uluslararsı para ticaretin (finans kapital) kulüpleri ve takımları olmaktadırlar. Peki, bu durumda kulüp üyeleri, genel kurullar ne oluyor? Haliyle olmuyor. Şirketlerin yönetim kurulu başkanı ve üyeleri olur. Dolayısıyla genel kurulu oluşturan kulüp üyeleri, yani kulübün sahipleri olmaktan çıkıyor. Çünkü bir şirketin alt işletmelerinden birisi haline geliyor.
Taraftarlar peki? Onlar eski Göztepe’nin, tarihsel anlamdaki Göztepe’nin nostaljisi ile avunan fanatik müşterilerdir aslında. Bu durumda taraftarlık geleneksel, sahiplik evrensel oluyor. Bu ise sürecin trajikomik çıktılarından birisi.
Evrensel olanın taraftarlığı elbette olur. Ama bu taraftarlık klasik anlamda bir “bize ait” olana taraf olmaktan daha çok bir ürüne, bir düşünceye, bir inanca taraftarlık olur ki bunlar da çoğunlukla müritlik, militanlık ve müsterilik temelinde inşa edilir. Ulusalcılık veya milletçilik bağlamlarından kopuk olan taraftarlığın güzel yanı milliyetçiliğin ırki üstünlük ve farklılık taşımıyor olması olabilir belki ama evrensel bir yapıya, ürüne, metaya, şirkete, düşünceye taraftarlık kimlik ve oradan kişilik bağlamlarında bir yok oluşu beraberinde getirmez, her şeyi ve herkesi emperyal ekonominin tutsağı haline getirmez mi?
Peki, kulüpler ve özellikle takımlar aynı zamanda karşı duruşların, reddedişlerin, protestoların birer aracı ve temsiliyeti olmazsa, futbolun oyun dışındaki en güzel yanı olan kendini bir yere ait hissetme duyguları ve birlikte davranma becerileri ne olacak? Şimdilik kimse farkında değil… Peki, ya 50 yıl sonra…
Kulüpler ve takımlar biraz da bunun için değil midir?