İlk çağdan günümüze, avcı-toplayıcı atalarımızdan bu yana doğa ile iç içeyiz. Doğduğumuz anda doğa ile nefes alır, yaşamlarımızı bir çok hayati yönden onunla sürdürürüz. Soluduğumuz oksijenden, etini tükettiğimiz veya deri ve postlarını kullandığımız canlılara, tarımcılık sürdürerek, önemli besin öğeleri elde ettiğimiz her türden meyve ve sebzeye, yapı yapımında ve ateş yakmada önemli rol oynayan ağaçlara, çok amaçlı kullandığımız su kaynaklarına… Hepsi doğa ile ilişkimizin, bütününün birer parçası. Evet, onunla bir bütünüz; o halde, neden onunla aynı zamanda bir mücadeledeyiz?
“Hayvanlar, ekosistemlerin işleyişinde kritik bir rol oynar. Polinatörler, tohum dağıtıcıları ve doğal dengeyi sağlayıcılar olarak ekosistemlerin sağlıklı kalmasını sağlarlar.” – Doğa Kitabı: Bitkiler, hayvanlar ve gezegenimiz (Marianne Taylor)
İnsan, sınırsız sayılabilecek gücüyle dünya üzerinde her türden radikal cüretkarlığı kendinde bulur. Bu genellikle, daha fazlasını arzulama, tatminsizlik, estetik şekilcilik ve ego kaynaklı dürtüler gibi, pek çok içsel etkenin sonucu olarak görülebilir. Evet, insan, tarih boyunca canlı sınıfları arasında önemli bir rol ve güçlü bir duruşa sahip olmuştur. Fakat, unutmamak gerekir ki, bu gücün ne şekilde kullanıldığı da önemlidir; gücü, yaşadığımız gezegene zarar verecek kaotiklikte sarf edersek, bunun doğa açısından bize geri dönüşleri son derece ağır sonuçlar doğurabilir. Şöyle bir bakalım…
- Habitat tahribatı ve ormansızlaşma: Amazon Ormanı ve diğer tropikal yağmur ormanlarının hızlı şekilde tahrip edilmesi, büyük ölçekli biyoçeşitlilik kaybına ve yerel iklim değişikliklerine neden oldu. Ormanların kaybı, yerel ve küresel iklim düzenini bozarak karbon döngüsünü etkiledi ve toprak erozyonunu artırdı.
- Çevre kirliliği: Plastik kirliliği ve kimyasal atıklar, okyanuslarda büyük plastik adalar oluşturdu ve su ekosistemlerinde geniş çaplı bozulmalara yol açtı. Bu kirlilik, deniz yaşamının sağlığını tehdit ederken, su kalitesini de ciddi şekilde etkiledi.
- İklim değişikliği ve küresel ısınma: Küresel ısınma, deniz seviyelerinin yükselmesine, buzulların hızla erimesine ve aşırı hava olaylarının (örneğin, şiddetli fırtınalar, sıcak hava dalgaları) artmasına neden oldu. Bu, kıyı bölgelerinde sel riskini artırdı ve ekosistemlerin dengesini bozdu.
- Biyolojik çeşitliliğin kaybı ve türlerin yok olması: Türlerin yok olma oranı, tarihsel oranların çok üzerine çıktı. Özellikle tropikal bölgelerde ve mercan resiflerinde biyolojik çeşitlilik kaybı, ekosistem hizmetlerinin azalmasına ve doğal dengenin bozulmasına neden oldu.
- Tarım ve çiftçilik uygulamalarındaki zararlı etkiler: Modern tarım uygulamaları, toprak verimliliğini düşürme, su kaynaklarını kirletme ve biyoçeşitliliği azaltma gibi olumsuz etkiler yarattı. Ayrıca, kimyasal kullanımının sağlık üzerindeki olumsuz etkileri de bilinmekte.
- Sokak hayvanları için yetersiz yönetim ve bakımsızlık: Sokak hayvanlarının bakımı ve yönetimi konusunda yetersizlikler, sağlık sorunlarına ve ekosistem dengesizliklerine neden olmuştur. Ek olarak, bu durum toplumda hayvan refahı konusunda farkındalık eksikliklerine yol açmıştır.
Ve tüm bunlara benzer, daha çokça örneklemede bulunabiliriz. Kuşkusuz ki doğa ile bir bütün olan insan, giderek özünden ve bu öz farkındalığından uzaklaşmış, doğayı karşısına almıştır. Fazlası, daha fazlası, çok daha fazlası… Yaşam kalitesini en uç seviyelerde yaşamayı düşleyerek doğa ile karşı karşıya gelen insan, aslında, kalitesiz bir yaşamın pençesine düşmüştür. Sınıf ayrımının neresinde olursak olalım, konumumuz ne olursa olsun, doğal kaynaklar tükendiğinde veya kullanılamaz hale geldiğinde ve bizlere daha fazlasını veremeyecek bir durum söz konusu olduğunda, sonuçları şüphesiz ki hepimiz için ağır olacaktır.
Ülke gündemimizde bir sokak hayvanları krizi mevcut. Meclisimizde görüşülüp, oylanması üzerine, bu hayvanların sokaklardan toplanıp, rehabilite edilmeleri, sahiplendirilmeleri, gerekirse ötenazi ile uyutulmaları söz konusu. Bu da ülkede bir görüş kutuplaşması yaratıyor. Kutuplaşmanın bir kısmı bunun, insanların sokaktaki güvenlikleri doğrultusunda doğru olduğunu, diğer kısmı ise bunun bir insanlık suçu, bir katliam olduğunu savunmakta. Peki, bu noktaya neden gelindi?
Yukarıda, insanın doğa ile karşı karşıya geldiği durumlarda, etkiye tepki olarak, bizim doğaya bir takım yaptığımız şeyler dolayısıyla, gerçekleşen bazı olumsuz sonuçları maddeledim. Bunlardan biri de, şuanki gündemimiz ile doğrudan ilgili, “sokak hayvanları için yetersiz yönetim ve bakımsızlık” başlığı altındaydı. Sistemli bir gidişat ve gelecek odaklı bir düzen için, iyi bir zemin, biraz öngörü ve önceden alınması gereken önlemler, işin formülüdür. Bazı şeyler çığrından çıktığında, üzerimize düşeni yapmayan kendimiz yerine, o şeyleri suçlamak, bu formüle göre ne kadar mantıklıdır? O halde bu sorudan yola çıkarak, şunu söyleyebiliriz ki… Kendi haline bırakılmışlık, kaosun habercisidir. Olumsuz bir takım sonuçlar çıkana dek, bir şeyleri düzenli yürütmeye yönelik iyi bir zemin hazırlamazsak, o şeyden verimli bir sonuç alamayız.
Sokak hayvanları tarih boyunca toplumların gündelik yaşantılarının bir parçası olmuştur… Bizim tarihimizde de öyle idi. Örneğin, Osmanlı dönemine bu konuda kısa bir mercek tutalım:
- “Osmanlı döneminde sokak hayvanlarına yönelik sosyal bir sorumluluk anlayışı vardı. Şehirlerde, özellikle İstanbul’da, sokak hayvanları için belirli bir bakım ve beslenme sağlanırdı. Hayvanlara yiyecek sağlamak için çeşitli vakıflar ve özel düzenlemeler yapılırdı. Her mahallede hayvanların beslenmesi için genellikle esnaf ve yerel halk katkıda bulunurdu.” – Sönmez, A. (2008). Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyal Yardım ve Hayır Kurumları. Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
- Özellikle İstanbul gibi büyük şehirlerde, hayvanların sağlığına dikkat edilmesi için belediye ve vakıflar tarafından düzenli olarak veteriner müdahaleleri sağlanırdı. – Güran, A. (2004). Osmanlı Dönemi İstanbul’da Hayvan Bakımı ve Sağlığı. Osmanlı Araştırmaları Dergisi
- Hayvanlara zarar vermek veya kötü muamelede bulunmak yasaktı ve bu tür davranışlar cezai yaptırımlarla karşılanıyordu. – Karaman, İ. (2006). Osmanlı Hukukunda Hayvan Hakları. Hukuk ve İktisat Dergisi
- Sokak hayvanlarının kontrol altında tutulması için kısırlaştırma gibi yöntemler uygulanırdı. Bu, özellikle köpek popülasyonunun yönetilmesi açısından önemliydi. – Orhon, N. (1997). Osmanlı Döneminde Hayvan Kısırlaştırma ve Kontrol Politikaları. Veterinerlik Tarihi
- “Osmanlı toplumunda, sokak köpekleri sadece sokakların değil, aynı zamanda sosyal yapının da bir parçası olarak görülmüştür. Onlara sağlanan bakım, toplumun hayvanlara karşı gösterdiği hoşgörü ve şefkati yansıtmaktadır.” – Kuzucu, K. (2021). İstanbul’un Sokak Köpekleri: Muhafazakarlık ve Modernlik Bağlamında Osmanlı’dan Cumhuriyet’e. İletişim Yayınları
Aslında vaktinde alınabilecek önlemler ile çözümü çok basit şeylerden bahsediyoruz. Örneğin düzenli kısırlaştırma ile kontrolsüz üreme yani popülasyon patlaması önlenebilir, bazı gönüllü destekler ile bakımlarına katkıda bulunulabilir, ülke çapında daha büyük ve etkili bazda, hijyen standartlarına uygun barınak merkezleri kurulabilir. Tabii bu ve benzerleri önceden alınması gereken tedbirlerdir. Bu tedbirler alınmadığında ve bazı olumsuz sonuçlara varıldığında sokak hayvanlarını suçlayamayız. Onlar da tıpkı bizler gibi doğaları gereği yaşamlarını sürdüren canlılardır. Zihinlerinde içgüdüsel olarak programlı oldukları yaşamı sürdürürler; üreme, beslenme, gruplar halinde yada tekil halde keşfetme gibi. İnsanlara kıyasla, programlı oldukları şeyler arasında “öldürme” eylemi yoktur. Yalnızca zihinsel olarak etki altında kaldıkları kuduz gibi bir rahatsızlıkları var ise yada tehdit altında hissederlerse, veya bir tür çeteleşme sonucu saldırganlık gösterebilirler. Tabii bunlar yine vaktinde önlenebilir şeylerdir. Mesela, kuduz, bilindiği kadarı ile sinir sistemini etkileyerek beyin ve omuriliğe zarar veren bir virüstür, davranış bozukluklarına yol açar. Bunu önlemenin yolu yine stabil yürütülen bir popülasyon süreci, yerel yönetimlerin çevre hijyenini önemsemesi, düzenli kontrol ve bakım gibi bazı unsurlardır. Yani, bir şeylere ne kadar tedbir alırsak, sonuçlarından da o kadar verim elde ederiz.
Kullandığımız araziler, yollar, sokaklar, şehir haline getirip günlük yaşantımızı sürdürdüğümüz tüm alanlar, bizim olduğu kadar sokak hayvanlarının da yaşamaya hakkı olan alanlardır. Onları işgalcilikle suçlayamayız, eğer bu açıdan bakarsak; ormanları talan eden, dizginsizce kaynak tüketen, denizleri kirleten, şehirleşme ile doğal yaşam alanlarını gittikçe kısıtlayan ve diğer her türden zararı veren bizler, asıl işgalcileriz.