Ekranlarda kaybolan gerçeklik

ekranlarda

Bugün canım sıkıldı ve televizyonun karşısına geçtim. Ama ne buldum? Yığınla dizi, her biri aşk hikâyeleriyle dolup taşmış; arka planda büyük bir boşluk. Ekranlarda güçlü kadınlardan bahsediliyor, ama bu kadınlar, çoğunlukla erkeklere bağımlı kılınan karakterlerle dolu. Kadın hakları için eylem yapan sanatçılar, bir yandan aşk masallarının içinde kaybolmuşken, diğer yandan özgürlük adına ne yazık ki kendilerine sunulan kalıplara sıkışmış durumda.

Her gün gözlerimizin önünde sergilenen bu hikâyeler, gerçek yaşamdan uzak, yanıltıcı bir tablo çiziyor. Güçlü kadın imajı, aslında bir erkeğin gölgesinde var olma mücadelesi haline gelmiş. Aşkın kutsallığı, bazen bir hapishane gibi bizi kuşatıyor. Evet, aşk güzeldir, ama aşkın kölesi olmak, özgürlük değil; bu, kendi özümüzden uzaklaşmaktır.


Dizilerdeki karakterler, çoğu zaman kendilerini bulma yolculuğuna çıkmaktan çok, bir erkeğin onayını arıyor. Onlarca yıl süren mücadeleler ve kazanımlar, birkaç dakikalık sahnelerde yok olup gidiyor. Kadın hakları mücadelesi, sadece bir kavram olarak kalıyor. Aşka dair bu romantize edilmiş bakış açısı, gerçek özgürlüğü ve bağımsızlığı gölgede bırakıyor.

Bu noktada, kendime bir soru soruyorum: Gerçekten güçlü kadınlar mıyız, yoksa başkalarının hikâyelerinde kaybolmuş, kendi sesimizi bulamayan figüranlar mı? Hayatımızın merkezine koyduğumuz aşk, bizi özgürleştirmekten çok, sınırlıyor mu? Bu soruların cevabını bulmak, belki de içsel bir yolculuğun başlangıcıdır.

Güçlü olmak, bir erkeğe bağımlı olmaktan geçmez. Gerçek güç, kendi ayaklarımızın üzerinde durabilmekte ve kendi hikâyemizi yazabilmekte saklıdır. Ekranlar, bize gerçek hayattan uzak bir dünya sunarken, bizler kendi içimizdeki sesi bulmalıyız. Aşkı, bağımlılıktan çıkartıp, karşılıklı bir yolculuğa dönüştürmeliyiz.


Sonuç olarak, dizilerin sunduğu yanıltıcı dünyadan uzaklaşıp, kendi hayatımızı renklendirmek ve gerçek hikâyemizi yazmak için cesur olmalıyız.

Estetik ve insan değeri: Kalpten gelen gerçek güzellik