23 Nisan 2025
Hepimizin belleğinde çocuk sesleriyle, neşeyle yankılanması gereken bir gün. Ama bu kez yerin altından yükselen ses, İstanbul’un tüm çocuk gülüşlerini susturdu.
Saat 12:49’da Silivri açıklarında, Kandilli Rasathanesi’nin 6.1 olarak açıkladığı bir sarsıntı, sadece binaları değil, kalpleri de derinden sarstı. 13 saniye… Ne uzun bir zaman o panikte.
İnsanlar sokaklara döküldü; kimi camdan atladı, kimi sevdiklerine ulaşamamanın korkusuyla çaresizce bekledi. 151 kişi yaralandı. Ama yaralanan sadece bedenler değil, güven duygumuzdu.
Valilik hızlıca “Yıkım yok” dedi. Oysa bizler, yıllardır süregelen ihmalin yıkımı altındaydık. GSM hatları çöktü. Fahiş fatura ödeyen milyonlar, en ihtiyaç olunan zamanda birbirine ulaşamamanın isyanını yaşadı.
Sahi, teknoloji çağı mıydı bu yoksa dijital orta çağ mı?
Deprem sonrası gözler uzmanlara çevrildi. En çarpıcı açıklama, tahmini birebir çıkan Prof. Dr. Şener Üşümezsoy’dan geldi: “Bu, beklediğimiz depremdi. Marmara’da büyük deprem riski yok.” Kimi yüreklere su serpti bu sözler. Ama aynı anda Prof. Dr. Naci Görür sert uyarısını tekrarladı: “Bu büyük deprem değil. Marmara’da 7’nin üzerinde bir deprem olacak.” Ve Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan’ın sesi: “Bu bir öncü. 1-2 kez daha sarsılacağız. Büyük olan gecikmeyecek.”
İstanbul hazır mı? Hayır. Yapılar güçlü mü? Hayır.
İletişim altyapısı çalıştı mı? Hayır. Panik içinde kaldık. Yalnızdık. Ve tüm bu yalnızlık, aslında yıllardır göz yumduğumuz eksiklerin çığlığıydı.
Bu bir doğa olayı değildi yalnızca, bu bir ihmalin tokadıydı. Her afette aynı sözleri duyuyoruz: “Geçmiş olsun.” Ama artık “geçmiş” değil mesele. Gelecek için ne yaptığımız. Betonla değil, bilinçle büyümek zorundayız. Aksi hâlde o “büyük İstanbul depremi” hâlâ kapımızda, bekliyor. Biz ne kadar görmezden gelsek de…
Çaresiz miyim?
Deprem öldürmez, ihmal öldürür!
“İyiyim” demek nasıl adettense, bu uyarılar da adetten oldu. Ha mermer, ha kafa…
Hepimize geçmiş olsun mu? Hayır. Artık geçmişe değil, gerçeğe bakalım.