Mutluluğun formülünü bulanınız var mı?

Aşk? Para? Yoga? Reiki? Antidepresan? Spor? Enerji? Hangisi? Liste uzar gider. Peki sır hangisinde? Einstein’ın E=mc2′sinin yanına bunu da iliştirseydi keşke. Ya da biraz tersten sorayım mutluluk gözümüzü karatacak kadar kıymetli mi?

Toksik mutluluk, duygusal tükenmişlik ve sürekli onay arayışına yol açabilir. Gerçek mutluluk ise acıyı da içinde barındırır.

Uzun zamandır herkes mutsuzlukla baş etme yollarından bahsediyor. Mutsuzluk kötü. Kimse mutsuz olmak istemez. Sanki bir kara delik gibi çekiverir insanı, en dibe. Peki ya mutluluk? O bizim karnımızda kelebekler uçuşturan ve son zamanlarda neredeyse yaşam gayemiz olan, o gerçekten bu kadar masum mu? Mesela mutluluk zehirler mi insanı? Cevabınız hayır ise bence bir kez daha düşünün.

Toksik mutluluk

Milenyum insanı en özel (!) insan. O kadar özel ki mutsuz olamaz. Bunu kim mi söylüyor: ailemiz, sevdikleriniz, sevmediklerimiz, medya, internet, sermaye kısaca herkes. Adım başı mutluluk videoları, ışıltılı hayatlar, kazanılan zaferler… Ve o balonun peşi sıra sürüklenen ve daha fazla mutluluk nidaları atan bizler…. Hayatlar da çekilen zafer fotoğrafları da çok güzel. Muhteşem insanların içinde hiç mutsuzluk olmayan muhteşem hikâyeleri. Peki kötülük nerede? Bu güzel tabloda kötü olan ne olabilir?

Kötülük tam olarak orda o hayale kapılan bizlerde. Misal muhteşem bir zayıflama başarısı dinliyoruz. Her şey o kadar güzel o kadar mutlu o kadar kolay ki. O aşkla başlıyoruz. Ta ki ayağımız tökezleyene kadar. Toksik iyilikte ara renk yoktur. Ya muhteşemsindir ya da değil. O yüzden ayağın tökezleyip birden o muhteşem vücuda sahip olamıyorsun. Bu tabi ki senin iradesizliğin. Hem anne hem iş kadını olmayı beceremediysen, bu tamamen senin yetersizliğin(!). Destek almana rağmen hâlâ depresif olmak senin tercihin(!) ve bu yargılar değil içindeki toksik mutlunun sözleri. Hadi şimdi baştaki soruya geri dönelim. Mutluluk masumiyetini yitirip canavarlaşabilir mi? Artık cevabı şüphesiz evet.

Oysa gerçek mutluluğun içinde acı vardır: Gözyaşı, çaba, defalarca kez düşme ve her seferinde yeniden kalkma. Aslında tüm bunlar bir zamanların normaliydi. Sonra insan -belki acıdan sıkıldı, belki gücünün kurbanı olup Tanrıcılık oynamak istedi- bilmiyorum ama acıdan korkar oldu. Acıdan arındırılmış bir hayatın hayaline kapıldıkça gerçeklik algısını yitirdi. Farklılıklara tahammülü azaldıkça kendini yetersiz ve mutsuz görmeye, tüm bunları hissettikçe de daha çok mutlu olmaya muhtaç oldu. Tıpkı bir bağımlı gibi.

Hepimizin elinde bir fener, mutluluk formülü arar olduk. Oysa bu kadar değişken varken nasıl bir tane formül olabilirdi ki? Benim cennetim bir başkasının cehennemi olabilecekken, nasıl hepimiz için aynı formül geçerli olabilirdi?

Yine de formül isteyenlere söyleyeyim: Mutluluk uzaklarda değil, tam olarak içimizde. Mutsuzluğun hemen yanında. O son düşüşün hemen solunda. İçimizde ki karmaşanın ortasında. Hâlâ hissedebildiğimiz için kırılabilen kalbimizde. Akan gözyaşımızda. O nefret ettiğimiz göbeğimizin küçülme ihtimalinde. Velhasıl mutluluk biziz.  Ne dışarıda bir formülde, ne başkasının hayatında. Kendi gölgemizin yanında, kendi kalbimizin içinde. Nokta.

🌐 Bunlar da ilginizi çekebilir:

Elif Aver
Elif Aver; 1987 yılında İstanbul'da doğdu. Cumhuriyet Üniversitesi Jeofizik Mühendisliği bölümünden 2010 yılında mezun oldu. Özel sektörde mesleğini yapmakta, ayrıca TMMOB Jeofizik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi yönetim kurulu üyesi. Yazmak, çizmek ve okumak çocukluğundan beri en büyük tutkusu. Ondan sebep söz yitene kalem bitene kadar yazanlardan.