Çocuklar ve boya kalemleri

Ellerimizde boya kalemleri vardı. O günü hiç unutmuyorum. Kızımla keyif içinde resim yapıyorduk. Birden elindeki kalemleri bıraktı ve gözlerimin içine bakarak bana şu soruyu sordu: ‘Anne ben ölecek miyim?’ Hiç tereddüt etmeden, ‘Hayır’ dedim. Cevap bir anda ağzımdan çıkıvermişti.

Mutlu Çocukluk
Mutlu Çocukluk

O yaşta bir çocuğa ölümü anlatmanın ve iç dünyasında zamansız bir sarsıntı yaratmanın anlamı olmadığını düşünmüştüm. Aslında merakının altında, ‘Kendimi hep güvende hissetmek istiyorum, bu mutluluğum devam edecek mi?’ sorusu saklıydı.

Çocuklara tüm insanlık hallerini bir nefeste masal anlatır gibi anlatmak olası değil. Yaşam ve bir parçası olduğumuz düzenin kuşattığı gerçeklik ne yazık ki çocuklarımıza gül bahçeleri vaat etmemizi mümkün kılmıyor. Hayat, çocukluktan başlayıp yetişkinliğe doğru uzanan ve herkesin kendi deneyimleriyle eşsiz hale getirdiği benzersiz bir yolculuk. Bu yolculukta bir yere kadar onların yanında olabiliriz ve sonrasında koşulsuz sevgimizi yanlarına katarak onları kendi mücadelelerine uğurlarız. Şiddetten, savaşlardan ve yoksulluktan arındıramadığımız bu dünyada çetin iştir çocuk olmak!


Evrensel bir kavram olan çocuk hakları bildirgesine göre çocukların fiziksel, zihinsel, ahlaki, ruhsal ve toplumsal olarak sağlıklı normal koşullar altında özgür ve onuru zedelenmeyecek şekilde yetişmesi en doğal haklarıdır. Yaşadığımız coğrafyaya bakınca, korunan ve kollanan çocukların başka bir masalın kahramanları olduğunu düşünüyorum. Söz konusu evrensel haklar sadece kâğıt üzerinde mi geçerlidir? Çocuk haklarının ihlali şiddetle beslenen toplumlarda, kanı kanla yıkamaya çalışanların savaşlarında başlar. Oysa yeryüzünde çocuk olmanın dili, dini ve rengi yoktur ve tek manifestosu masumiyettir.

İyi yaşanmış bir çocukluk hayata öz güven ve umutla adım atmanın en güzel yoludur.

Gözlerinizi kapatıp o kaygısız ve neşeli günleri hatırladığınızda içinizi bambaşka duygular kaplar. Biz saatlerce acıkmadan ve susamadan oyun oynardık, çamurdan ev papatyadan taç yapardık. O günlerden ağzımda kalan elma şekeri tadı, bugün en acı günlerimde bana güç veriyor farkında olmadan. Biz şanslıydık. Peki, çocukluğuna el koyduklarımız yıllar sonra geriye dönüp baktığında ne hatırlayacak? Bir de büyümek nedir bilmeden, bu yetişkinler dünyasından çocuk olarak geçip gidenler var? Bu hayattan alacaklı olanlar yani.

Çirkin politik söylemlere, silah seslerine ve karanlık insan egosunun çığlıklarına kulaklarınızı tıkayın birkaç saniye lütfen! O zaman tüm bu kuru gürültünün bastırdığı sayısız çocuk sesi duyarsınız:

Savaş ve Çocuk
Savaş ve Çocuk

Tekrar çocuk olsam yine… Hayatımı ve hayallerimi geri alabilsem. Oyun oynamaktan yorgun düşsem. Fazla bir şey istemem. Pırıl pırıl bir gökyüzünün altında, mesela bir ağaç gölgesinde uyuya kalsam. En çok saklambaç oynamayı severim ben. Ağız dolusu neşemle ‘Sağım solum sobe, saklanmayan ebe!’ derdim yine. Saklanan arkadaşlarım da ses veremez artık. Sustu tüm çocuk sesleri. Bombalar yağıyor gökyüzünden. Evim ve oyun oynadığım sokaklar nerede şimdi? Ağaçlar küsmüş nehirler kurumuş, dünya yangın yeri! Annem, babam, kardeşlerim nerede? Büyüklerin saklambaç oyunu mudur bu savaş ve kirli düzen? Yüz kere ‘sobe’ desem herkes saklandığı yerden çıkar mı? Diner mi büyüklerin bu sonsuz öfkesi?

Biz kim miyiz? ‘Adım Aida. Saraybosna’da evimin önüne bomba düştü. 6 yaşındaydım. Kuşatmada yaşamını yitiren 1.600 çocuktan ilkiyim. Babama söyleyin gülen gözlerimle hatırlasın beni. Ben Basra’dan Ömer. Irak savaşında babası ve annesi ölen ve ayakları kopan bir çocuğum. Önce demokrasi yağdı göklerden, sonra özgürlük geçti üstümüzden palet palet. Demokrasi bizim eve de isabet etti. Bir gün sonra anladım ayaklarımın koptuğunu. Babamın vücudunda tam on sekiz adet insan hakları saymışlar.Benim adım Ahmet Yıldız. 14 Mart 2013 tarihinde, Adana’da haftalığı 100 TL’ye çalıştığım fabrikada kafam pres makinesine sıkışarak ölen 13 yaşındaki çocuk işçiyim. Benim adım N.Ç. adımı da yüzümü gizlediler. Sizin utancınızın resmiyim. 13 yaşımda 26 kişinin talanına uğradı bedenim. Benim adım Berkin Elvan. 14 yaşındayım. Ekmek almaya giderken polisin attığı gaz fişeğiyle kafatasım parçalandı. Yaşamak için mücadele ediyorum.’

Bu sesler yürek burkan binlerce uğultudan sadece birkaç tanesi. Gelişmemiş ya da gelişmekte olan toplumların çocuklarının ölmesi tesadüf müdür?

UNICEF verilerine göre sadece Körfez Savaşı’nda 500.000 çocuk ölmüşken, bunca savaş ve şiddet yanlısı politikaların çocukların geleceğini garanti altına alacağı varsayımı inandırıcı mıdır? Bir toplumda kadın ve çocuklarla ilgili veriler genel tabloyu tüm çıplaklığıyla ortaya koyar. Toplumsal cinsiyet rollerinin katılığını koruduğunu toplumumuzda kadınların dörtte üçü işgücünün dışında. Çocukların sömürüldüğü kayıt dışı istihdam, mevsimlik işçilik, ücretsiz aile işçiliği çalışma biçimleri hala çok yaygın. Ülkemizde 15 yaşından küçük çocukların neredeyse dörtte biri ulusal yoksulluk sınırı altında yaşam mücadelesi veriyor. DİSK-AR’ın 2013 yılı Çocuk İşçiliği Raporu Türkiye’de çocuk işçiliğin geldiği yüksek rakamı gözler önüne seriyor. Rapora göre, dünya genelinde 306 milyon çocuk işçi var, her 5 çocuktan biri çalışıyor. Türkiye’de hem çalışıp hem okuyan çocukların sayısı ise yüzde 64 arttı.

Ucuz istihdam stratejisi ve 4+4+4 eğitim sistemi bu sömürü düzenini beslemeye devam ediyor. Sokaklarda yaşayan 50 bin çocuktan 30 bininin cinsel istismara ve tecavüze uğradığı tahmin ediliyor. Adli veriler Türkiye’de her 4 saatte bir tecavüz suçu işlendiğini ortaya koyuyor. Son yıllarda kızlarda erken evlilik, namus cinayetleri, intihara zorlama vakalarında büyük bir artış görülmekte. Uygulanan devlet politikaları, bu travmatik tablonun kök nedenlerini ortadan kaldırmak yerine beslemekte. Nitekim eğitimde yapılan yeni düzenlemelerle; istikrarlı ve bilimsel bir eğitim politikası üretmek yerine kız çocuklarının etek boyu uzatılmaya ve lise çağında evlenmelerinin yolu açılmaya çalışılıyor.

Umudunu ve çocuklarını kaybeden toplumlar her şeyini kaybeder.

Barış içinde, yeşil ve maviyle dost, bilimden yana ve özgürlük şarkıları söyleyen çocukların yaşadığı bir dünya gerçekten bir ütopya mıdır? Bir yerlerde elma şekerinin tadını bilemeden ölüyorsa çocuklar, bundan tüm dünya sorumludur. Hayallerimize, renklerimize ve çocuklarımıza kıymasınlar! Çocuklar ve renkleri üzerine bir hayalim var benim. Düşlerimde sihirli boya kalemleri yarattım çocuklar için. Geleceği kendi hayallerinin renklerinde özgürce boyasınlar ve doyasıya saklambaç oynasınlar istedim…

Boya Kalemleri

Boya kalemleri

Verin bana boya kalemlerimi

Ne kağıt isterim ne de silgi,

Açarım her sabah dünyanın kapısını


Cebimde misketlerim

Başlarım çalışmaya…

İlk işim asık suratlı amcaların yüzünü güneşe boyamak.

Biraz yürürüm köşede bekler aç bir çocuk,

Ona çizerim dünyanın tüm ekmeklerini

Verin bana boya kalemlerimi.

Ne kağıt isterim ne de silgi

Kuru topraklara yağmur,

Ağlayan çocuklara dondurma,

Kanla yıkanmış ellere çiçek çizerim.

Almayın boya kalemlerimi

Üzmeyin beni,


Bir damla gözyaşım taşırır tüm denizleri…


Bahar Gerçek Doğru
İnsanın kendini anlatması zor. Ezcümle, bahar gibi her daim içimde umut taşıyan ve iki soyadım gibi gerçek ve doğru bir insan olmaya çalışan bir bireyim. Hümanist, yenilikçi, özgürlüğüne düşkün ve adalet duygusu gelişmiş tipik bir kovayım. Ankara Koleji mezunuyum. Hacettepe Üniversitesi'nde İngilizce Mütercim Tercümanlık Bölümünden mezun olduktan sonra Main Üniversitesi'nde Pre-MBA yaptım. Yale Üniversitesi ve Leiden Üniversitesi'nde pozitif psikoloji, farkındalık ve meditasyon hakkında eğiimler aldım. İngilizceden Türkçeye teknik kitap çevirleri yaptım.İstanbul'da çok sesli korolarda uzun yıllar korist olarak yer aldım. "Nehir" ve "Kübra adlı öykülerim iki öykü seçkisinde yer alarak yayımlandı. Fantastik bir kurguya sahip olan "Zamansız" adlı ilk romanım 2018 yılında yayınlandı. 2014 yılından beri Abu Dabi'de yaşıyorum. Dijital medyada yazılar yazmaya devam ederken, yabancılara Türkçe öğretmenliği yapıyorum.