Deneme Deyince

Deneme deyince ne gelir aklınıza?  Kimi bilirsiniz deneme yazarlarından? Deneme yazmaya çalıştınız mı hiç? Okumayı mı seversiniz, yazmaktan çok?

Deneme ile ilgili çok şey söylemek mümkün. Montaigne, Denemeler’ini ( Les Essais ) 16.yüzyılda yazdığında yepyeni bir türün yaratıcısı olduğunu biliyor muydu? Okuması- genellikle  çok zevkli olan, ama iş yazmaya gelince hemen her yazarım diyebilenin kolayca kalem oynatamadığı bir vadidir deneme yazarlığı.

deneme-montaigne-indigodergisi

Fransa’da boy gösteren bu türün bizim edebiyatımıza girişi, Tanzimat sonrası olmuştur. Gazeteyle birlikte, bizim edebiyatımıza girmiştir. Günümüze gelinceye kadar edebiyatımızda güçlü temsilcilerini de yetiştirmiştir deneme… Halide Edip Adıvar, Suut Kemal Yetkin, Ahmet Hamdi Tanpınar, Çetin Altan, Nurullah Ataç, Salah Birsel… aklıma ilk geliverenler…


Benim bu yazıda size sözünü edeceğim deneme yazarı Oğuz Demiralp… Kitabı da Okuya Okuya Geçiyor Ömür, Bitmiyor Kitap… Kitap, Yapı Kredi Yayınlarından çıkmış, 334 sayfa. İçinde otuz bir deneme var. Denemelerin hemen hepsi, büyük bir titizlikle işlenmiş bir dil işçiliğinin ürünü. Bence çok yetkin denemeler bunlar. Ama hep kolay okumayı seçenler hiç mi hiç yaklaşmasınlar bile yanına. Kolay okurların işi değil Oğuz Demiralp’in denemeleri. O yüzden atıştırmalarla beslenenlere çok şeyler ifade etmezler. Esaslı beslenmeyi seçenlere göredir onlar hiç şüphesiz. Usta bir aşçının elinden çıkmış enfes yemeklerdir, ama iyi sindirilmesi gerekirler, dimağa yararlı hale gelebilmeleri için. Gurme olmak gerek Oğuz Demiralp’i okumak, anlamak için…

Yukarıdaki satırlarda denemelerinden söz ettiğimiz Oğuz Demiralp kim?…Profesyonel anlamda bir diplomat olan yazar, St.Joseph ve ODTÜ İdari Bilimler Fakültesi mezunu. 1973 yılından bu yana edebiyat dünyamızda görülen yazarın, Yeni Dergi,Yazı, Soyut, Oluşum, Kitap-lık … dergilerinde yazıları yayınlanmış.

Demiralp’in, edebi denelerinde “özel” bir metafizik kurmaya yöneldiği, eleştirel denemelerinde ise önemli yapıtlar üzerinde çözümleyici bir yaklaşımla durduğu, biliniyor …


deneme-Oğuz Atay-indigodergisiYazarın eserlerinden bazıları: Kutup Noktası: Ahmet Hamdi Tanpınar Üzerine Eleştirel Deneme, Alman düşünür Walter Benjamin üzerine yazdığı Tanrı Bakışlı Çocuk , Kör Okur: Sadık Hidayet Üzerine Kör Baykuş Merkezli Okuma Denemesi, Okuma Defteri, Sinemasının Aynasında Türkiye, Hepinize Etkin Okumalar Dilerim…

Tekrar esere dönecek olursak, özellikle, Rilke Üzerine Yazamamak, Jean Jacques Rousseau, Oğuz Atay’a Mektup’u okumanızı tavsiye ederim.

Yazımı, Ziya Osman Saba’nın şiirinin söz konusu edildiği Bir Kurban Bayramı Yazısı’nda alıntıyla bitirmek istiyorum:


“Ziya Osman bir yerde Ahmet Kutsi Tecer’in şiirlerini överken, “Bütün bu şiirler hiç bağırıp çağırmadan, adeta bir fısıltı,ta kalbe giden bir fısıltı halinde, kimseler işitmesin diye, kulağımıza söyleniyor” demiş. Bu değerlendirme asıl kendi şiirleri için geçerlidir. Yüksek sesli, imgeleri vurucu şiiri pek azdır Ziya Osman’ın. Daha çok ilk kitabında yer alırlar. Örnek saymak gerekse, Minareler, Şehir Üstünde Ay, Kuyular şiirleri sayılabilir. Bunlar hayli erken dönemde, 1928 ve 1929’da ortaya çıkarılmış şiirlerdir. Söylemeden geçmeyelim: Bildiğimiz Ziya Osman olmamakla birlikte ilginç şiirlerdir bunlar. Örneğin, saydığımız birinci şiirdeki “Minareler semaya açılmış kuyulardır” demesi, Sezai Karakoç’un balkonu körfeze benzetmesinin, Ece Ayhan’ın fotoğrafın arabı tekniğinin çok erken denemesi gibi gelir okura. İkinci şiirde “Göğe yükselen ayın kan dolu tepsisi” deyişi, şairin bu yıllarda kendine bir dil arayışı içinde olduğunu düşündürür. Bu aynı zamanda bir kendini arayışa benzemektedir. “Kuyular” şiirinde şiir söyleyici ölüleri yine kendine yakın duyar ama bu kez ölüm dramatiktir: “Bu geniş sessizliğin içinde çıldırarak/ Bir geniş mezarlığı her gece bekliyorum/ Ben, ben ölmüşlerimi kaldırmak istiyorum/ En derin kuyuların içine haykırarak ( … ) / Sular beni çekiyor…Kuyular bana tuzak/ Kalbimi yavaş yavaş avucuna alarak/ Mehtaplı kuyularda şarkı söylüyor ölüm” Minarelerin semaya açılmış kuyular olarak görülmesi tam bir görünge değişikliğidir. Gönül semaya dönünce dil de yeğinliğini yitirip yeğnileşmiş, nerdeyse meleksi nitelik kazanmıştır. Bol imgeli, bağırtılı değil, sade, duru bir şiir dili ortaya çıkmıştır.Tevekkülün, iyiliğin, temiz yaşama özleminin karşılığı olan beyaz bir dildir bu. Aynı zamanda, dünyada hırsın, kudretin, garazın, tamahın bıçağı olmaktansa kurban konumunu yeğleyen kin tanımamış bir kalbin sesidir.”