Uygarlığımızın Vicdanında Yargılanmak!

Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin Türkiye saatiyle 04.55’te asılarak idam edildi. Irak’ı 24 yıl demir yumrukla yöneten Saddam, üç yıl önce ABD müdahalesiyle devrilmişti.

saddam hüseyin idam asıldı diktatör

Devrik lider Saddam Hüseyin asıldı!

5 Kasım günü Irak’ın mahkemelerinden bir netice geldi: “Saddam, idam cezasına çarptırıldı.”

Şimdi orkestramız çalmaya başlayacak…


Tarihin yaşarken farkında olabilmek çok önemli bir şeydir. Hep zamanın hızlandığından söz ediyoruz. An’lar birbiri üzerine defalarca kere eşzamanlı bir süreç yaşatırken, neyi takip edeceğimizi bilemez hale getiriliyoruz. Her gün yeni bir gündem, her günden yeni bir açılım ve dağılmak demek. Dağılmak ise farkındalığın yokoluşu anlamına geliyor.

İran, 1979 yılına büyük bir halk ayaklanmasıyla girdi. Sonunda, bu ayaklanmayı batı dünyasının merkezi Fransa’dan yöneten Humeyni bir İslam Devrimi gerçekleştirerek Şahı devirip, iktidarı devraldı.

Batı, kendisine karşı söylem geliştiren İslami kökenli bu devrimi hoş karşılamadı. Nufüs yapısının çoğunluğu Şii’lerden (% 65 Şii, % 35 Sunni) oluşan Irak’ı, Şii’lerin ülkesi İran’ın üzerine saldırttı. Sekiz yıl boyunca Irak ile İran birbirlerinin kaynaklarını yoketme pahasına savaştılar durdular. Her iki ülke savaşacak silahlarını elbette kendisi üretmiyordu. SSCB’den Çin’e oradan Fransa’ya, İtalya’ya, ABD’ye uzanan silah satıcıları savaş süresince Irak ve İran’ın bir dediğini iki etmedi.

Buraya dikkat!

ABD ve İngiltere’yi 1986 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Irak’ın savaş sırasında İran üzerine kimyasal ve biyolojik silah kullanmasını eleştiren kararlar almasını engelleyen bir tutum içinde görüyoruz. (1)

Irak’ın bu silahları üretmek için Amerika’dan bilgi, çevre Arap ülkelerinden de maddi yardım aldığının bilgisini “önemsiz” diye geçiyoruz.

Sonra şeytanın aklımıza musallat ettiği, yahu ABD neden, “Irak’ta kitle imha silahı var,” diye bir tarafını yırtmasını altında yatan şeyin acaba bir bildiği mi vardı, sorusunu soruyoruz. Ama sonra hemen unutmak istiyoruz.

Yine aynı tarihlerde, özgürlük ve demokrasi cenneti ABD’yi yöneten fiyakalı, cesur aktör Reagan’ın yanında duran Donald Rumsfeld’in Saddam ile el sıkıştığı tarihsel kareyi hiç görmemiş olmak istiyoruz.

Görmüyoruz, duymuyoruz ve asla konuşmuyoruz!

Biz sadece o zaman diliminde saat 19:00’da başlayacak Yalan Rüzgarı isimli diziyi merak ediyor ve bekliyoruz.

Savaş, insanlığın başına gelebilecek en büyük felakettir. Bir ülkeyi uygarlaşmadan uzaklaştırmak isterseniz, o ülkeyi savaştıracaksınız. Bir sene savaşırsa ne ala, sekiz sene savaşırsa, mükemmel olur. İnsanlığını unutturursunuz. Örnek mi istiyorsunuz? Alın Afganistan!

Irak – İran savaşı sona erdiğinde her iki ülke de bir çizgi üzerinde yaptıkları çatışmalar sırasında kaynaklarını tüketmişti. İnsan zaiyatını saymıyoruz, çünkü malum Asya’nın insan gücü ucuzdur. Zaten görünüşleri itibarıyla da insana benzemedikleri için, ve artık uygar düşünme sistemimiz bize ekonomik verilerle konuşmayı öğrettiği için, ne kadar can kaybı, kaç kişinin sakat kalmış olduğunu “hiiiiç” önemsemiyoruz!

Geçenlerde internette dolaşan bir mesajda “sadece ilk kararı vermede özgürsünüz” diyordu. Satrançta peş peşe zorunlu hamleler vardır. Oyun tahtasında taşlar öyle pozisyona oturur ki, bir süre sonra dominant olan tarafın hamlesiyle sona gidecek süreç başlatılır.

Irak, İran’ın üzerine saldırarak (ilk karar), ve sekiz yıl boyunca savaşıp, kaynaklarını tüketip, çok büyük bir borç yükü altına girince ne yapacağını bilmez bir hale gelmiştir. Irak’ı Kuveyt’i işgal etmeye zorlayan hamleler dizisi başlayacaktır.

Biz tarihin bu bölümünde, bütün iktidarı boyunca batıya dayanmış ve onun adamı olmuş Saddam’ın anti-emperyalist bir kişilik kazandığına inanacağız.

Ayrıca hâlâ devam eden Yalan Rüzgarı’nı izlemeyi de sürdüreceğiz.

Burada  kuşkusuz tavşana kaç, tazıya tut durumu devreye girmiştir.

Sonun başlangıcı… Birleşmiş Milletlerin aldığı ambargo kararlarıyla sefil durumda olan ve insanlıktan çıkmış Irak halkı açlığa mahkum edilir. Bu dönemde başayan ve on üç yıl süren zamanda kaç kişinin yaşam hakkının ellerinden alındığının verilerini yine çok önemsemiyoruz. Çünkü; zaten dünyamız yeterince kalabalık, üstelik bunlar geri kalmış cahil, uygarlıktan nasibini alamamış mahluklar. Doğal seleksiyonun içinde yok olmaları beklenmelidir. Ha bu şekilde ha başka şekilde zaten öleceklerdi.

Laf buraya gelmişken doğal seleksiyon ve evrim teorisi ile dünyamızı aydınlatan büyük bilim adamı Darwin’i saygı ile anıyoruz. Darwin’in kuramının “sosyal darwinizme” dönüşmesinin ne anlam taşıdığını düşünmek bile aydınlanmacılığa ters düşecek diye yüzümüzü çeviriyoruz.

Irak dünyamızın üzerinden geçtiği varsayılan bir takım paralellerin ve meridyenlerin arasına sıkıştırılacaktır. On yıl boyunca, uygarlığın canı istediği zaman gönderdiği keşif uçaklarıyla bombalanacaktır.

Çocukları ilaçsız, aşısız ve aç bırakılacaktır.

Bu şekilde yetişen “bir” kuşak yeni milenyuma artık hazırdır.

Yeni milenyumla birlikte bu güzel dünyamızın daha önce hiç tanımadığımız başka düşmanları ile tanışırız. Onlar demokrasi ve özgürlük düşmanı teröristlerdir. Hepsinin elinde kitlesel imha silahları vardır ve uygarlığımız büyük bir tehdit altındadır. Sahi bu kadar teknolojik silaha nasıl sahip olabiliyor bu geri kalmış güneyin cahil insanları?


“Yahu birileri ikili mi oynuyor?”

Sus şeytan, sus! Konuşma.

***

O sırada büyülü ve gizemli bir ses kulağımıza tatlı bir serinlik verir.

“Bilmek seni özgürleştirecek.”

“Neyi bilmek özgürleştirecek?”

“Biz biliyoruz, zaten! Senin hiçbir şey düşünmene gerek yok. Senin yerine düşünüyoruz ve en güzel kararları alıyor, uyguluyoruz; bir yanlışlık olursa zaten özür dileriz, olur biter.”

“Peki…”

Evet, uygarlığın en güzel taraflarından bir tanesi de onlar yanlış yaptığında özür dileyebilmesidir.

Örneğin, Irak’ta kitlesel imha silahı var, diye dünyayı huzursuz, yaşanılmaz bir hale getiren felaket tellalları, o ülkeyi önce bombalarıyla dövüp, sonra işgal edip, büyük bir kargaşa çıkarıp, cehenneme yerine çevirerek, 700 bine yakın insanın ölümüne sebebiyet verip, muhtemelen bunun en az iki mislini sakat bırakıp, 3 milyon kişiyi de evinden ederek; ellerinde bunca imkana rağmen aradıkları şeyi bulamayınca, tüm “samimiyetleriyle” ortaya çıkıp, hiç bir mahçubiyet duymadan özür dileyebilmektedirler.

Ne büyük bir erdem! Kıyas kabul etmez o büyük hümanizm, insan sevgisi. İşte bu güneyin cahil insanında olmayan bir şey. Hümanizm denilen şey ise “aydınlanmanın,” rönesansın bir ürünüdür. Zaten ondan önce kimse birbirini sevmezdi.

Bu iş bu kadar kolay olabilmektedir.

Uygarlığımızın temel direği ise adalet duygusudur.

Ne diyordu, İnsan Hakları Bilgirisi?

“Madde 10: Herkesin, hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine herhangi bir suç yüklenirken tam bir eşitlikle bağımsız ve yansız bir mahkeme tarafından hakça ve açık bir yargılanmaya hakkı vardır.” (2)

Saddam gibi özgürlük düşmanının bile yargılanma hakkı vardır.

Bu Saddam Hüseyin kimdir peki?

Bir darbe ile ülkesinin başına oturmuş, Irak’ı diktatörlükle yönetmiş, güneyin sıradan otoriter liderlerinden bir tanesi. Üstelik batı ile aralarının bozulduğu 1990 Ağustos’una kadar da nizami ticaretini devam ettirdiği bir ülkenin başkanı.

İşte bu Saddam 1982 yılında Duceyl’de 148 Şii’nin öldürülmesinin mesulü olarak yargılandı ve idam cezasına çarptırıldı.

Saddam’ın daha başka suçları da vardır kuşkusuz; Halepçe’yi unutmak mümkün değildir; ve yargılanmasa bile o insanlığın vicdanında suçludur.

Esas mesele, oraya özgürlük vaadiyle gidenlerin yaptıkları ortaoyunudur.

Saddam Hüseyin mahkemeyi tanımadı!

Saddam kendisini yargılayan mahkemeyi tanımadığını ilan etmişti. Haklıdır çünkü, kendisi o günün şartları ve “varoluşu” çerçevesinde kendisi için yanlış olmayan bir şeyi yapmış, sonra gün gelmiş devran dönmüş, daha önce yaptıkları konusunda kınama bile yayınlayamayanlar tarafından yargılanmaya tabi tutulmuştur. Bu anlaşılabilir olabilir mi? Adam anlamıyor elbette.

“Ama biz anladık değil mi? Anladık mı?”


[1] http://www.iranchamber.com/history/articles/arming_iraq.php