Türkiye ve yeni Nihilizm olgusu

Nihilizm temelde; hiçbir yere bağlı olmama, her şeyi bilimle açıklama, kurulu düzene hemen her yerde karşı olma, ahlaki değerleri, geleneği tanımama, gerekirse alay etme, sürekli bir yenidünya düzeni ütopyası ile yaşayıp onu da bir türlü cismani hale getirememe gibi bir felsefesi olan akımdı. Neden durduk yere “nihilizm” konuşma gereği duyduk?

Türkiye ve yeni"Nihilizm"olgusu

“Biricik” gerçeklik

Batı aydınlanmasının temel sacayağı bilgiye ve bilime olan yönelimdir. Feodalizmin karanlık atmosferinin içinde tamamen boş inanca, hurafeye, dinin yozlaştırılmasına tutsak yaşayan batı toplumları hemen karşıtların birliğindeki ilkeden hareketle bilimi, pozitif aklı, deneyi, soru sormayı, araştırmayı geliştirmiştir.

“Biricik” gerçeklik bilim olmuştur.


Karşıtların birliği ya da çelişkisi Avrupa coğrafyasında öylesine keskindi ki, ortam tartışmayı, bir başka alternatif var mı arayışını gerekli kılıyordu. Kurulu mevcut düzen sorgulanıyor onun bütün aygıtları reddediliyordu.

Avrupa ya da geniş anlamıyla batı dünyası cenderenin dışına deliği 1492 yılıyla birlikte daha da batıya doğru deniz yoluyla yeni kara parçalarını keşfedip, oradaki zenginlikleri kendi kıtasına getirerek açtı. İlkini doğuya yaptığı haçlı seferleri yoluyla gerçekleştirmiş, doğunun bilgeliğini almıştı.

Batı kısa süre içinde aydınlanmasını tamamladı, eski düzeni yıkıp yerine yenisi kurdu. Bunu yaparken de insan aklının ötesinde hiçbir şeye izin vermemeye gayret etti. Materyalizm güçlendi.

Bu sırada coğrafi olarak biraz daha kapalı kalmış, kendi kaynakları ile yaşamaya çalışan Almanya ve Rusya’da olay biraz daha aklın içinde gelişmesini sürdürdü. Güçlü ve bugün felsefeye egemen filozofların bu dönemde buralarda yaşaması bir “rastlantı” değildi.

Kapitalizm insanı feodal bağlarından kurtararak atomik bir yapı haline getirmek istiyordu

Bir taraftan feodal devleti zayıflatırken, ileride kendi kuracağı düzen için altyapı sağlıyordu. Kapitalizmin gücü sermayeden gelir. Bugünün güçlü kapitalist devletleri bu zenginliği başka ülkeleri sömürmek suretiyle elde etmişlerdi. Eğer bugün Dünya Bankası eliyle gerçekleştirdikleri kredilenme ve borçlandırma sistemi geriye doğru işletilirse, bu ülkelerin yıllarca sömürdükleri diğerlerine altından kalkamayacakları bir faizi de ödemeleri gerekirdi. Ama sistem öyle işlemiyor.

Almanya ve Rusya gibi ülkelerin sömürgesizlikleri ve kendi kaynakları ile yaşamaya gayret etmelerinin sıkıntıları bir sonraki yüzyılda çok daha net ortaya çıkacak, Almanya’nın iki dünya savaşına neden olacağı görülecektir.

Osmanlı İmparatorluğunda da farklı bir görünüme bürünen, “batı kapitalizmi gibi güçlü olma, zenginlik özentisi” başka bir “nihilizmi” doğurmuştur.

Nihilizm temelde; hiçbir yere bağlı olmama, her şeyi bilimle açıklama, kurulu düzene hemen her yerde karşı olma, ahlaki değerleri, geleneği tanımama, gerekirse alay etme, sürekli bir yenidünya düzeni ütopyası ile yaşayıp onu da bir türlü cismani hale getirememe gibi bir felsefesi olan akımdı. Rus edebiyatının klasiklerine meraklı olanlar o döneme ışık tutmuş bu yapıtlarda tarif edilen bu akımın çelişkilerini de görürler, derinden yaşarlar.

Dostoyevski’den “Cinler”

Dostoyevski’nin Cinler isimli romanı bu yapıyı net olarak ortaya koyar. Rus nihilizmi zaman içinde çok farklı ideolojilerle bir araya gelmiş, sosyalist düşüncenin içinde biraz olsun evcilleşmiş ya da rasyonel hale gelmiştir. Ancak Ekim Devrimi ile kurulan düzenin de insanı mutsuz eden bir diktatörlüğe evrimi de kaçınılmaz olmuştur.

Alman nihilizmi ise faşizme dönüşmüştür.

Çok bire bir olmamakla birlikte İttihat ve Terakki Hareketi‘nin temelinde de Osmanlı nihilizmini bulabiliriz. Bu hareket de benzer kaygılardan yola çıkarak kurulu düzene bayrak açmış, hürriyet devrimine giden süreci tetiklemiş, sonunda da ortaya Türkiye’ye miras kalmış olan darbe kültürü çıkmıştır. Darbe kültürünün ne olduğunu araştırmak da bir başka yazının konusudur.

Nihilizm üzerine daha çok şey söyleyebiliriz.


Neden durduk yere “nihilizm” konuşma gereği duyduk?

Nihilizm maddi ayağı çok zayıf, düşünce ve akıl tarafı ise oldukça güçlü bir akımdır. Temelde her düşüncede olduğu gibi iyi niyet bulabiliriz. Kurulu düzeni değiştirmek, sürekli evrimin devam etmesini sağlamak, daha iyi nasıl olur sorusunu sormak kadar insan doğasına uygun başka bir şey daha olamaz, belki de olmamalı demeliyiz.

Bugün Türkiye’de yeni bir nihilizm akımı vardır. Yeni nihilistler gerisini düşünmeden ve fazla da dert etmeden kurulu düzene savaş açmışlardır. Gerisini düşünmeden cümleciğini bilerek seçiyorum, çünkü nihilizmin benim gördüğüm ya da bildiğim pratiğinde bu var. Zaten rasyonel olmayan ya da disiplin altına alınamayan nihilist düşüncenin derdi öyle ya da böyle mevcut ahlaki, siyasi yapı, geleneğin tamamıdır.

Yıkmak her zaman daha kolaydır

Nihilizm yıkıcı bir gücü de içinde barındırır ve yıkmak her zaman daha kolaydır.

Üç – dört yılda büyük bir insan emeği ve düşüncesini, aklını cisimleştirerek yaptığınız bir binayı içi ful yakıt dolu bir uçağın darbesi ile bir saat içinde yerle bir edebilirsiniz.

Türkiye’deki yeni nihilist akımı bir arada tutan şey Türkiye’yi var eden temel bütün değerlere karşı olmaktır. Bu nihilist akımın paydada birleştikleri tek ortak arzu budur; birçoğunun payda tonla fikir ayrılığı, hedefleri farklı olabilir.

Hep unutulan ya da görmezden gelinen bir şey var. Hedeflenen şeyin cazibesine kapılıyoruz. “Zengin” ve “uygar” batı dünyası gibi yaşamak, davranmak, hareket etme isteği. Bu zenginliği de uygarlığı da samimi bulmadığımdan benim için bir cazibe merkezi taşımıyor. Türkiye’nin onların geçtiği yoldan ilerleme gibi bir şansı yok; zaten büyük oranda bu benzetilmeye çalışılan medeniyetin egemenliği altında yaşıyor.

Bugün Amerika Irak’ta ne yapıyor, sorusunun cevabını vermeden batı medeniyeti üzerine bir cazibe hissedemeyiz.

Tarihten alınacak ya da çıkarılacak dersler yoksa o zaman neden tarihe tutunuyoruz? Bundan tam yüz yıl önce meşrutiyetin ilan edildiği Temmuz 1908’dekinden farksız bir altyapı eksikliği ile hareket eden yeni nihilistlerimiz var.

Bunun anlamı saltanatı savunmak, özgürlükten yana olmamak anlamı taşımıyor. Bu mantık fazlasıyla formeldir.

1908 Devrimi Osmanlı’ya neden mutluluk ve huzur getirmedi? Eksik olan şey İttihat ve Terakki’nin yapısı mıydı? Yoksa başa göre şapka durumu mu vardı?

Yüzyıl sonra Türkiye’nin yeni bir kaosa sürükleneceği o romantizminin gerçekliği var mı yok mu onu sorgulamak.


“Bu zaman değilse ne zaman” sorusunun hemen peşine düşmeyecek kadar bilinçlendik, olgunlaştık.

Öğrendiğiniz bilgileri kalıcı hale getirmenin yolları neler?