İnsanlar çağlar boyunca ruhu merak etmiş, ruhun varlığını ve yokluğunu tartışmıştır. Hepimizin mutlaka ruh hakkında aklına takılanlar olmuş ve bu konu üzerinde kafa yormuşuzdur. Fakat ruh, her şeye rağmen gizemini korumaktadır.
Kuran her konuda bilgi verirken ruh hakkında az bilgi verildiğini açıkça söyler: “Sana ruh’tan sorarlar; de ki: “Ruh Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir.” (İsra 17/85)” Burada da açıkça belli olmaktadır ki ruh daima gizli kalmış ve bu konuda az bilgi verilmiş bir olgudur. Öyleyse acaba ruh hakkında ne kadar bilgiye ulaşabiliriz? Bu gizemi çözebilir miyiz veyahut bu konuda aklımızda ki soru işaretlerini silebilir miyiz?
Ruh Nedir? Nasıldır?
Bir şeyleri anlatır ve açıklarken benzetmeler kullanırız. Benzetme yapmak için ise doğal ona benzer bir şeyin olması gerekir. Ama ruhun böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Ruhu benzetebileceğimiz maddesel bir şey dünyada yoktur. Bu yüzden özelliğini bilmek ve anlatmak güçtür. Ruhun tesirleri en ince ve üstün elektromanyetik tesirlerden daha ince, üstün ve süptildir. Ancak spiritüel bilgiler ile bu şekilde anlatılabilir. Bu yüzden aletlerle saptanması çok güçtür. Ama yapılan parapsikolojik araştırmalarda ruhu belli bir şekilde ölçmeye yarayacak elektronik cihazlar yapılmıştır. Fakat tam manasıyla ne ölçülmüştür ne de özelliği tam olarak açıklanmıştır.
Elimizde Kuran-ı Kerim’den biraz daha açıklayıcı ama üstü kapalı ayetler var.
“Ona, bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın. (Hicr 15/29)”
“Sonra onu ‘düzeltip bir biçime soktu’ ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz?(Secde 32/9)”
Bunlardan anladığımız kadarıyla; Allah bedeni düzeltiyor, biçime sokuyor sonra ona nefesinden veya ruhundan üfürüyor ve insan ortaya çıkıyor. Aslında dikkatli bakmadıkça klasik bir bilgi gibi geliyor. Ama burada bedene canlılığı verenin açıkça ruh olduğunu çıkabiliriz. Ruh ve madde dergisinin 2. sayısında geçen benzetmede olayı güzel açıklıyor: “Bedeni bir otomobile benzetirsek, direksiyon, vites, debriyaj vb. tertibat beyne karşı gelir. Şoförün şuurlu ve maksatlı sevk ve idaresi ruhtan gelen tesirlere karşılık gelir.”
Ayetlerden bunu çıkardığımız gibi bir şey daha çıkarabiliriz; Ruhumuz, Allah’ın bir parçasıdır. Çünkü Allah kendi nefesinden üflemiştir. Ruhun bu anlamda çok gelişmiş bir form olduğu açık. Bu gelişmişlik aklımızın sınırlarını zorlar derecededir. Bu yüzden ruh, ölümsüz belki sınırsız bir yapı olduğu gibi bedeni de canlı tutan faktördür.
Araştırdığımızda insan ruhu dışında, her canlının ruhu olduğuna dair bilgiler de mevcuttur. Alimlerin bazıları, hayvanlarda olanın çok gelişmemiş olan, “hayvani ruh” olduğunu söylemektedir. Bu da mümkün. Yapılan deneyler de bir ağacın yaprağı kesiliyor ve çekilen hassas fotoğraf makineleri ile (Kirlian) yaprağın olmadığı yerde, yaprak benzeri bir oluşum gözleniyor. Bu da bize her canlıda ruhun olabileceği konusunda fikir veriyor. Bu konuda Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın değerli eseri marifetname’de gerçekten yararlı bilgiler mevcut:
“Allah Teala Hazretleri, birlik mertebesinde gizli bir hazineyken, tanınmayı ve bilinmeyi istemesi ve sevmesiyle, ruhlar ve cesetler âlemini yaratıp, kendi rahmetinin güzelliğini, celal ve azametini, bağış ve nimetini, sanatının çeşitliliğini ve hikmetinin sırlarını göstermeyi diledikçe; bütün yaratıklarından önce yokluğun sırrından pırıl pırıl yeşil cevheri vücuda getirmiştir. Bazı rivayetlere göre, kendi nurundan oldukça hoş ve büyük bir cevher var edip, ondan kâinatın tümünü derece derece ve düzenli biçimde ortaya çıkarmıştır. Buna, ilk cevher, nur-u Muhammedî, Cevh-i mahfuz, akl-ı kül, izafî ruh diye adlandırırlar ki, bütün ruhların ve cesetlerin başlangıcı ve kaynağı bu cevherdir.
Çünkü Hak Teala muhabbetle o cevhere bir bakmıştır; o anda cevher, utancından eriyip su gibi akmıştır, halis özü üstüne çıkmıştır. O özden ilk olarak küllî nefsi yaratmıştır. Sonra meleklerin ruhlarını, bitkilerin ruhlarını, tabiatların ruhlarını sırasıyla yaratmıştır. Bu ruhlar için mertebelerine göre belirli makamlar tayin edip, her sınıf kendi belli makamlarına gitmiştir. Her ruh, kendi cinsini bulup, topluluklar oluşturmuş ve her topluluk makamında kalmıştır. Ruhlar ve melekler âlemi, bu ondört çeşit ruhla tamam olmuştur. Bu âlemin en yüksek, en saf ve en güzel olanını gayb âlemi, lâhut âlemi, ceberut âlemi diye adlandırırlar. Ortasına, ruhlar âlemi, mânâlar âlemi, emirler âlemi, derler. Alt kısmına, en kesif ve cisimlere yakın olan kısmına mücerret âlemi, berzah âlemi, misal âlemi derler.”
Siyah kısımlarda açıkça bitkilere, hayvanlara da ruh verildiği anlatılmaktadır.
Hayvanların ruhları olduğuna dair bir ilginç bilgide, ruh ve madde dergisinin 30. sayısında bir kanal bilgisinde bulunmaktadır. Buradaki alınan bilgiye göre hayvanlarda yukarıda belirtildiği gibi bir grup ruhu vardır. İnsanlarda ise ferdi şuur bulunmaktadır. Ama insanlarla geçtikçe bazı hayvanlarda ferdi şuur oluşmaya başlar. Hatta çok ilginç bir iddia da, öte alemde ferdi ruha sahip hayvanların yerinin olabileceğidir:
“İnsanların ulaşmış oldukları neviden bir ferdi şuur haline erişmemiş olan hayvanlara gelince, onlar için bir grup ruhu vardır. İnsanla olan alaka ve münasebetlerinden dolayı bazı hayvanlar arasında ferdi suur haline ulaşabilmiş olanlar vardır. Bu alakanın dışında bulunan hayvanlar için insanların malik oldukları manada ferdiyet yoktur. Binaenaleyh onlar, ölüm ötesinde insanların sahip oldukları gibi bir ferdi hayata sahip olamazlar.”
Canlılığı verenin ruh olduğuna değinmiştik. Hücrelerimizin ve DNA’mızın ise etrafında enerji olduğunu günümüz parapsikoloji araştırmaları kanıtlamıştır. Fotonlarla yapılan deneylerde DNA’nın etrafında fotonların düzenli bir şekle girdiği, DNA çekildiğinde ise bu fotonların hala sabit bir şekilde kaldığı gözlemlenmiştir. Yani DNA öyle bir enerji yayar ki bu fotonları bile etkilemektedir. Belki de bu ruhun tesirlerinden kaynaklanıyordur. Hücreleri hepimiz mutlaka derslerde işlemişizdir. Hücreler bir canlı gibi hareket etmektedir. Sanki hücrelerimizde fark edemediğimiz bir şuur bulunmaktadır. Halbuki atomlardan oluşmuştur. Her kolumuzu kaldırdığımızda sinirsel iletimle trilyonlarca atomlara hükmetmiş oluruz. Peki atomları atomlardan çıkaran, bizi bir masadan farklı kılan, bize bu bilinci sağlayan şey nedir? Muhtemelen bu şuuru veren ruhtur, ruhun tesirleridir. O zaman ruh hepimizin hücrelerine kadar işlemiştir diyebiliriz.
Bilimsel yaklaşım
Diğer yandan bilim adamlarının açıklamaları da ilginçtir. Bilim insanları bilinçli bir gözlemcinin varlığını bilmektedir. Bu gözlemci (yani biz) olayları görmekte, yargılamakta düşünmekte yani gözlemlemektedir. Bilim adamlarının ilk sordukları soru şu olmuştur: “Bu gözlemci kim ve beynin neresinde?”. Bu konuda en iyi açıklamaları “Ne biliyoruz ki?” adlı yarı belgesel yarı kurgu filmde buluyoruz. “Ne biliyoruz ki?” isimli belgeselde gözlemci hakkındaki düşünceler şu şekilde belirtiliyor;
“Kuantum fiziği açısından bir gözlemcinin ne yaptığını biliyoruz. Fakat gözlemcinin aslında kim veya ne olduğunu bilmiyoruz. Sanmayın ki bir yanıt bulmaya çalışmadık. Baktık. Kafanızın içine girdik. Ne kadar delik varsa hepsine baktık, gözlemci denen şeyi bulmak için, ama hiç kimse yoktu. Beyinde kimse yok. Kortikal bölgelerde kimse yok. Alt- kortikal bölgelerde, limbik bölgelerde hiç kimse yok. Gözlemci diye biri yok oralarda. Yine de, hepimiz, dışarıdaki dünyayı gözlemleyerek gözlemcilik yapmışızdır.”Fred Alan Wolf (Fizikçi, okutman ve yazar)
“Gözlemci midir? Kuantum parçacıklarının akıl almaz, acayip dünyasını ve nasıl tepkide bulunduklarını anlamakta bu denli müşkül olan. Buna hala gözlemci denir mi?” Ramtha
“Benim modellememe göre gözlemci, dört katmanlı biyo-beden giysisinin içindeki ruhtur. Yani makinenin içindeki cin gibidir. Aracı süren bilinçtir. Etrafını gözlemler. Dört katmanlı biyo-beden giysisinde, çevredeki uyarıları toplayan her çeşit duyumsal alıcı vardır.” William Tiller (Emekli Profesör, Stanford Ünb. Madde Bilimi ve Mühendisi)
Kısacası beyinde gözlemciyi yönetecek bir işlev bulunamamıştır. Gözlemcinin varlığı da kesin olduğuna göre bu gözlemcinin ruh olduğunu söylemek hiçte zor değildir. Kaldı ki belgeselin devamında Ramtha bu şekilde yorumlamaktadır.
Peki ya ruhları görenler ve iletişime geçenler…
Ruhun varlığı veya ne olduğu dışında basında veya kitaplarda birçok ruh fotoğrafları, ruh celseleriyle ilgili şeyleri görüyoruz veya okuyoruz. Peki acaba gerçekten ruh görülebilir mi? Bu konu hakkında “Kayıp Kıta Mu’nun Çocukları” adlı kitapta yazar bir baş rahipten bahseder. Churcward’ın bu üstat ile konuşmalarını ve üstadın ruhlar hakkındaki açıklamaları dikkat çekici;
“Bana bir fenomeni açıklarken genellikle pratik olarak da gösterirdi. Kendisine bir gün şöyle sordum: ”Bazen, uzun süre önce ölmüş varlıkları gördüğümüz olur mu? Yoksa bu sadece imgeleme midir; beyin serapları mıdır? ”Yanıtı şöyle oldu: ”Oğlum, bu imgeleme değildir. Beynin bir serabıda değildir; bazı kişilerin bazen öte alemden ziyaretçileri olması fiilî bir gerçektir. Herkes onları görme yeteneğine sahip değildir. Bu onların içsel titreşim düzeylerine bağlı bir konudur. Bazıları da hiçbir zaman böyle ziyaretler yaşamazlar.”
Kişisel deneyimimden, okuyucularıma, fotoğraf makinesinin insan gözünün göremediklerini görebildiğini ve kaydedebildiğini söyleyebilirim. Bu gibi bir fenomenin gerçekleştiğine 3 kez tanık oldum ve filmleri en iyi fotoğrafçılara götürüp bir açıklama istedim. Hepsi de bunun kendilerini aştığını söyledi. Bu üç fotoğraftan en kusursuzunda bir ağacın kovuğu içinde oturmuş genç bir kadın vardı. Annesi onu derhâl tanıdı ve on yıl önce öldüğünü söyledi; ”o ağaç kovuğu en sevdiği yerlerden biriydi.”
Başka konulara daldım. Şimdi Rişi’ye dönmek istiyorum. Kendisi şunları da eklemişti: “Öte alemde bulunup da kendilerini sana gösterebilecek birçok kişi vardır. Birincisi, ölmeden önce üstat mertebesine ulaşmış olanlardır. Yanına gelebilir ve titreşimlerini senin düzeyine uydurabilir. Böylece seninle akortlu hale gelir ve vizyon yoluyla bu kişilerin varlığından haberdar olabilirsin. Ancak daha sık olmak üzere, karşına çıkanlar yakınlarınla dostlarındır. Bu kişilerin, dünyadayken seninle içten bağlantıları olmuştur. Bunun nedeni, burada, dünyada, içsel titreşimlerinizin aynı düzlemde bulunmuş olmasıdır. Titreşimlerini yeniden dünyasal düzleme geri çekebilir ve akordu sağladıklarında, vizyon yoluyla kendilerini gösterirler. Bu ziyaretler, burada, yeryüzünde kalpleri bir olmuş kişiler arasında hiç de nadir değildir. Görüyorsun, oğlum, sevgi, semavi babamızın imgesidir ve sevgi, semavi babamızın insandaki izdüşümüdür”
Kendisine bu ziyaretçileri görmemizi engelleyen koşulların neler olduğunu sordum. Yanıtı şöyle oldu: ”Çünkü titreşimleri, beyninizin bunları alabileceği kadar sizinkilere yakın dahi olsa,vizyon oluşturacak kadar tek sesliliğe ulaşmamış olabilir. Bazen de kendilerini görmeniz konusunda isteksiz davranırlar. Kişisel olarak ben şu sonuca vardım ki, görünmek istemeyenler büyük üstatlardır ve sizi, öte alemden bu dünyaya bir iletişim ve bilgi gereci olarak kullanmaktadırlar. ” Sonra kendisine, bu gibi iletişimlerin örneğini yada tasvirini verip veremeyeceğini sordum. Şöyle yanıtladı: ”Evet,bazı sanatçılar, bazı heykeltıraşlar ve bazı yazarlar; bilhassa da yazarlar. Üstat yada her kimse, titreşimlerini yazarın beynine akortlar ve bu titreşimlerle neler yazacağıyla ilgili arzu yada komutlarını ifade eder.Yazarın beyni bunları alır ve bunları alırken başka hiçbir şey yazamaz. Eğer kendi dünyevi mantığıyla bir şeyler uydurmaya çalışacak olursa,eseri tamamladıktan sonra sadece anlamsız karalamalar yaptığını görür.Yalnız, üstadın beynine verdiği şeyi mantıklı biçimde yazabilir .Bir çekim altındadır. Görünmeyen onu yönetir. Eskilerin “ilhamlı yazı” dediği budur. Bunlar seçilmiş bir vasıta yoluyla öte alemden gelen yazılardır.”
Bu yazı aslında özetler niteliktedir. Durugörü sahipleri ruhları görebilmektedir çünkü onların titreşimlerini bir nevi deşifre edebilmektedir. Bu güce sahip olamayanlar ise sevdikleri ile aynı vibrasyonda olduğu için görebilmektedir. Üstatlar yani alimler ise kendilerini gizleyebilmekte veya istediği kişilerle görüşebilmektedir. Bu alimlerin kendilerini istediklerine gösterme ve isterlerse gizleme yetisi ile ilgili Yunus Emre’nin çok güzel bir sözü vardır: ”Kah çıkarım gökyüzüne seyrederim alemleri, kah inerim yeryüzüne seyreder alem beni”
Burada eminim bir diğer dikkatinizi çeken nokta fotoğraf makinesi ile ruhların bazen resimlerinin çekilebildiğidir. Bu olaylar gerçekten bir muammadır. Herkes mutlaka İngiltere’de çekilen ruh görüntülerini hatırlar. İki güvenlik dışında içerde hiç kimse olmamasına rağmen bir ruhun kapıları açıp kapanması görülmektedir. Bazen gerçekten video ve fotoğraflarda çıksalar da etrafta birçok sahte, fotomontaj ve hileli videolar ve fotoğraflar olduğu için bu konuda gerçekler ile yalanlar birbirine karışmıştır. Belki ileriki yıllarda parapsikoloji bu konuya da bir netice getirir.
Ruhları görmek için bir diğer yöntem ise ektoplazmadır. Ektoplazma medyumların ağzından, burnundan ve kulağından çıkan bir enerji gibidir. Bir tül gibi maddesel ama süptildir. Bu ektoplazma ile maddeler levite edilebilir. Yada ruh kendi istediği ile ektoplazmaya şekil vererek kendini gösterebilmektedir. Bu şekilde çekilmiş bir çok fotoğraf vardır. İşte bazı ektoplazma ile görüntülenen ruh fotoğrafları:
Aşağıdaki fotoğraf Ruh ve Madde dergisi 1960 yılında çıkan sayı 7’den alınmıştır:
Aşağıdaki fotoğraf Ruh ve Madde dergisi Aralık 1960 yılında çıkan 11. sayıda yayınlanmıştır:
Görüldüğü gibi medyumdan çıkan ektoplazmayı ruhlar şekillendirerek kendi suretlerine benzer görünümler oluşturuyorlar. Ruhta süptil bir madde olduğu için belli bir görüntüsü yoktur şuurlu olarak ruh kendini istediği şekle sokabilir. Astral seyahat sırasında kendini çıplak gören ruhlar sadece istedikleri giysiyi imajine ederek o giysiye bürünebildikleri bilinen bir gerçektir
Bu şekilde görüntülenen ruhlar genellikle telepatik olarak iletişim kurmaktadırlar. İletişim kurmak konusunda ise deneyimlerimden ve gözlemlerimden kesin olarak söyleyebilirim ki her insan hayatında mutlaka birkaç kere ölmüş akrabası ile gerek rüyada (ki genellikle böyle olur) gerek dünyada iletişim kurar. İletişim konusunda bir deneyimim şu şekilde:
“Yanlış hatırlamıyorsam 13-14 yaşlarında iken babam ile baya sert bir söz kavgasına girişmiştim. Erginlik zamanları olduğu için biraz hırçındım. Kavgadan sonra o öfke ile “ölse de kurtulsam” diye düşündüm ve bu düşüncemi belki bedduamı geri almadım. Bu çok yanlış bir laftı ve de düşünmeden edilmişti. Kendimle bile kavga ettim ama son kararım sözümü geri almamak olmuştu.
Uykuya daldım. Rüyamda babam ölüyordu. Babam öldüğü için biz fakirliğe düşüyorduk. Çalışmak zorunda kalmıştım ve okula geçim sıkıntısından gidemiyordum. Üzüntüden ağlıyordum. İnsanlar ziyarete geliyordu ama biz ailecek çok kötü durumdaydık. Hep babamı özlüyor, o eski günleri anıyordum. Çok pişmandım ve üzgündüm. Derken bir kapının önünde babamı gördüm. Onu gördüğüm an çok sevindim. Babam ölmemişti. Ama aniden babamın yanında ölen dedemi gördüm. Rüyada ne olduğunu kavramıştım. Dedem bana bir ders vermişti ve karşımda sanki canlı gibi duruyordu. Koşarak dedeme sarıldım o da gülümseyerek sarıldı. Çok özlediğimi söyledim. O ses çıkarmadı. Ama o da mutluydu. Bol bol sarıldım. Özlemimi giderdim. Dedem öleli birkaç ay olmuştu. Sonunda rüyadan uyandım. Hala etkisindeydim. Ve dersimi de almıştım, ölen dedemi de görmüş özlemimi yitirmiştim.”
Bunun dışında eniştem de öldü ve onu da rüyamda görmüştüm. Mutlaka sizin de başınıza gelmiştir veya gelecektir. Ruhların bazen ziyaretimize geldiği açık. Yaşadığım olay gibi birçok olay yaşayan insan var. Peki onlar ziyaretimize geliyor ama acaba biz onları çağırabilir miyiz?
Ruh Celseleri ve Ruh Çağırma
Ruh önceden söylediğimiz gibi bir muamma olduğu gibi öte dünya ve orada olanlar da bir muammadır. Kuran bize bu konuda bilgi vermekte ama konuyu tam manasıyla açıklamamaktadır. Yapılan parapsikolojik ve spiritüalist araştırmalardan çıkan genel kanı ölen insanın biraz daha dünyada kaldığıdır. Bu süre ruhun gelişmişlik seviyesine göre değişir. Gelişmiş bir ruh ölümün farkına varacak ışığı görecek ve ahirete (spatyoma) doğru yol alacaktır. Ama düşük seviyeli bir ruh ise öldüğünün farkına varamayacaktır. Bunlar genellikle doğru yoldan sapmış ruhlardır. Çünkü öldüklerini kabul etmezler. Bunlar dışında normal bir insanda öldüğünde karmaşa yaşayabilir .Yapılan celselerde birçok kişinin yeni hayatını yadırgadığı, gerçekten öldüğünü anlayamadığı bilgileri alınmıştır. Çünkü kendisi başkalarını duyuyor, görüyor, adeta yaşıyordur ama diğerleri onu fark etmiyordur. İşte bu ortamda bazı ruhlar kendini kanıtlamak için ise sürekli rüyalara girmeye çalışır, bir şeyler ispat etmek için çabalar. O zamanda tekinsiz ev fenomeni veya poltergeist olayları denen olaylar vuku bulur. Bunlar o ruhun kendini kanıtlamak için kişilere musallat olması, eşyaları hareket ettirmeleri, görünmeye çalışması ve ses çıkarması gibi olaylardır. Bu karmaşaların sonunda ise rehber varlıkların yardımıyla öldüğünü anlarlar ve ahirete giderler. O zamana kadar çektiği acılar ise gerçekten kötü olur. Çünkü bir ruh için dünyada kalmak azap verici bir şeydir. Oradan oraya istemdışı sürüklenir ve tam olarak ne olduğunu idrak edemez. Kendisini kaybolmuş ve yalnız hisseder. Hiçbir şey net gelmez. Bu karmaşaları normal insanlar ilk başta yaşayıp sonra rehberler yardımıyla atlatırlar. Ama bazı kişilerin bunları atlatması daha zordur. Materyalist insanlar, hayatını boş geçirmiş insanlar, ateistler, katiller, suçlular veya ölüme inanmayanlar bu sınıf içerisinde olduğu gözlemlenmiştir.
Öncelikle ruh çağırmayı inceleyeceksek objektif bakıp, karşıt görüşleri de incelemeliyiz. Celseler sırasında gelen ruhların çoğunluğu dünyada kalmış olan yani seviye olarak düşük, öldüğünü fark etmeyen ruhlar olacaktır. Bu spiritüalizmin araştırmalar sırasında bulduğu kanılardır. Yukarıda anlatılanda spiritüalizmin savunduğu şeylerdir. Ve bunlara dair kanıtlar mevcut. Öbür yandan ise söylenen kanı bu sırada gelen şeylerin ruh değil cinler veya şeytanlar olduğudur. Bu kısımda da işler karışıyor. Cinlerin olma ihtimaline bakarsak cinler de bir bilinmeyen ve şekilleri olmayan varlıklardır. Haliyle kandırmaları o kadar zor olmayacaktır. Şeytani cinlerin insanları kötülüğe ittiği Kuran’da da geçmektedir. Peki celselerde gelenler geri seviyeli ruhlar mıdır cinler midir?
Gerçekten medyum sıfatına layık insanlar görüştükleri varlıkların sorunlarını çözmeye çalışmaktadır. İleri seviyeli medyumların çağırdığı varlıklarda insani özellikler vardır. Gelen varlık öldüğünün bazen farkındadır bazen değildir. Ortada kalmıştır. “Ölmedim ama bedensizim!” benzeri cümle kurarlar. Araştırıldığında gelen varlığın kendi yaşamı ile ölümü ile anlattığı her şey doğru çıkmaktadır. Sorunları, ölüm sonrası çektiği ızdıraplardır. Birini affedememe, kibrinden dolayı acı çekme vb. düşüncelerinden kurtulamamış, feraha ulaşamamıştır. Aslında ahiretin başlangıcı da bu durumdur. Kabir azabı diye geçen olay bu olduğuna dair bazı görüşler vardır.
Celselerde bazen ruhun sorunu çözülür, bazıları da o kadar geridir ki olduğu yerde kalır. Ruhların buradaki amacı tekamül edip, gelişip, ahiretin diğer kısımlarına çıkmaktır. Ruh ve Madde dergisi 1962 yılında çıkan 31-32. sayılarda sürekli olarak çağırılan bir ruhun tekamülü gözlemlenmiştir. İlk çağırıldığı zamandan bir bölüm vermek istiyorum:
Celse sırasında Ahmet Kilimcioğlu adlı bir ruh gelir. (Celselerde belli kişiyi çağırmazlar, bir seans düzenlenir ve bir geri seviyeli ruh gelir. Bu gelişmiş medyumların amacı onların sorunlarını anlamak, gerekirse yardım etmektir.) Ahmet arkadaşı Selim ile bir dükkan açmıştır. Ama karaborsa vb. yüzünden araları açılmış, Ahmet Selim’e nefret duymaktadır.
R.K: operatör O.G: medyum A.K: ruh
R.K: Bu ölü Ahmet Bey ne kadar olmuş öleli?
O.G: (Bir sene falan) diyor
R.K: Peki şimdi bizim kendisine herhangi bir hizmetimiz dokunabilir mi?
O.G: (Selime küfretmenizi söyledim)diyor.
(Ahmet daha önceden ne istiyorsun diye sorulduğunda Selim’e küfürümü iletin, küfür edin demişti.)
R.K: Peki, bunu yapacağız. Başka?
A.K: Sahiden yapacak mısınız?
R.K: Sizin küfür ettiğinizi söyleyeceğiz. Fakat bundan sizin kazancınız ne olacak, bunu merak ediyoruz?
A.K: Hıncımı almış olacağım.
R.K: Aldınız hıncınızı size ne faydası dokunacak?
A.K: Rahatlayacağım
R.K: Hınç almakla rahatlanıyor mu?
A.K: Başka nasıl rahatlarım.
R.K: Af etmekle
A.K: Kimi?
R.K: Selimi
A.K: Yaptıklarından sonra mı?
R.K: Evet
O.G: Öyle bir şey düşünülemez bile. Ancak dövülürmüş. Dayan düşman imiş
Ruh burada hala insani duygularından arınamamış. Sürekli bu duygudan huzursuz. Bu ruh geri seviyeli olduğu için öldüğünün farkına varsa da bir kin uğruna acı çekiyor. 1 ay sonra tekrar geldiğinde ki dialogtan bir parça veriyorum:
A.K: Küfrettiniz mi Selim’e?
R.K: Yerini bulamadık, yani kötülük mü yapacaksınız.
A.K: Yooo, eğer söyledikleriniz doğru olsaydı şimdiye kadar çoktan karımı görmüş olmam icap ederdi. Bakın size Selim’e küfretmenizi söylemiştim. Ama bu aslında bir çocukluktu Küfredeceksiniz de ne olacak?
İleriki konuşmalarda hala Selim’i düşündüğü belli oluyor. Ama 1 ay boyunca seviyesinde gelişmişlik var. Eğer ki bu kadar geri seviyede değilse, kısa süre kalıp önce bu tür duygulardan arınıp ,diğer kısımlara çıkıyor.
Bunlar kontrollü yapılan ustaca celseler. Peki herhangi birinin yaptığı celselerin sonu ne olabilir? Onlar bu şekilde kontrol edemeyebilirler gelenler cin olabilir ya da bunun gibi geri seviyeli ruh olabilir. Bu durumda eşyalar hareketlenir, kişiler zarar görebilir. Beklenmedik korkunç olaylar gelişebilir. Bazen de bu varlıklardan kurtulunamayabilinir. Gelen cin ise (ki cin gelmez biz çağırmış oluruz. Bilinçli veya bilinçsiz) deneyimsiz kişiye bulaşır. Bu bizim konumuz dışında. Bu yüzden biz gelen geri seviyeli ruhsa ne olacağına bakalım. Ruhlar geldiği zaman genellikle havada bir soğuma olduğu tespit edilmiştir. Ve yine yaşanan olaylardan anlaşıldığı kadarıyla ışıklar veya elektronik aletlerde açılıp kapanmalar oluşabilir. Perdeler hareketlenebilir. Bazen ruh evde kalabilir ve kendisini göstermek için elinden geleni yapabilir. Bazen de gelen geri seviyeli ruh çağırana dadanıp, musallat olabilir ve iler ki aşamalarda obsesyon yani zihnen ele geçirmesi veya geri seviyeli ruh daha güçlüyse posesyon yani hem zihnen hem bedenen ele geçirme olayı gerçekleşebilir. Bu yüzden ruh celseleri birçok tehlikeleri de barındırmaktadır. Gelen varlık ruh değil de farklı bir geri seviyeli bedensiz varlıksa bu daha da facia bir durum haline gelebilir.
Bir diğer olasılık ise fincanın hareketlenmesini sağlayanın bilinçaltı etkisi olmasıdır. Bu da yapılan bazı araştırmalarda sık gözlemlenmiştir. Kişilerin bilinçaltları istem dışı fincana yön vermekte ve bilinçaltlarında ki bazı şeyleri ortaya çıkarmaktadır. Mesela buna örnek; Bir celsede medyum yarı transa girer ve ibranice konuşmaya başlar. Bunun varlığın etkisi gibi gözükmesine karşın yapılan araştırmada, medyumun dadısının bir Yahudi olduğu ortaya çıkar. Bilinçaltına yerleşen bu ibranice kelimeler yarı trans halinde su üstüne çıkmıştır. Bu şekilde bazı celselerde transa ya da yarı transa giren medyum istemdışı bilinçaltında kalan bilgileri dışa vurmaktadır.
Ruhların gelmelerine dair “Yaşanmış Esrarengiz Olaylar” adlı kitaptan bir alıntı yapalım:
Yer: İstanbul-Maltepe
Tarih: 1995
Olayı yaşayanlar: Selçuk Özer, Vildan Özer, Mehmet Özer
Arşiv No: 06/011
Selçuk Özer, eşi ve akrabalarının bir süredir gerçekleştirdikleri, fincanla ruh çağırma seanslarına kesinlikle inanmıyordu. Bu olayın doğruluğunu ispat etmek için, kendisinin de bulunduğu bir seans düzenlemelerini istedi. Onlar da kabul ettiler.
İşte olaylar böyle başladı…
Selçuk Özel’in de katılacağı seans için her şey hazırlandı.
-Selçuk Özel: Benim böyle bir inancım yoktu . Doğrusunu söylemek gerekirse,ben bu tür olaylarla dalga geçiyordum.
Seans başladı. Her zamanki gibi fincan hareket ediyordu. Selçuk bey bilinçaltı gücünün buna sebebiyet verdiğini düşünerek, fincanın hareketini fazla önemsemedi. Belki de içlerinden biri fincanı hareket ettiriyordur diye düşündü. Gelen varlığa bir takım sorular soruluyor ve varlıktan da bir takım cevaplar alınıyordu. Varlık daha sonra kendisiyle ilgili bazı bilgiler verdi. Nasıl öldüğünü, şu anda nerde gömülü olduğunu kısa kısa anlatmaya başladı.
Bu iletişim, Selçuk Beyi biraz heyecanlandırmıştı. Bunun üzerine cebindeki paranın ne kadar olduğunu varlıktan bilmesini istedi. Varlığın verdiği cevap karşısında Selçuk Bey neye uğradığını şaşırdı.
-Selçuk Özel: Cebimdeki parayı kuruşu kuruşuna bildi. Bu imkansızdı. Cebimdeki parayı eşim bile bilmiyordu. Daha sonra kendimle ilgili çok özel sorular sordum. Hepsini doğru olarak cevapladı. Şaşkına dönmüştüm. O gece seansı daha fazla uzatmak istemedik. Bir gece sonra devam etmek üzere seansı bitirdik.
Herkes evine gitmişti. Selçuk beyin aklı hala varlığın söylediklerine takılıp kalmıştı. Hem böyle bir şey olamaz diyor, hem de yaşadıklarını nasıl yorumlayacağını düşünüyordu. Çelişki içindeydi…
Ertesi gün, iş dönüşü kararlaştırılan celse için hazırlıklar tamamlandı ve herkes celse masasının etrafında yerini aldı.
Önce her şey normal başlamıştı.
-Selçuk Özel: Ertesi gece benzer sorularla seansa devam ediyorduk. Ancak birden bire camda bir ses duyduk. Ama pencerede kimse yoktu. Paniklemiştik ama seansa devam ettik. Sorular soruyor cevaplar alıyorduk. Birden bire televizyon kendiliğinden açıldı.Hepimiz olduğumuz yerde donup kaldık.Gidip televizyonun fişini çektik. Tedirginlik iyice artmıştı. O anda evin içinde birinin dolaştığını hissettik ama kimseyi göremiyorduk. Ses önce mutfaktan geldi. Daha sonra bütün evin odalarından anlamsız sesler gelmeye başladı. Bulunduğumuz odanın kapısı kendi kendine açıldı. Bütün bu anlattıklarım birkaç saniye içinde oluyordu.Hepimiz korkudan ne yapacağımızı bilemiyorduk.
-Vildan Özel: Biz daha önceden de ruh çağırma seansları düzenliyorduk. Ama böyle bir olayla ilk kez karşı karşıya gelmiştik. O anda ne yapacağımızı şaşırdık. Kelimenin tam anlamıyla elimiz ayağımıza karıştı.Masaların altına girerek saklanmaya çalıştık.
Birbiri arkasına gelişen bu korkunç olaylar, kısa bir süre sonra başladığı gibi yine kendiliğinden sona erdi. Böyle bir şeyle karşılaşacaklarını aklına bile getirmeyen Selçuk bey, bir daha asla böyle bir şeye girişmeyeceğini söylerken sözlerini şöyle noktaladı:
-Selçuk Özel: Artık böyle olayların varlığına inanıyorum. Açıklayamadığımız bir şeyler var.
İlginç Olaylar Birbirini İzledi
Bu olayı biz ilk kez Kanal D’de yayınlamıştık. Programdan hemen sonra, son derece ilginç bir telefon geldi. Telefondaki bayan bizi Edirne’den aradığını ve programda söz konusu olan ruhun kendi kocası olduğunu söylüyordu;
-Nefize İşanlar: Televizyonda gösterilen ruh çağırma seansına gelen ruh benim kocamdı. Sizin televizyonda gösterdiğini ruh çağırma seansındaki gelen ruhun benim eşim olduğunu bizi tanıyanlar bile hemen anladılar.
Galiba bu sefer de şaşırma sırası bize gelmişti. Çünkü bu son derecede ilginç, ilginç olduğu kadar da önemli bir gelişmeydi.
Celsede ruhun anlattıklarından bu kanıya ulaştığını bildiren Nefize hanımla daha sonra uzun uzun görüştük. Gerçekten de celsede anlatılanlarla, kocasının yaşamı sırasındaki özellikleri tamamen birbirine uyuyordu. Hatta ölüm şekli ve şu anda gömülü olduğu mezarlık bile.”
Obsesyon
Obsesyon, bilgisiz geri seviyeli bir ruhun insanı devamlı olarak tesiri altına alması, kendi düşüncelerini ona aşılaması ve kendi isteğine göre onu yönlendirmesidir. Obsede eden varlık karşıdakinin zayıf noktasından vurup onu yavaşça ele geçirir ve kendine bağlar. Ona bağlanan insan onun dediklerine uyar ve yanlış yola saparak berbat bir hayat geçirir ve kurtulamazsa sonu tımarhanede bile bitebilir! Şimdi ruh ve madde dergisi 1960 basımlı 9. sayısından olduğu gibi obsesyon vakasını veriyorum ve yorumu size bırakıyorum:
Bir Obsesyon Vakası
Ahmet Çalışkan
A.H.18 yaşında, lisenin son sınıfında talebe… Bundan bir sene kadar önce, Güney Anadolu’nun büyük bir şehrinde arkadaşlarıyla spiritizma tecrübeleri yapıyorlar. Önceleri bir seyirci olarak katılıyor bu tecrübelere. Bir gün o da medyum oluyor, bir ruhla irtibata geçiyor. Mükemmel. Tabii devam ediyorlar. Her defasında aynı şahıs geliyor ve bu varlığı iyice tanıyorlar. Birinci Cihan Harbi’nden sonra İstanbul’a gelmiş ve bir müddet sonra bir cephaneliğin infilakı neticesinde ölmüş bir İngiliz Subayının ruhu. Fakat, bir müddet sonra İngiliz Subayı, genci tecrübelerden sonra da bırakmıyor ve nihayet istediği anda sağ koluna hakim olabilecek hale geliyor. Artık “Yaz…” dediği anda A.H. hemen eline kalemi alıp onun söylediklerini not etmekten başka bir iş yapamaz hale geliyor. İşte bu durumdayken cemiyetimize gelen A.H. üzerinde Dr.Refet Kayserilioğlu’nun operatörlüğü altında iki tecrübe yapıldı. Önce varlığın dünyadaki durumu hakkında kafi malumat alındı. Varlık, dünyada yaptığı bir takım uygunsuz işlerden dolayı çok ıstırap çektiğini anlattı. Fakat bu durumdan kurtulmak için gayret sarfetmeyi reddediyor. Adeta bunu bir yenilgi olarak kabul ediyor. (R.K. operatörün, V. Gelen varlığın konuşmaları)
<….R.K.-Görüyorsunuz ki içimizde iyi veya kötü yolda olduğumuzu bize gösterecek bir vicdanımız var. V.-Lafı uzatmayın, hakikatlerden ayrılmayın! R.K.-O halde demin ki teklifime dönüyorum. Bir deneyiniz. Birlikte dua edelim. V.-Ne olacak?! R.K.-Sıkıntılardan kurtulmayı isteyiniz benimle beraber. V.-Bu sıkıntıyı denemiştim. (Dua etmeyi sıkıntı olarak kabul ediyor. A.Ç.) R.K.-Kabul ediyor musunuz? V.-Belki. R.K.-O halde deniyoruz şimdi. Lütfen benim sözlerimi tekrar ediniz. Ulu Tanrım, bu dostumuza lütfen yardım ediniz. V.-Olmaz, saçma bir şey!… Bu sıkıntıyı zaten bana o vermiş, nasıl alır? R.K.-Siz de beraber söyleyiniz. “ Ulu Tanrım, sıkıntılarımı azaltınız, karanlıklarıma nur saçınız, aydınlatınız.” deyiniz. V.-Emriniz baş üstüne. R.K.-Biz yalnızca rica ediyoruz. V.-Olur komutanım. R.K.-Dostum, görüyorsunuz, sizin iyiliğiniz için çalışıyoruz. Siz hafife alıyorsunuz. V.-İnsanlardan nefret ediyorum. R.K.-Zararı yok bizden de nefret ediniz. Biran için size ufak bir dostluk beslediğimizi kabul ediniz. V.-Hepiniz birer psikopatsınız, cemiyet bozuntuları!.. R.K.-Olabilir. Yalnız size herhangi kötü bir his beslemediğimizi biliyorsunuz değil mi?>
Dikkat edilirse varlığın hakaret dolu ifadelerine bile operatör sükunetle, kızmadan cevap veriyor. Çünkü obsesyon vak’aları tedavisinde gayemiz medyomu kurtarmak olduğu kadar, obsedör varlığı aydınlatmak ve içinde bulunduğu ıstıraplı durumdan kurtulma yollarını göstermektir. Bu sebepten onun bütün kötü laflarına göz yumup gayemize adım adım yaklaşmalıyız. Şimdi devam edelim:
<R.K.-Bir insan dost gördüğü kimse için her türlü gayreti sarfeder ve bu esnada yalnız karşıdakinin iyiliğini düşünür. V.-İyilik enayilere mahsustur. R.K.-Belki biz de enayiyiz. İyilik yapan enayi olmayı kabul ediyoruz. V.-Kurnazsınız. R.K.-Kurnaz da değiliz; fakat doğru konuşuyoruz. Bunu lütfen kabul ediniz…>
Konuşma bu minval üzere devam ediyor. Nihayet operatör sözü esas meseleye getiriyor:
<… R.K.-Medyomla ancak kendisi istediği zaman irtibata geçiniz. V.-Olmaz. R.K.-Onun haricinde onunla irtibata geçmek için zorlamanız sizi de onu da müşkül durumda bırakır. V.-Biliyorum. Olmaz. R.K.-Görüyorsunuz ki başkasına zarar verecek hareketler size büyük ıstıraplar vermektedir. V.-Ha biraz az, ha biraz fazla!….>
Celse karşılıklı konuşmalarla uzuyor. Birkaç gün sonra ikinci bir celse daha yapılıyor.
<V.-Geldim. Fakat ne yapacaksınız? R.K-Önce bize açık isminizi söylemenizi rica ediyoruz. V.-Jhonson Shopor; Belki de yalan. Beni ne yapacaksınız?.. R.K.-Geçen konuşmada bize.. V.-(operatörün sesini keserek) O kadar hakaret yetmedi mi? R.K.-Biz sizin sözlerinizi hakaret telakki etmedik ki. V.-Yüzsüzlük. R.K.-Olabilir. Fakat birisine iyilik yapmak isteyen onun sıkıntısına katlanır. Nitekim anne de çocuğunun sıkıntısına bu sebeple katlanıyor. Bizim niyetimiz size iyilik ve dostluktur. Geçen konuşmamızda sıkıntı içinde olduğunuzu söylediniz. Bu hususlarda size yardımcı olabiliriz. V.-Ne gibi?!. Herkesin sıkıntısı kendine. R.K.-Kurtulmanız için daha üstün varlıklara yapacağınız ricalar sizin için faydalı olur. Birlikte dua edelim. V.-Evet, fakat dua etmesini bilmiyorsunuz. R.K.-Nasıl? V.-<İsa hakkı için> bir mahzur var mı? R.K.-Burada esas olan şekil değil, niyettir. V.-Herkes inandığı şekilde yaşar. İnancımız bu dünyada insanları bir şekil haline getirir. Ben böyle inanmışım. R.K.-Ama sıkıldım diyorsunuz. V.-Evet veya hayır! Fakat hissediyorum bana yanlış anlatmışlar. R.K.-Neyi? V.-İsa’nın Allah olduğunu!… R.K.-Peki, ben size bir şey teklif etsem, biran için medyom ile irtibatı gevşetseniz biz başka bir varlık çağırsak V.-Ben size bir şeyler öğretecek durumdayım. R.K.-Öyleyse devam edelim. Yalnız bir şey soracağım, medyom bu irtibattan memnun mu acaba? V.-Alaycı, bu bakımdan huyumuz bir. R.K.-Siz Dünyada yaşarken bir fukaraya, bir düşküne yardım ettiniz mi hiç? V.-Evet, fakat size ne bunlardan?!.. Uzatıyorsunuz. Ricanın altında menfaat vardır. R.K.-Başkasını sevindirmekten içinize bir huzur gelmedi mi? V.-(Suali duymamazlığa gelerek.) Ne olacak, işte konuşuyoruz: fakat sıkıcı dostlar da olur. Şimdi medyom sıkılıyor. Bana göre hava hoş. Dünyayı görüyorum, fakat onun hayatını bozuyorum. İlk zamanlar farkında değildi. Böyle işlerden hoşlanıyor. Daha doğrusu çekiyor>
Varlığın bu sözleri çok enteresan. Obsesyonun vukuu için temel şart, şahıs ile varlık arasında ruhi sempatizasyonun mevcut olmasıdır. Yukarıdaki ifadeden medyumun bu irtibattan hoşlandığı, arzularının o yönde olduğu anlaşılıyor. Şahsın obsesyondan kurtulabilmesi için bu arzuyu kırması ve varlıktan gelecek bütün cazip teklifleri reddetmesi lazımdır. Bu, bir mücadele ve azim işidir. Spiritizma celseleriyle obsesyon tedavisinde şahsın bu mücadelesine yardım edilir. Aynı zamanda obsedör varlık da aydınlatılıp ikna edilir. Fakat esas rol yine şahsın kendisine düşmektedir. Celseye devam edelim:
<R.K.-Hiçbir iyilik yaptığınız oldu mu? V.-Yazık yahu, ettim galiba! Kilise önünde. Ufakken. Belki bir şeker alamadım diye düşündüm. Yani sözün kısası iyilik etmedim kimseye, mahkemede miyiz yani?!… R.K.-Peki, siz bir zatı öldürdüğünüzü söylemiştiniz. Ne gibi bir his duydunuz sonra? V.-Bir eşek daha gitti dedim. R.K.-Nasıl bir zevk duydunuz bundan? V.-Bilseydiniz kendiniz bilirdiniz. Züppeler, cemiyet bozuntuları!…>
Kısa bir tartışmadan sonra söz mukadderat mevzusuna geliyor. Varlık bütün ıstıraplarının mesulü olarak cemiyeti gösteriyor. Her zaman doğru bildiğini söylediğini ve bildiklerinin yarısının doğru olduğunu ve çektiklerinin bu yüzden başına geldiğini ifade ediyor. Konuşma bu tarzda uzuyor. Medyuma tekrar tecrübe yapabileceğimizi bildiriyoruz. Fakat, memleketine gitmesi gerektiğini söylüyor ve ayrılıyor.
Ruh konusu tabi ki bu bilgilerle sınırlı kalamayacak kadar geniş ve gizemli bir konu. Ne kadar araştırıp, bilgi alsak da mutlaka bu konuda söylenenler muammada kalacaktır. Bilgilerimiz ancak gözlemler, kitaplar, celseler ve sezgilerle sınırlı kalacaktır. Belki de bu konuda bilgi verilmemesi hepimizin hayrınadır. Sonuç olarak ruh hakkında hepimizin bildiği ve asıl bizi ilgilendiren kısmı; Ruhun “Tanrısal” olmasıdır. Ruhumuzun, Allah’ın bir parçası olması bu yüzden gerçek özümüzü oluşturmasıdır. Bu gerçeklik dışında belki de diğer gerçeklerin hepsi muammadır. Belki de bir gün bu soruların tüm cevabını –o cevabı almaya hazır olduğumuz vakitte- insanlık olarak alabiliriz.