Her birimizin hayatta bir amacı vardır. Kimilerimizin aşktır, kimilerimizin maneviyattır, kimisinin maddiyattır, kimisinin dervişliktir, kimisinin ki mevkidir, ündür. Herkesin bir amacı ve bu amaç doğrusunda ilerleyişi vardır. Bu amaç uğruna ilerlemede hepimizin ortak ihtiyacı bilgidir. Bilgisiz bu amaca gidişin önü kesilir. Bu amaç uğrunda bilgi edinmesi de ayrı derttir. Kimisi dışarıda arar bu bilgiyi kimisi içeride.
Özellikle spiritüalizmde ve yükseliş için ilerleme yolunda insanlar dışarıda bilgiyi aramaya meyillidirler. Bir kısım dış varlıklarla uğraşarak ya da dışarıdaki bilgilere göre hayatlarını orjinleyip, ilerleme çabası içine girerler. Hâlbuki en temel kural içe bakmaktır. Peki, dışarıdan alınan –bunlar varlık olabilir- bilgilerle, desteklerle yükseliş nereye kadar olabilir? Benim naçizane görüşüm varlıklarla yükseliş olmaz, olsa gibi gözükse de sağlam olmaz. Ne olursa olsun bir kere hiç kimse tam olarak gelen varlığın ne durumda olduğunu veya kişiye neyi lanse ettiğini bilemez. Hiçbir negatif kendini direk belli etmez, her zaman pozitif tümcelerin ve davranışların arkasında kendini saklar. Bu yüzden yükseliş kişinin kendi kendine çalışmasıyla olur.
Zaten varlıklar kalıcı da değildirler. Bir dönem bir varlık gelir. Yükselişte yardımcı olur ve gider. Sonra başkası gelir o da gider. Burada ki temel amaç kişinin yola devam etmesi gerektiğidir. Varlıklara fazla takılmamak gerekir. Sağlam olmasını istiyorsak varlıklar konusunda ağırlık vermemeliyiz. Çalışmalarımızda kendi enerjimizi yükseltmeye bakmalıyız, varlıkların bize takviye etmeye kalktığı, daha yapay enerjilerle değil. Bu enerjiler, reiki vs. hepsi sadece tampon görevi görür. Sadece bir yoldur, destektir. Kişi asıl kendi enerjisini bulsun diye, o yolda ilerlesin, düşüncesini odaklamayı bilsin, evrenle iletişime geçsin, kendi iç sesinin dışta ki seslerden daha güçlü olduğunu farketsin diye destek verirler.
Ya İçindesindir Çemberin Ya Da Dışında
İçimiz de evren var, kainat var, Allah var! Peki dışta ne var? Varlık dediklerimiz neler? Biz neye güvenerek ilerlemeye kalkıyoruz. Bunların hepsi geçici, hiçbir varlık -bizim kendi özümüz dışında- bizim için daimi bilgeliği sunamaz. Varlıklar ya da bu enerjiler hepsi bir araç, bir yol göstericidir. Ama yolda ilerleyen biziz. Bu yol varlık ya da enerji odaklı olursa döngüye gireriz. O şeyle sınırlı kalır ve onun sınırları arasında gidip geliriz.
Araştırdığınızda hiçbir aydınlanan kişi varlıklarla aydınlanmamıştır. Hepsi kendi özünde ki Allah’ı kendi özünde ki gücü farkettiği ve onla bütünleştiği için aydınlanmıştır. Varlıklar veya dış etkenler sadece bu noktada kişiye yardımcı olup gitmişlerdir. Varlıklar ikileme sebep olabilir bu yüzden. O’na giden yol direk kişinin gönlünden geçer. Niye bir varlıktan geçsin ki? Kimisi kestirmeden gitmek ister. Kestirmeden gideyim derken niye sahte bir yükselişe sahip olalım ki. Bu ne kadar daim olur? Bu ne kadar sürer? Muhuddin-i Arabi’nin dediği gibi; “On sekiz bin alem bir havanda dövülse, hamur haline gelse, terkibi insani kamil olur. Bu insan onsekiz bin alemi on sekiz bin gözle seyreder. Her âleme, o aleme has olan gözle bakar. Duygular alemini duygu gözüyle, akılla sezilenleri akıl gözüyle, manaları da kalp gözüyle seyreder.” İnsan-i kamil alemi tüm alemleri barındırandır, insan en üst seviyesine ulaştığında, Allah’a ulaştığında tüm alemlerin seyredicisi olur. Öyleyse dışarıda aradığımız nedir?
Muhuddn-i Arabi daha sonra ekler “İşte bahsi geçen cümle cümle şeyler, melek ve felek insani kamil’in kalbine konsa, zerre kadar dahi tartı değmez. Hazredi Beyazıd bu makama varınca şöyle demiştir: <arş ve ondakiler milyon kere büyüse ve arifin kalbinde bir köşeye konsa, orada bir şeyin varlığını duymaz>”
Allah demez mi “Göklerime, yerlerime sığmam, lakin mümin kulumun kalbine sığarım.” diye. Öyleyse nedir bu dışta ki arayış. Kalpte değil midir her şey. İnsan mikro kozmos değil midir? Öyle der tüm ezoterik belgeler. Peki, hala niye makro kozmosa bakıyoruz, niye hala Allah’ı dışarıda, bilgiyi dışarıda arıyoruz. İnsani Kamil’in özünde olmayan hiçbir mertebe yoktur. Öyleyse varlıklar bizden aldıklarını bize satmış olmazlar mı? Her şey bizde saklıysa hala ne diye başka bilgileri aldığımızı sanıyoruz. İnsan Allah’ın halifesidir. Allah’ın parçasıdır ve parça bütüne aittir. Bütünde olan parçada vardır ve parçada olan bütünün içindedir. Bunu unutmamalıyız.
Varlıklara ve onlardan gelenlere yoğunlaşıp da, onlardan gelenlere mutlak bilgeliğe ulaşan var mı? Cevap ortak olarak hayır olacaktır. Kişi ilerlemek için önce kendi sorunlarını temizlemeli, önce nefsini fark etmelidir. Bunlar psikolojik ilerlemelerdir. Kim diyebilir, bende ego yok diye. Hiç kimse. Öncelikle egosunu fark etmeliyiz ve onu düzeltmeliyiz Onu düzeltmek için egosunu kontrol altına alabilmek, nefsini terbiye etmek için niyetlenmeli, dua etmeliyiz. Budur asıl başlangıç.
Sonra arınmalıyız. Kirletecek unsurlardan uzak durmalıyız. Budur hakiki arınma. Kişi arındıkça yükselir. Arındıkça gözleri açılır. Parmaklarımızla gözlerimizi ne kadar açık tutabiliriz. Mutlaka bir gün elimiz yorulur ve gözler kapanır. İşte varlıklara bağlanmak budur.
Ama biz irademizi kullanmayı bilirsek, tüm irademizle, irade yasası eşliğinde gözlerimizi açabiliriz. İşte o zaman göz kaslarımızın kontrolü bizde olur. Bu daimi açıklıktır. Zamanla olacak bir şeydir. Sabrederek, her gün bir diğer güne bir şeyler ekleyerek olur. Zordur, uzundur ama nihaidir. Ve sonunda ulaşırız, çıkarız o zirveye.
Eğer nefsi kontrol altına almadan, fark etmeden ve arınma olmadan bir şeylere ulaşırsak o zaman kendimizi kontrol edemeyebiliriz. Daha basit yetenek ve isteklerle yetinip nihai amacımıza ulaşamayabiliriz. O zaman birkaç oyuncak verirler elimize. “Madem istediğin, arzuların bunlar, bunlarla oyna.” derler. Ve biz kendi kendimize oyalanmaya, nefsimizi tatmin etmeye başlarız. Sonunda o oyuncaklarda elimizden alındığında ortada kalırız. Nefsimize hakim olmadığımız için pişman oluruz. Ama artık amacımızdan çok uzaklaşmışızdır. Bu yüzden öncelikle arınıp, nefsimizin farkına varmalıyız.
Hepimizin içinde büyük bir yaratım gücü var. Dışta, içte olandan farklı bir şey yok. İçte, dışta olandan daha fazlası var. Hem de çok daha fazlası. Şunu asla unutmamak gerekiyor. Ya dışındayızdır çemberin ya da içinde. Seçimimizi yapmamız lazım. Dışa odaklanarak içtekileri pas geçmek mi? Yoksa içe dönerek dıştakilerin asıl görüntülerini görmek mi? Dış bilgilerle hangi yolda yürüdüğünü bilmemek mi? Yoksa içe dönerek kendi yolunu açmak mı?
Tabi ki varlıklardan alınan bilgilerle bazı farkındalıklara ulaşabilir insan. Ama bu bir başlangıcı kapsar ancak. Ötesi için sürekli onlara danışmamalıdır. Sürekli onlara danışırsa kendi iç sesini dinlemeyi öğrenemez. O varlık gittiğinde kişi boşluk hissi duyar, düşüşe geçer. Bu durumda ya obsede olur ya da elini ayağını çekmek zorunda kalır. Bu yüzden asıl en önemli bilgi kişinin kendi iç sesini dinlemeyi öğrenmesidir. İnsanın dışarıdan bilgi alırken temkinli alması içine “doğru ya da yanlış” veya “benim işime yarar mı yaramaz mı?” diye sorması gerekir. O bilgi ya da enerji başkasının işine yararken size yaramayabilir, sizin frekansınızla tutmayabilir. Bu durumlarda insan sezgilerini, iç sesini kullanmalıdır. Nefsini değil.
Bunlardan dolayı aydınlanmada kestirme olmaz. Aydınlamada temkinsizce yürüme olmaz. Aydınlamaya giden yolda her şey temkinli ve adım adım olmalı. Ve kişi ön planda bilinçli olmalıdır. Ne bir guruya teslim etmeli kendini, ne de bir varlığa. Tasavvufta kişi kendi ilerler bu yolda ama daha önce yürümüş birinin gözetimi altında. Birine mürit denir diğerine mürşit. Mürşit müridin hocası aynı zamanda müritte mürşidin hocasıdır. Bu yüzden “Mürşit uçmaz, mürit uçurur.” Derler. Mürit bu dikenli yollarda kendi kendine arıtır nefsini. Tam dönüm noktasında mürşit çıkar yardımcı olur. Hep gözler onu. İşte varlıklarla ilişkide budur. Ulvi varlıklar dönem dönem gelir ve düzeltmeleri yapar. Kişi için uygun gelişimi sağlar ve gider. Bu bir sistemdir. Çarktır. Varlıkta çarkın bir vidasıdır. O vidaya takılıp da ilerlememek mi daha doğru, yoksa çarkın işleyişine bırakıp ilerlemek mi? Doğru tercihler yapmalıyız ilerleme yolunda. Ya çemberin içi ya da çemberin dışı…