Su ile ilgili bilim insanlarının ilgisini en çok çeken çalışmalardan biri Kuantum Fiziği hakkında hazırlanan “Ne biliyoruz ki?” belgeselinde adı geçen Masuru Emoto’nun çalışması.
Yeryüzünde en farklı element su olsa gerek. Kokusu tadı ve rengi olmayan fakat gökyüzünde yağmur damlası halinde iken ışığın yedi rengiyle gökkuşağını oluşturan bir element.
Canlılar için hayati önem taşıyan su hakkında kaynak kelimesi belki de en uygun ifade. Şöyle bir düşününce hayat ilk defa su içinde ve su ile gerçekleşmiştir. İlk yaşam formu suda oluşmuştur. İnsan bir çeşit sudan meydana gelmiştir.
Dünyaya adapte olurken amniyo sıvısı denilen suda dokuz ay boyunca yaşar. Ve İnsan yapısında %85 oranında bulunur. Her türlü metabolik faliyette yer alır.
Bilim insanlarının ilgisini çekerek pek çok farklı açıdan değerlendirilmiştir. En ilgi çekenlerden biri de “Ne biliyoruz ki?” adındaki Kuantum fiziğiyle ilgili belgeselde adı geçen Masuru Emoto‘nun çalışmasıdır. Emoto, suyun en ilerici element olduğunu, bu yüzden olaylara tepki verebileceğini düşünmüştür.
50 adet petri kabına 5cc su damlatılmıştır. Üzerlerine farklı sözcükler yazılarak -20 °C’ de 3 saat dondurulmuş, -5 °C’de görüntülenmiştir. Sonuçta sevgi, aşk, ilahi aşk, teşekkür ederim v.b. gibi ifadelerde birbirinden güzel kristallerin oluştuğu gözlenmiştir.
Kin, nefret barındıran sözcüklerde ise aksine şekilsiz, kristalize olmayan bir yapı ortaya çıkmıştır. Sonuçta iyi ve kötü için bir tepki vermektedir. Ve en güzel kristallerin aşk, sevgi (love) ve şükür (gratitude) kelimelerinde oluştuğu gözlenmiş.
Emoto, niyetin tüm bunları tetikleyen güç olduğu düşüncesinden bahsetmekte. Ayrıca yaşam olgusunun aşka ve şükretmeye dayandığına inanmakta.
Oksijenin ateş ve aşkı simgelediğini, şükrün de iki hidrojen atomu ile temsil edildiğini; Aşkın İki kez şükretmeye eşdeğer olduğunu düşünüyor.
Bunun su moleküllerini nasıl etkilediğinin bilimsel yönü de hala bilinmemekte. Belgeselde çok çarpıcı bir kelime kulağa çalınıyor.
“Eğer düşünceler bunu suya yapabiliyorsa kendi düşüncelerimizin bize neler yapabileceğini düşünün!”
Yaşadıklarımız, hissettiklerimiz vücutlarımızdaki suyla kayıt ediliyor, belki de bir şekilde toplanıyor. Kimin ne hissettiğini içindeki su ele verebilir mi? Tıpkı aşık bir kişinin beynindeki farklı alanların görüntülenebildiği gibi ele verir miydi hislerimizi?
Gözümde canlandırdım yere düşen damlaları, yerde toplanan, akan suyu düşündüm. Hepimiz sevgiyle dolu olsak nehirler daha bir coşkuyla çağlar mıydı? Değdiği toprak sevgiyle yeşertmez miydi tohumları? Sonra tüm şevkiyle yeşeren büyüyen orman geldi gözümün önüne. Olan olmadı, biten de bitmedi… Dışarıda sevgiyle, şefkatle büyüyen bir ağaç var. Tüm karanlıklara rağmen dallarında iyilikle parlayanlar; bu karanlığı aydınlatan ışıklar.
Yapısında yanıcı Hidrojen ve yakıcı Oksijen içeren su nasıl oluyordu da serinletiyor, hayati önem taşıyabiliyordu?
Tam da bu özelliğiyle bana insanı anımsattı. Yanıp yakabilecek iken serinleten büyüten, kötülüğü elinde tutar iken iyiliği seçen insanı. İnsanı meleklerden farklı kılan bu olmalıydı. İnsanın kötülüğü kontrol etmesi, saklaması bana suda saklanan yanıcı ve yakıcılığı akla getiren, hatırlatan başlıca sebep oldu.
Ne kadar anlatmaya çalışsam da eksik kalıyor bir şeyler. Ancak kaybetmeye ya da yitirmeye başladığımızda bir şeyleri önemini anlıyoruz, insanoğlunun bu kaderi olmamalı! Bizim yapmamız gereken suyu koruyup kollamaktır. Ve suda olduğunu düşlediğimiz güce inanmaktır belki de…
Ve Emoto’nun da dediği gibi:
“Water, we love you. Water, we respect you. Water, we thank you.”
“Su, seni seviyoruz. Su, sana saygı duyuyoruz. Su, sana teşekkür ediyoruz”