İnsan gözden ibarettir; geri kalan cesettir

İnsan gözden ibarettir aslında, geri kalan cesettir…

İnsan gözden ibarettir; geri kalan cesettir

Ne zaman masamın başına otursam yazı yazmama izin vermeyen vampirlerle savaşmak zorunda kalıyordum. Belki de yazı yazabilmem için önce vampirlerin kanımı emmelerine izin vermeliydim diye düşünüyor, telaşla oturduğum sandalyeden kalkıp bir gezintiye çıkıyordum evin içinde. Çoğunlukla ilk durağım mutfak oluyordu. Buzdolabının karşısına kamp kurup ne kadar abur cubur varsa mideme indiriyordum. Sonra da camdan duvarlarla çevrilmiş balkona geçiyordum. Midemde yüzen tuzlu balık krakerleri, şekerli yengeçleri daha kolay hazmedebilmek için bir sigarayı dudaklarımın arasına alıyor, çoğunlukla kibrit kullanarak yakıyordum. Sigarayı garip bir hırsla içime çekiyor, dumanını da dağınık halde, camdan duvarların ufak deliklerinden atmosfere doğru salıyordum.

Hayatımın bir dönemi böyle geçti. Neredeyse her gün aynı şey oluyordu. Sabah erkenden uyanıyordum. Sabah mahmurluğundan kaçmak için duş alıyor ardından bir koca bardak şekersiz, kremalı kahveyi soluksuz içiyordum. Masamın başına oturup biraz bekliyordum fakat nafile! Her gün aynı rutinle akşamı ediyor, biraz sonra tekrar yatağa yatıyordum. Rüya bile görmüyordum. O raddeye gelmişti başarısızlığım. Yapılabilecek tek şeyin, kendimi hasta olduğuma inandırıp ecza dolabından bulduğum tüm ilaçları midemdeki tuzlu balık krakerlerin vicdanlarına bırakmak olduğuna karar vermiştim.


Sabah yine rüya görmediğim bir uykudan uyandım. Doğruca duşa girdim. Diğer her günden farklı olarak, o sabah etim kemiklerimden ayrılabilir kıvama gelinceye kadar keseledim vücudumu. Biraz sıcak suyun egemenliğinden ayrılan yoğunlaştırılmış buharla seviştim ve ardından havluya sarınarak çıktım banyodan. Yalpalayarak mutfağa gittim. Koca bir bardak şekersiz, kremalı kahvemi bir elime aldım. Diğer elimdeyse ne idüğü belirsiz 20ye yakın ilaç vardı. Kimisini sadece rengini sevdiğimden, kimisini kolayca yutabileceğime emin olduğumdan seçtim. Bu sefer başarısızlığımdan kurtulmak için yeni bir başarı denemesi yapacaktım. İçimi garip bir heyecan kapladı. Sanırım o anda ölümü ya da ölemezsem hastanede geçireceğim günleri düşünmüyordum. O anki tek amacım, bunca zamandır yanıma uğrayan hüsranı, sevinç ve kahkahaya çevirmekti. Nasıl yapacağımı bilmesem de elimdeki kahve bardağı ve birbirinden ne de çok farklı ilaçların hangi sırayla mideme doğru yola çıkacağından emindim. Bunca yıllık oburum. Bunu başarabilirim sanıyorum.

Yemek borumun çapı ile elimdeki hapları oranlayınca her 5 taneye bir yudum kahve düşeceğine karar verdim. Dört adımda işlem tamamdı. Biraz bekledim. Eminim, hiç pişmanlık yoktu içimde. Pişman olmadığım bir karar verdiğimden içinse neredeyse mutluydum. Bu iyi bir şey! Sonra biraz uykum geldi. Hiç alışkanlığım dâhilinde olmayan bir şey yapıp gündüz vakti uyumaya karar verdim. Gözlerimi kapatır kapatmaz kendimi bembeyaz bir kumsalda buldum. Gözlerim güneşin aydınlığından kamaştı, gölge bir yer aramak için etrafıma bakındım ama bulamadım. Tek bir ağaç bile yoktu etrafta. Gözlerim daha çok yanmaya başladı. Sonra havlumu çıkarıp suya girdim. Denizin dibine doğru kulaç attım ve sonunda bir kayalık buldum. Balık krakerler, şekerden yengeçler de kayanın kenarlarına saklanmışlar. Birlikte uzun süre orada saklandık. Ne onlar seslerini çıkardı ne de ben! Zaten konuşmaya takatim kalmamıştı, o kadar yüzdükten sonra. Bir süre, sonra akşam oldu mu acaba, güneş saklandı mı diye bu sefer yüzeye doğru kulaç attım. Evet, güneş gitmişti. O kadar çok yanmıyordu artık gözlerim. Ama hava hala aydınlıktı. Bembeyaz kumsala uzandım. Tekrar uykuya dalmışım.


Yeniden uyandığımda bembeyaz kumsal yoktu. Ama yine çok aydınlıktı etraf. Gözlerim kamaşıyordu yine, ama bu kez bedenimde konuşan balık krakerlerin ve şekerden yengeçlerin seslerini duydum. 20 farklı hap ve kahve yudumları ile arkadaş olmuşlar. Haplar hiç erimemiş. Birden midemde garip bir dalgalanma oldu. Canım kafamı tuvalete sokmak istedi. Bir süre öylece öğürdüm tuvaletin yanında. Dinlendim. Oturdum, çaresizliğime ve başarısızlığıma ağladım. Gözyaşlarımı da tuvalete akıttım. Sonra hiçbir şey olmamış gibi yeniden masamın başına oturdum. Ve sayfalarca yazdım. Akşam oldu. Sonra yeniden sabah ve akşam oldu. Birbirini takip eden iki gün boyunca durmadan yazdığımı hatırlıyorum.

Sonra sessizce kalktım masanın başından. Belim ağrımıştı. Ecza dolabından bir ağrı kesici almaya yeltendim. Fakat sonra birkaç gün önce ne kadar ilaç varsa hepsini içtiğimi hatırladım. Hafif bir tebessüm oldu dudaklarımda, uzun zamandan sonra ilk defa gülümsedim. En önemlisi de hissedebildiğime sevindim.

İlaç almak bahanesi ile sokağa çıktım. Hava sıcaktı. Gözlerim güneşin aydınlığından kamaştı, gölge bir yer aramak için etrafıma bakındım. Fakat tek bir ağaç gölgesi bile yoktu. Gözlerim daha çok yanmaya başladı. Hızlı hızlı yürüdüm. Sonunda bir bina buldum. Duvarına yaslandım. Biraz soluklandıktan sonra kafamı kaldırıp duvara baktım.


Yazıyordu ki:

“İnsan gözden ibarettir aslında, geri kalan cesettir” (Mevlana)