Pazarlama Aileleri

Bir markaya ne kadar çok önem verirsek o markanın değeri arttığı gibi bizim de sosyetedeki farkımız, ayrıcalığımız oluyor. Çok zor ve gerçekten yorucu saatler sonrasında kazandığımız parayı; çok kısa süre içinde ve emek değeri düşürülmüş tesislerde üretilmiş bu markalara akıtıyoruz.

marka tüketim kapitalizm

Birçok sohbet ortamında duymuşsunuzdur.

Babam, memur/öğretmen/asker/işçi olmasına rağmen tek bir maaşla dört çocuk okutmuş. Şimdi tek çocukla baş edemiyor, geçim sıkıntısı çekiyoruz.”


Bundan 35 yıl önce birçok evde televizyon yoktu. İnsanlar küçük bir radyonun etrafına kümeleşir, onun yayınladığı eğlence programları, radyo tiyatroları ile eğlenir, haberlerle bilgilenir, reklam saatlerinde de piyasaya ne çıkmış onu öğrenirdi.

O yıllarda insanlar yine birbirlerine benzer hayat sürer; zengin ile yoksul ya da dar gelirli-ortadirek arasında büyük uçurumlar yoktu. Yaşam standartları de denk sayılırdı.

Mahalle yaşantısında da yardımlaşma, paylaşma ve birlikte hareket etme, eğlenme pratikleri olurdu.

Tüketim, harcama veya bunu etrafa gösterme, reklamsa geniş kesimlerce ayıplanır, hoş görülmezdi.

Yüzyıl öncesinden söz etmiyorum.

Ancak az önce sıraladığım yaşanmış dönemin bugün için hiçbir anlam ifade etmediğinin de farkındayım. Sanki zaman makinesinin içinden geçmiş gibiyiz.

Geçenlerde orijinal adı Joneses olan, dilimize Örnek Aile olarak çevrilmiş Hollywood yapımı bir film izledim.

Zengin bir semte taşınan dört kişilik bir Amerikan Ailesi’nin hikâyesi gibi başlayan filmin karakterlerinin fazlasıyla mükemmel, sorunsuz oluşu insanı rahatsız ediyordu. Bu örnek ailenin her bireyi giyim tarzları, kullandıkları eşyalar, ilginç hobileri, bakımlı görünüşleriyle etrafında ciddi birer cazibe merkezi yaratıyorlardı. Kısa sürede bunun gerçek bir aile olmadığı, bir pazarlama şirketinin çalışanları olduğu, evlerindeki en küçük şeyden sahip oldukları bütün eşyalara kadar her şeyin bu şirket vasıtasıyla ve onların pazarlama faaliyeti için temin edildiği anlaşıldı.

Bütün çaba bu pazarlama şirketine ait olan ürünlerin aile üyelerinin ilişkide bulunduğu çeşitli yaş seviyelerindeki insanlar tarafından satın alınmasını sağlamaktı.

Bu filmi izlerken bizlerin de çeşitli pazarlama şirketlerinin birer elemanı, ailesi olup olmadığımızı sordum kendime.

Alışveriş merkezleri böylesi ailelerin yaratılması için kurulmuş özel çiftliklere benziyor.


Birçok kişi zamanını buralarda geçiriyor, teknolojinin, modanın bütün konseptini burada görüyor, öğreniyor ve satın alıyor.

Her şeyi satın alma becerisi olan, taksit yapabilen ve kısa süre içinde de bizlerin gelecekteki kazançlarını ipotek altına alan kredi kartlarımız sayesinde bu örnek yaşantının kolayca birer üyesi oluveriyoruz.

Aynı zamanda sahip olduklarımızı arkadaşlarımıza göstererek onların da aklını çeliyoruz. Bir anlamda bütün sosyal ilişkiler pazarlama şirketlerinin ve alışveriş merkezlerinin ürettiği ve bize sunduğu ürünlerin hayatımızı nasıl güzelleştirdiğine yönelik karşılıklı gösteriye dönüşüyordu.

Hayatımızı markalaştırıyoruz.

Bir markaya ne kadar çok önem verirsek o markanın değeri arttığı gibi bizim de sosyetedeki farkımız, ayrıcalığımız oluyor.

Çok zor ve gerçekten yorucu saatler sonrasında kazandığımız parayı; çok kısa süre içinde ve emek değeri düşürülmüş tesislerde üretilmiş bu markalara akıtıyoruz.

Zaman makinesi bizi samimi paylaşımların hızla azaldığı bir dünyanın içine atmıştır.

Artık insanlar sadece çıkarları nedeniyle bir araya gelebilirken hızla yalnızlaşmaktadır.

Gerçek dünyanın bittiği yerde elbette sanal olan devreye girecektir; günümüzde hangisinin gerçek olduğunun anlamı bile kaybolmuştur.

Hala şu şarkının derinliğini hissedilebiliyorsa umut var demektir.

Duygu, biraz duygu, bütün isteğim buydu


Biraz deniz, biraz uyku…