Güvensizlik Mirası

Madde ve manada her şeyimizi en ince eleklerle tarayıp en merhametli ölçülere göre yeniden düzenlemek ve önce sevmeyi sevmek sonrada her şeyi!

güvensizlik

Ruhları okşayıp gönüllere dokunmak ve her varlığa saygı duymak! Saygıya dayalı bir sevgi anlayışını şefkatin sıcaklığıyla yaşamak! Temel karakteristiğini bu kıvamda uygun gördüğüm şefkat insanlarına selam olsun!

Güvensizlik Mirası

Bizlere bir miras bırakıldı. Adı: Güvensizlik Mirası. Sosyal felsefede yaygın olan bir anlayışa göre ‘bireye güvenmemek’ esastır. Batı toplumları hukuk temellerini bu anlayışa göre yapılandırmışlardır. Bu anlayışta birey potansiyel olarak suça eğilimlidir ve bireyler suç işlemesinler diye sıkı kurallar getirilir. Sıkı kurallar ile suçtan uzak tutulan bir toplum hedeflenir. Bu anlayış tıp biliminde de aynen kendisini göstermiştir. Başta felsefi temel çıkış noktası olmak üzere; Hukuk, tıp ve adalet gibi kurumlar semptomu yok etmekle ilgilenmişlerdir. Henüz tam olarak çözülmemiş bir bilmece olmasına rağmen, ileri sürülen hipotez gereği eğer insan doğasında suça ve bozgunculuğa bir yönelim gerçekten varsa bu ancak o yönelimin gerçek sebebinin önce teşhisi sonra ise kanser hücrelerinin kesilip alınması gibi tedavisi ile mümkündür. Sorunu kökten halledecek tedavi olmadan semptomlar her zaman nüksedecektir. Orta çağ karanlığından aydınlanma dönemi ile çıkmış olmasına rağmen orta çağdan kalan insana güvensizlik günümüzde de devam etmektedir.Öncelerden bizlere kalan miras bu olduğuna göre, sonralara bu mirasın devretmesini önlemek için ‘güvenin!’ Tabi ki akıllıca! Akılsızca bir güvensizlik mirasını yaşatmaktansa akıllıca güven duygusunu ortaya yaymak doğru seçimdir. Diğeri ise kaplanı besleyip büyütüp bakmak sonrasında ise pençe atıyor diye onun canına kıymak gibidir. Beslenen kaplan ise eğer pençe kaçınılmaz olur. Güvensizlik kaplanı döner dolaşır durur nihayetinde pençesini bizlere savurur.


‘İnsanı doğuran toplumlarda’; insanların toplumsal düzene uyumları genel kural olarak kabul edilirken, ‘toplumları doğuran insanlarda’ ise toplumsal sevgi ve toplumsal şefkat esas kabul edilir. Toplumsal kurallar ve toplumsal düzenin gerekliliği kesindir. Bu gereklilik birey birey her insanın kalbine sevgi ve şefkat tohumları ekilmesi ile gerçekten muhteşemleşir. Yapılan hata şudur: Dış tedbirlerle temel düzeni kurma çabası. Bu çaba insan denilen büyük gerçeğin ruhunu ve kalbini görmezden gelmektedir. İçte sevgi taşımayan bireylere dışta hangi kuralı koyarsanız koyunuz o bir şekilde sevgisizliğini nefret olarak topluma yansıtacaktır. Kurallara karşı “Ali-Cengiz Oyununu” hep oynayacaktır. Sevgi neydi? Artık tanımında bile ihtilaflar var. Sahiplenme duygusunu sevgi gibi gösterenler ise her taraftalar. Sahipleniyorlar ve seviyorum diyorlar ve artıyor baskılar ve çoğalıyor gözetimler ve sık kontroller. Kontrol ediyorlar sevgi adına, sahipleniyorlar varlıklarımızı yok sayarcasına. Sevgi kontrol mü eder? Yoksa özgürleştirir mi? Birisi sıkar diğeri serbest bırakır. Sevgi hangi şıktadır?

O halde tanımlama “homo homoni lupus” (insan insanın kurdudur) olmamalıdır. İnsanın hiç bilinmeyen doğası ortaya çıkarılmalıdır. Çocuklukta kaybedilen masumiyet aranıp bulunup yetişkin bireylerin yapısına aktarılmalıdır. Sevgiye ve şefkate eğilim başlatılmalıdır. İnsanlığı ya sevgisi kurtaracaktır yada nefreti yok edecektir. Her zaman olduğu gibi seçim bizlerindir. Güvensizlik esasına dayandırılan zor hayatı, sevgi güneşi ile kolay kılmak! Kolay kılmanın daha kolay olduğunu kavramak! Kolaylığı istemek! Hem kolay hem de çok güzel. Hem de sıcacık. Gören gözlerin açıkça gördüğü gibi sevgi ve şefkatten başka yol yoktur. Bu yolun tesisi için sevgi ile yaşamak en doğrusudur.


Bunun için, bireysel bir yeniden yapılanma süreci artık kaçınılmazdır. Madde ve manada her şeyimizi en ince eleklerle tarayıp en merhametli ölçülere göre yeniden düzenlemek ve önce sevmeyi sevmek sonrada her şeyi! Ruhları okşayıp gönüllere dokunmak ve her varlığa saygı duymak! Saygıya dayalı bir sevgi anlayışını şefkatin sıcaklığıyla yaşamak! Temel karakteristiğini bu kıvamda uygun gördüğüm şefkat insanlarına selam olsun. İnsan insanın kendisidir. Kurdu değil. Kendisine yapar her ne yaparsa. Başkasına değil. Başkasına yaptım zannedebilir. Oysa o ta kendisisidir. Bedenlerin ayrı ayrı oluşunda yanılır insan. Bakışların farklılığına da! Aradıkça bulunur farklılıklar, aradıkça üretilir. Farklılaşırlar böylece iyiden iyiye. Belki de kötüden kötüye. Farklılıkta her ne aranırsa hep buldum zannedilir. Çöl serabı etkisini kaybettiğinde ise yeniden kısır döngüye girilir. Tutulan yol baştan yanlış. Farklılaşmaya çalışmak değil. Bir olmaya çalışmak. Bunun için yeniden yapılanma! Zorlaştırılan hayatı kolaylaştırmak için yeniden ‘bir’ oluş. Birbirimizden farkımız yok bizim. Her birimiz  Ademin ruhunun kendisi ve her birimiz et ve kemiğiz. Her birimiz varlığın var olma sebebi büyük sevgi güneşinden gelenleriz.

Kabul etmeyelim. İnsana güvenmek isteyelim. Akıllara zarar bir kuşkuculukla her sözün altında ve her hareketin diğer tarafında, bir şeyler aranmasını anlamakta zorluk çekelim. Bunca zamandır yaşadığımız yeryüzü hayatımızda, açıklık anlayışından geri çekilmeyelim. Tepetaklak bir kuşkuculukla da mücadeleyi hep sürdürelim. İnsana inatla güvenelim. Güvenmeden dolayı başımıza durmadan gelip duran sıkıntılara da hep sabredelim. Güvenme anlayışındaki kararlılığa devam edelim. Bu şaşmaz kararlılık ve büyük inançla her fırsatta ve her ortamda, insan, insan, insan ve hep insan diyelim. Güvensizlik bataklığından güvenin sımsıcak kollarına bir bebeğin saflığıyla yerleşip yine o bebeğin rahatlığı ile derin huzur uykusuna her beraber dalalım. Güvenelim ve güvendirelim. Güvenmenin ve güvenilir olmanın çıkar yol olduğunu göstererek öğretelim.

Okuyucularıma güveniyorum…


Yazar: Türker ERCAN  Sayı 67  Nisan 2011


Türker Ercan
Türker Ercan, 1 Haziran 1972 doğumlu. Öğrenciliği hiç bırakmayan bir öğretmen. Uzakdoğu sporları ile uğraştı. Felsefe, psikoloji, parapsikoloji konularında ve mantık alanında uzun yıllar araştırmalar yaptı.