Modern dünya insanı ve değişim

Goethe bir sözünde değişime değinmiş ve şöyle söylemiş; Neler değişmedi ki! Dünya dönerken kendi ekseni etrafında dönebilene ne mutlu!

Modern dünya insanı ve değişim

İnsan, doğduğu günden beri içine düştüğü kıyametin, saflığına dokunan kirliliğin büyüklüğü karşısında acı çekmiştir. Çocuk bedenler düz gerçekliğinden vazgeçerken, bin bir dolambaçla örülmüş bu dünyaya alışmak için acı çeker. Bembeyaz ruhuna dokunan kirli ellerin sayısı büyüdükçe artar.

İlk kez yaptığı ne varsa, sobaya bilmeden dokunduğu gün çektiği acıyı hatırlatır. Çılgın kahkahalar yerini, acı gülümsemelere bırakır. İlk aşk can yakar, ilk başarısızlık umutları çökertir. İlk uyuşmazlık sonsuz isyan duygusunu tattırır. Yabancı olduğu pek çok duyguya kucak açar. Tatlı ninnilerin yerini, acı aşk şarkıları, isyana doymamış melodiler alır.


Bedensel ihtiyaçlar için akan gözyaşlarının yerini ise, ruhun iyileşmez yaralarının sızısı alır ve aç kalan karnı için çıkardığı huysuzluklarsa, aç kalan ruhuna gebedir. Mutsuzluğu tadar ve mutluluğun değerini anlar.

Dünya dönerken kendi ekseni etrafında dönebilene ne mutlu! (Goethe)

Modern dünya insanı

Bu yüzdendir ki, modern dünya insanı hep çocukluğunu özler. Hep geçmişe takılı kalır ve değişen yaşam şartlarından yakınır. Aşkların eskisi gibi olmadığından hayıflanır ve aşkın can yaktığına dair şiirler, şarkılar yazar. Artık doktora sadece karnı ağrıdığı için değil, ruhu da ağrıdığı için gider. Sanal aşklar, sanal arkadaşlıklar kurar. Yalnızlığından zevk almaz, acı çeker çünkü hep yalnızdır. Alışkanlıklarına takılı kalır, rahatlama yolları arar zamansız saatlerde, zamansız ilişkilerde. Kendinden kaçar, yüzleşmekten korkar.

Sonra kaçtığı kendini arar anılarda, geçmişte ve geçmişteki insanlarda. Maskeler edinir ve onları dener. Doğru maskeyi bulduğuna inandığında kim olduğunu hatırlamak ister. İçindeki öze artık çok uzaktır ve yaklaşması için tüm bu karmaşadan, kendine ait olmayan her şeyden arınması gerektiğini anlar. Hayata kök salmanın kendisi olmakla başladığına inanır. İlk ne zaman kendi olduğunu ve gerçekten kendisi için bir şey yaptığını hatırlamaya çalışır, hatırlayamaz. Kontrol duygusunun içine işlediğini anlar. Birilerine tutarlı gözükmek için çelişkilerle dolu, yabani ruhunu eğittiğini hatırlar. Disiplini fazla kaçırdığını fark eder.

Öylece bırakmamıştır her şeyi ve uğruna mücadele edilmesi gerekenleri önemsememiştir. Yapması gerekeni yapmamış, akması gerekeni durdurmaya çalışmıştır. Nehrin önüne setler çekmiş, tahtaların arasından sızan suya hoyratça davranmıştır. O değişen dünyaya isyan etmiş, buna rağmen kendi değişimini kökten yapmayı seçmiştir. Benliğini, özünü muhafaza edip dönüşmemiş, gelişmemiştir. Kendini değiştirmenin, kendini unutmak olduğu yanılgısına düşmüştür.

Modern dünya insanı en büyük acıyı böyle çekmiştir. Değiştiremeyeceği her şeyi sabitlemek istemiş, bunu başaramayacağını anladığında kendini unutmak istemiştir. Değişime yetişmek için saf benliğini ve özünü unutmuştur. Doğuştan kendisine bahşedilen kalıbın dışına çıkınca, hiçbir parçayı boşluğa uyduramamıştır. Boşluğun herhangi bir günde, herhangi bir zamanda çıkarılıp atılan o öze uyduğunu anladığı gün mutluluğa kucak açacağını anlayamamıştır.

Evet, dünya değişiyor, nehirler akıyor, kara parçaları birbirine yaklaşıyor. Bu koca evren yaşlanıyor ve büyüyor. Şişman midesine indirmek için insan arıyor. Eskiye tekmeyi vuruyor ve yeniyi büyük bir aç gözlülükle kucaklıyor. Değişen, dönüşen ve gelişen insan ayakta kalıyor, sonsuz uyumu sağlayabilen, eğilip bükülen ve esnek olan. Ama tüm bu değişim mutlu bir insanı doğurduğunda dünya iyi bir dünya oluyor.

Bizler geçmişi geride bırakıyor ve gelişiyoruz belki ama doğduğumuzda bize bahşedilen özü, karakteri ve bize has özellikleri kaybetmediğimizde mutlu oluyoruz. Kendimizi tarifini bildiğimiz bir adres gibi anlattığımızda ötekine. Makine doğru işliyor böyle işte. Düzen rayına oturuyor ve çarklar doğru yöne dönüyor.


Goethe bir sözünde değişime değinmiş ve şöyle söylemiş;

“Neler değişmedi ki! Dünya dönerken kendi ekseni etrafında dönebilene ne mutlu!”

Bu söze katılmamak ne mümkün? Değişim olurken, kendi ekseni etrafında dönebilen ve değişime ayak uydurabilene ne mutlu. Özünü sakınarak mutlu olabilen insana ne mutlu. Çelişkilerini kucaklayabilen ve öfkesini saklamayı marifet saymayan o yüce insana. Karşısındakine kendini kelimelerle anlatma ihtiyacı duymadan kim olduğunu hissettirebilen insana ne mutlu. Araf’ta kalmayıp, kendine saf edinene ve ben böyle düşünüyorum diyebilene ne mutlu. Ne mutlu ki, olumsuzluklarını hazmedip onlarla huzurla yaşamayı öğrenene. Uçsuz bucaksız denizlere cesaretle atlayabilen o genç, ne mutlu sana. Gerçekdışı kimliklere sarılmadan, huzurla yatağında uyuyabilen o cesur adama ve kadına, ne mutlu!

Günümüz modern dünya insanı işine, okuluna koşuşturur. Rutinine sadık bir köle gibi bağımlıdır. Değişime ayak uydurmak zaten topluma yüzyıllardır zor gelir. Bir de bunu, her günü aynı geçen insana kabullendirmek pek zordur. Ama herkes değişirken, değişemediğini fark ettiği an hissettiği yalnızlığı tarif etmek imkânsızdır. Bu yüzdendir ayak uydurmak için yeni meslekler icat eder. Bir yardımcı, bir eş arar yanına.

Değişmenin kendini unutmaktan geldiğine inandığından insanoğlu hemen kabul edemez yeniliği. İşte bundandır tüm o karmaşa. Tüm o icatlar ve tüm o zayıflıkları örten maskeler. Bütün bu icatların arasında, günümüzde insanoğlu gelişimini en kolay ve en çok da teknolojide tamamlar.

İletişim kurmak zorundadır ancak bunu en kısa yoldan yapmalıdır. Zamanı değerlidir ve teknoloji ile iletişmenin en kestirme yolu olarak kullanılır. Bu değişime alışması kolay olur çünkü tembellik genlerimizde yer eden sinsi bir mikrop gibidir.

Teknolojinin nimetleri ile arkadaşının doğum gününü sevinçle kutlar. Samimiyeti klavyenin tuşlarında gizlidir. Anlamak karşı tarafa kalmıştır. Sevgiliye çiçekler göndermek tek bir tuşa bakar. Yemekler tatlı sohbetlerle değil, acele verilmiş siparişlerle bezenir. Zamanının çoğunu bu yeni oyuncağıyla geçirir. Sonra yalnızlık başlar ve mutsuzluk gülümser.

Yabancılaşır kendine ve aslında olmayan bir hayata göz kırpar. Gerçeklerini ve doğrularını içindeki o özde değil, yalan dünyasında arar. Görünene değil, seçtiğine inanır. Sonra bu değişime ayak uydurmaya çalışırken içindekini arar ve yerine koyduklarına bakar. Parçalar birbirine uymadığında hırçınlaşır ve mutsuzlaşır. Değişimi algılayışına isyan eder.

Değişimin nimetlerini ne denli yanlış kullandığını keşfeder. Bu keşif acı verir ve gerçeğe dönmeye zorlar. Sahte olanı ayırt etmek kolaylaşır. Ama bu değişimin yıkıcılığı tüm evreni sarsar.

İşte yapılan yanlış burada yatar. İnsanoğlu haritaya bakmadan, bilmediği diyarlara koşar. Yabancı diyarlarda yurdunu özler. Özlediğinde, dönüştüğü insana yabancılaşır. Rehber edinmediği özünü ve iç sesini arar. Modern dünya insanı değişime karakterini, geleneklerini, özünü, benliğini ve hatta anılarını ortak etmediğinde mutsuz olmaya mahkûmdur. Geçmişten taşınan bilgilerlerle ve deneyimlerle bugünümüzü inşa ettiğimizi unutmamalıyız.


Yeniyi algılayış şeklimizi değiştirmeli, temkinli ve emin adımlarla ona yaklaşmalıyız. Dengeyi iyi oturtmalı, değişimi adım adım yaşamalıyız. Kökten olanın, toprağın altındaki kalıntılara zarar vermeyeceğinden emin olmalıyız. Unutmamalıyız ki biz, geçmiş nesillerin elçisi, gelecek nesillerin rehberiyiz ve değişim geçmişin geleceğe kurduğu köprüyle gelen bir misafir gibidir. En önemlisi ise değişim, geçmişin temelleri üzerine inşa edilmiş bir dünyada, özünü koruyan, yararlı ve mutlu bireylere dokunan sihirli bir değnektir.

Değişmeyen tek şey: Değişim


Ezgi Ergin
Ezgi Ergin, 1990, Ankara doğumlu. Ege Üniversitesi Kimya Mühendisliği son sınıf öğrencisi. Tenis oynamayı, kitap okumayı, film izlemeyi ve yeni yerler keşfetmeyi seviyor. İngilizce ve Almanca biliyor. Korku-gerilim romanı yazıyor. Üç farklı blogda çeşitli temalarda kısa hikâye, deneme ve film eleştirisi üzerine yazılarını yayınlıyor.