Yaşam hep bir paradoksal döngünün devamıdır. Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkmış gerçeği hiç bir zaman anlaşılamamıştır. Doğru hangisidir. Yanlış hangisidir. Yargı nerededir?
Çoğumuz zamanımızın çoğunu belki de hiç farkında olmadan ve bazen de farkında olarak, kızgınlık ve öfke duygularıyla beslenmiş bir şekilde çevremizi, yaşamları ve en önemlisi insanları yargılıyoruz. Sahip olduklarımızdan şikâyet ediyoruz, deneyimlerimizi sorguluyoruz.
Yargıda bulunurken kendi gerçekliğimizin içinde, kendi değerlerimizi ölçek alıyoruz. Kendi yaşam planımızın bize sunduklarını hak olarak görürken başkalarına sunulmamış olan bu haklar için onları kınıyoruz ve böyle davranarak belki de haksızlık yapıyoruz.
Rollerimizi benimsiyoruz, rollerimiz oluyoruz. Onları değişmez gerçekler olarak algılıyoruz.
Bir başka yaşam dilimine kınadıklarımızla sınanabiliyoruz. Başkalarına yargıda bulunduğumuz davranışların içinde bulabiliyoruz kendimizi ve şüphesiz birileri de bizi yargılıyor. Sınandığımızı farkettiğimiz zamanlar aslında içimize bakabilsek kendimizin o konuda başkalarını değil de gerçek kendimizi yargıladığımızı görebiliriz. Böylece yargılarımız her neyse kendi içimizde olduğu sonucunu da kolaylıkla çıkarabiliriz.
Gerçekte hepimiz aynıyız ama her birimizin hayatı algılamamız ve gördüklerimiz farklı sadece. Buda tüm insanların gelişiminin bir parçası ve hatta başlangıçtaki temeli diyebiliriz. Bu farklılık sayesinde birbirimizle iletişim halindeyken bazen tam bazen de yarı yansımayla kendi gerçekliğimizi görmemizi sağlıyoruz.
Toplumsal yaşamın içinde yargı; her birimizin bir arada birbirimize zarar vermeden, paylaşım içinde yaşayabilmemizi sağlayan kuralların, herhangi bir aykırı durumda bozulması halinde uygulanan bir olgudur. Uygulama alanı mahkemelerdir. Toplumsal düzenin devamı için şarttır. Amaç hakkın yerine gelmesi ve verilen bir ceza ile suç işleyen kişiye bir daha tekrarlanmaması için farkındalık yaşatmaktır.
Bazen de kendimizi yargılarken buluruz. Bunu çoğu kez de kendimizle barışık olmadığımız zamanlarda acımasızca yaparız. Kimi zamanda vicdanımız devreye girer ve kendimizi görgü ve bilgimizle değerlendiririz.
Yargıyı ne şekilde kullanırsak kullanalım bir anlamda suç ve ceza olgusunu çağrıştırdığı için bizi bize, bizi diğer insanlara yabancılaştırır. Kendiliğimizden uzaklaşırız. Bu ayrımcılık bizim kendimize ve diğerlerine karşı koşulsuzca sevgi duymamıza engel olur.
Yargı bir anlamda iyi iletişim kurmamıza da engel olur. Bizim gerçekliğimizin uyulmadığı durumlarda karşımızdakinin davranışını kişiselleştirerek kendimize yapılmış bir davranış biçimi olarak algılarız. Bazen kendimizi kimlik boyutunda saldırıya uğramış hissederiz ve kendi sahip olduklarımızı savunmaya başlarız. Bir şekilde karşımızdakiyle kutuplaşma yaşayarak negatif duygu üretiriz böylece iletişim kopar. Yargıyla sevgisizlik başlamış olur. Karşımızdakini anlamak yerine onu eleştirmeyi seçmiş oluruz.
Oysa olanı ve insanı anlamaya çalışmak sayesinde kutuplu düşünceden uzaklaşırız. Bu sayede iletişim halinde olduğumuz kişiyi karşımıza almak yerine onun yanında yer alırız. Anlamak ve anlaşılmak önce sevginin sonra da şefkatin ortaya çıkışıdır. Birlik ve beraberlik bu şekilde başlamış olur. Nasıl doğada her şey olması gerektiği gibi ve mükemmelse, tüm insanlarda olmaları gerektiği gibi ve mükemmeller. Nasıl doğayı yargılayamıyorsak insanı da yargılayamayız. Her şey kendi gerçekliğinde mükemmel.