Cinsel kimlik konusu toplumun en hassas olduğu konulardan biri. Toplum o kadar katı kurallarla cinsiyetlerin sözde zorunluluklarını belirlemiş ve titizlikle bu sınırları korumak için savaşmakta ki erkek – kadın kutupları, birbirinden tamamen uç konumlarda yaşamlarını idame ediyor.
Feminen maskulen veya dişi eril dengesi nedir?
Ben işin cinsiyet tanımlaması bölümünde değilim. Benim işim insanın içerdiği enerjiler.Biraz sınır zorlayıcı bir cümleyle başlayalım:
Hepimizin içinde, hem kadın hem de erkek enerji mevcut.
Yüzyıllardır şövenizmin dar kalıpları içinde yaşamış bir insana bunu söylemeye çalışmak herhalde küfretmek gibi gelir. O kadar kimliğin belirlediği sınırların içinde yaşamaya alışmışız, yaşantımızda, zevklerimizde sınırlarımızı koymuşuz ki içinde diğer cinse ait olan bir şeyi taşıdığımızı bilmek bile istemiyoruz.
Şimdiye kadar devir erkek enerji egemenliğindeyken, son 10-20 yıldır kadın enerjisinin yükselişine şahit oluyoruz. Dünyamız feminen enerji döneminde. Lady Gaia kendi cinsindeki enerjiye nihayet kavuştu. Bunun toplumsal yaşantıdaki izdüşümlerini de farkediyorsunuzdur. Daha önce hiç konuşulamayan konular gündeme geliyor, yaratıcı yönümüzün değerini daha çok biliyoruz, aile yapısı tamamen değişiyor, erkek duygusallığından bahsediliyor.
İnsanın içinde her iki cinse ait enerjileri içerdiği bilgisi, esasında yeni bir konu değil. Uzakdoğu felsefelerinde Yin (Dişil) ve Yang (Eril) yönlerin insanda ve evrenin tüm yapısında olduğu yüzyıllardır söylenirken, batı dünyası Carl Gustav Jung zamanına kadar bunu dillendirmemişti. Jung’un öncül çalışmalarında her erkekte feminen taraf (anima), kadında da maskulen taraf (animus) olduğu konusu yoğun bir şekilde geçiyor.
İnsanlar kendilerindeki bu taraflarını baskılamaya ve toplumsal rollerin sınırları içinde yaşamaya çalıştıkları için birçok içsel sorun baş gösteriyor.
Nedir bu içimizde taşıdığımız bölümler?
Feminen (Dişil) taraf kişinin sezgisel yanını ifade eder. İçimizdeki bilgeyi bu enerjiyle örtüştürebiliriz. Bu enerji bizle iletişimini, sezgiler, hisler, öngörüler, rüyalar aracılığıyla kurmaya çalışır. Evrenselliğe açılan kapı bu enerjinin kontrolündedir. Maskulen (Eril) enerji ise hareket ve eylemi yaptıran bölümümüzdür.
Tanımlamalara baktığımızda aslında bu iki enerjinin birbirini tamamlayıcı olduğunu görebiliriz. Bir yaratım prosesini düşünelim. Önce fikir ortaya çıkar (feminen enerji) ardından eylemin katkısıyla (maskulen enerji) eser oluşur.
Besteci bir müzik eseri yazmak istediğinde önce müziğin tınıları içsel olarak belirir ardından eserin notalara dökülüp çalınması gerçekleşir.
İnsanın tüm yaşamsal çabalarına baktığımızda bu iki enerjinin beraber çalışması gerektiğini anlayabilirsiniz. Fikir olmadan eylem, eylem olmadan yaratım olamaz.
Kadın tarafımız hisseder, erkek tarafımız gerçekleştirir.
Ne yazık ki günümüz toplumunda birçoklarımız, içimizdeki bu iki enerjiyi bir denge içinde ilişkilendirmeyi beceremiyoruz. Erkek içindeki sezgisel yanı ya dinlemiyor ya da kontrol altına almaya çalışıyor. İçindeki sezgisel tarafı dinlerse evrensel bütünlük hissine girip kişilik tanımlamasını kaybedeceğinden korkuyor. Bu yüzden duygusuz, robotik bir yaşam tarzını seçip toplumdaki kadın yanın baskı altında tutulmasını tercih ediyor. Bu dediğim örneğin iş dünyasında acımasızca sergilendiğini hepimiz biliyoruz.
Kadın ise bu erkek egemen toplumda ayakta kalabilmek için dişil tarafını baskılayıp, erkek enerjisini ön plana geçirmek için uğraşıyor. Bunun sonucu da erkek bağımlı, gücünü indirekt olarak manipülasyonlarla belirtmeye çalışan bir yapıda yaşam savaşını sürdürmeye çalışıyor. Kadınların perde arkasından manipülasyon yöntemlerinin ne kadar çok kullanıldığına hepimiz şahit olmuşuzdur.
Bütün bu söylediklerim aslında artık değişimin eşiğinde. Tabular yıkılıyor, her şey değişiyor.
Yeni insanı oluştururken içimizdeki hem yaratıcı hem de eylemci yanımızı dengelemenin gerekliliğini bilmeliyiz. Bu iki yanımızın da aslında düşman değil, birbirini tamamlayan taraflar olduğunu ve içsesimizin en iyi rehberimiz olduğunu unutmamalıyız.
Biz, bize dikte edilmiş toplumsal kalıpların tuğlalarının tek tek yıkıldığı bir süreçte geldik buraya. Yeni toplumsal yapının inşaatı bizlerin elinde. Eserimizin bizi yeni çağa güvenle taşıyabilmesi için önce her iki cins enerjinin dengelendiği bir iç yapı oluşturmamız gerekiyor.
Yani her şey bireyde bitiyor.