Mehmet Akif Ersoy’un gurbet mektupları: Firaklı Nameler

Prensiplerinden taviz vermeyen, sonunda onlar için ülkesinden cüda kalmayı da göze alan bir abide şahsiyet. Mehmet Akif Ersoy’un Mısır sürgününde Türkiye’ye yazdığı gurbet mektupları: Firaklı Nameler…

Mehmet Akif Ersoy'un gurbet mektupları: Firaklı Nameler

2011, ülkemizde, Mehmet Akif  Ersoy Yılı olarak kabul edildi. İstiklal Marşı şairine adanmış bir yıl. Safahat yeniden basıldı değişik yayınevlerince. Milli Eğitim Bakanlığı, okullarda çeşitli yarışmalar düzenledi. Ülkemizin gençlerinden Mehmet Akif’e mektuplar yazıldı. Bu yılı yad etmek amacıyla, bir değer bilirlik örneği olarak Timaş Yayınları da Mehmet Akif’in Mısır Hilvan’da geçen on yılının gurbetine ait mektuplarını yayınladı, “Firaklı Nâmeler” adı altında.

Bir zor zaman adamının firaklı nameleri

Kitap, Ağustos 2011, İstanbul baskısı. Özenle, mat kuşe kağıda basılmış, 168 sayfa ve Ömer Hakan Özalp tarafından hazırlanmış bir çalışma.


Ömer Hakan Özalp, biyografiler konusunda bir uzman…Başta ,Tarih Boyunca Türk – Alman İlişkileri, Mehmet Ubeydullah Efendi’nin Malta, Afganistan ve İran Hatıraları; Abdulhamit Dönemine Ait Gizli Notlar… olmak üzere, bunlardan ikisinin  de çeviri olduğunu belirtelim, on altı kadar kitabın sahibi, genç ve çalışkan bir araştırmacı…

Firaklı Nâmeler’de neler var, bir bakalım isterseniz…

Kitapta, ilki 1 Mart 1928, sonuncusu da 23 Mart 1936 tarihini taşıyan mektuplar bulunuyor. Bunların çoğu, Mehmet Akif tarafından  Mısır, Hilvan’dan, Milas, Erciş ve Beytüşşebap’ta yaşayan kızı Suad Hanım’la damadı Ahmet Bey’e gönderilmiş mektuplar. Edindiğimiz bilgiye, göre mektupların 43 tanesi Akif’e, üçü eşi İsmet Hanım’a, bir tanesi de oğlu Emin’e ait.

Mektupların orijinalleri A4 boyutlarında ve arkalı önlü yazılmış. Bir tarafı kızı Suat Hanım’a, diğer tarafı damadı Ahmet Bey’e…

Mehmet Akif, 1923- 1925 arasını kışları Mısır’da geçirir. Daha sonra 1926’dan itibaren on sene yurda gelmez. 17 Haziran 1936′ da İstanbul’ a döner. Firaklı Nâmeler de bu yılları kapsar.

Mehmet Akif’in  sevgili torunları Ferda Argun ve Selma Argun Hanımefendiler, aile yadigarı olarak sakladıkları mektuplar, Mehmet Rüyan Soydan’ın arşivindeki fotograflarla desteklenerek bu eser oluşturulmuş.

mehmet_akif_ersoy_mehmet_istiklal_marsi_2011_2
Mehmet Akif Ersoy

Mehmet Akif, Mısır’da “Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda / Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda” dediği vatanından ve evlatlarından uzakta on yıl gibi dile kolay, ancak gerçekte katlanılması çok zor bir zaman geçirmiştir. Kimilerine göre bu “gönüllü sürgünlük”tür.

Akif’in ülkeyi terk edip Mısır’a Abbas Halim Paşa’nın yanına bir ölçüde de O’nun dostluktan kaynaklanan himayesine sığınmasının bir çok sebebi vardır:

Kendisi, dostlarından Şefik Kolaylı’ya “Arkamda polis hafiyesi gezdiriyorlar.Ben, vatanını satmış ve memlekete ihanet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemiyorum” diye dert yanmış ve “işte bundan dolayı gidiyorum” demiştir.

Şairin Mısır’a gitmesinin bir diğer sebebi de 1922-1925 yılları arasını, hak etmesine rağmen emeklilik maaşının bağlanmamasından dolayı işsiz ve maaşsız geçirmesidir.

Prensiplerinden taviz vermeyen, sonunda onlar için ülkesinden cüda kalmayı da göze alan bir abide şahsiyet olarak bildiğimiz Mehmet Akif’in bir eş, baba, dede olarak da ne kadar müşfik bir insan olduğunu görüyoruz bu mektuplarda.

Sevgili yakınlarının her türlü ihtiyaçları ile yakından ilgilenen, aile içi ilişkilerinden başlayarak, çevreyle ve komşularıyla olan münasebetleri, kendisi gibi bir baytar olan damadı Ahmet Bey’in tayin meseleleri, Avrupa’ da mesleğiyle ilgili yapılan yayınları izleyip izlemediğinden tutun da, odun-kömür ihtiyaçlarına kadar ne varsa bu mektuplarda bulabiliyoruz.

mehmet_akif_ersoy_mehmet_istiklal_marsi_2011_3

Bu mektuplarda en çok özlenen hiç şüphesiz Ferda Kadın’ dır. Ferda Kadın, Akif’in kızı Suad Hanım’ dan olan torunudur. O’ nun için yazdığı şiirinde “yavrumun yavrusu” diye seslendiği Ferda Kadın, bu on yıl boyunca bütün mektuplarda büyümesi baştan sona izlenen en önemli şahsiyettir. Şair, O’nu görmeden sevmiştir. Şöyle der:


Ferdâ Kadın’a

Ferdâ Kadın ! Ferdâ Kadın!
Ben görmeden sevdim seni.
Sen galiba, gördün beni,
Pek ihtiyar, hoşlanmadın!

Ferdâ Kadın ! Ferdâ Kadın!
Ey yavrumun ilk yavrusu!
Pek tatlı şeysin doğrusu.
Lâkin neden çirkin adın?

Yok yok, adın cidden güzel!
Dünyada her şeyden güzel;
Aydan güzel, günden güzel!
Ay, gün nedir? Senden güzel;
Hatta derim: benden güzel!

Zira “yarın”, “dün”den güzel

Deden Mehmet Akif

Çocuklarına iyi eğitim veren bir baba olarak Akif, onların eğitimlerinde edindiklerini devam ettirip-ettirmediklerini de kontrol eder. Kızı Suat Hanım, daha önce resim yapmakta, keman çalmaktadır. Mektuplarında bu uğraşları ile ilgili soruları da vardir.Üstelik Ahmet Bey’in görevle gittikleri yerdeki okulda resim öğretmeni yoksa, Suad’ın bu işi üstlenmesi yolunda tavsiyelerde bulunmaktadır:

Keman çalıyor musun? Resim yapıyor musun? Milas’ın sıtması bol mu? Her halde Ferda Kadın’a kinin yutturmayı ihmâl etmeyin, kendiniz de ara sıra yutun olmaz mı? (Kızı Suad Hanım’a Mektup)

“Resim dersi hocalığını bu sene ifa ediyor musun, diye sormuştum. Cevap vermedin. Sualimi tekrar ediyorum. Ahmet Bey’in vezaif-i askeriyesinin ayrıca bir de mekteple uğraşmasına mani olduğunu Hilvan’da iken söylemiştin. Lakin bu senin hakkında varid değildir, öyle değil mi? Meğer ki asil olarak bir hoca gelsin, yahut mektebin diğer muallimlerinden biri resim hocalığını da alıversin.

Yağlıboya ile uğraşıyor musun? Ara sıra kemanla da  meşgul olduğun var mı? (Suad Hanım’a Mektup)

Kızı ve damadını “Şark Görevi” konusunda da yüreklendirmekte, kızının bu konudaki sızlanmalarına da içerlemektedir. O zor zamanların adamı, fedakarlığın adamı Akif’ tir. Çocuklarının da bu yurt için aynı çaba içerisinde olmalarını istemektedir:

firakl-nameler-kitap-mehmet-akif-ersoyŞarka azimet için hazırlanmak emrini almışsınız. Rabbim hayırlı eylesin. Hamdolsun gençsiniz, dinçsiniz. Yurdun her tarafını dolaşmalı, her tarafına hizmet etmelisiniz. Vatan bir küldür ki tecezzî  kabul etmez: Şarkı, garbı, şimâli, cenûbu kâmilen nazarımızda bir olmalıdır. Uzak yakın, soğuk sıcak dememeli, elimizden geldiği kadar, hatta bunun fevkinde olarak fedâkârâne çalışmalıyız. Başka türlü ne yaşamak, ne memleketi yaşatmak imkânı yoktur. Allah mübârek yurdumuzu sizin gibi fedâkâr, vefâkâr evlâdına, sizin gibi fedâkâr, vefâkâr evlâdını da mübârek yurdumuza bağışlasın, âmîn.” (Damadı Ahmet Bey’e mektup, 11 Haziran 1932)

“Bu seferki mektubun o kadar hoşuma gitmedi. Fazlaca sıkılmakta olduğundan, medenî memleketlerdeki hayatın başkalığından bahsediyorsun. İyi ama, sizler o medeniyetten, umrandan uzak yerlerde ebediyyen bulunmak ıztırârında değilsiniz ki! İşte üç yılın biri hemen bitmek üzere! Mütebaki iki sene de göz yumup açıncaya kadar gelir geçer.

Evet, muntazam, mamur şehirlerde, refah ile ömür sürmeyi herkes arzu eder. Fakat bu arzunun tatmini için ara sıra fedakarlık zaruridir. Bugün yüzlerce milyon efrad-ı beşere hakim bulunan İngilizleri gözümüzün önüne getirelim. Acaba heriflerin bu kudretleri, bu muvaffakietleri tesadüfen mi oluvermiş, yoksa  milletçe birçok mesaiye, birçok şedaide katlanmak sayesinde mi elde edilmiş? Londra’da doğmuş, naz u naim içinde büyümüş, ebeveyninin milyonları sayesinde her türlü ihtiyaçtan fersahlarca uzak bir lordun oğlu, kalkıyor, Sudanlara, Afrika’nın en yaşanmaz, en cehennemi bucaklarına giderek gençliğinin en kıymetli çağlarını, İngiltere hesabına, o kumlara gömüyor. Vatanı uğrunda çektiği tahammül-sûz meşakkatleri hiçe sayıyor. Daha doğrusu kendisi için şeref biliyor. Biz biçarelerse İstanbul’ dan çıkıp Bursa’ ya gitmeyi felaket telakki ediyoruz! Bizim Mithat Cemal “Bizler dünyaya gelmemişiz, İstanbul’a gelmişiz!” (Suad Hanım’a Mektup, 19 Nisan 1934)


Son olarak, firaklarla yaşamış ve vatan hasreti ile diğer aleme göçmüş, diğer muhalif bir büyük şair Nazım Hikmet’in, Akif için “büyük şair, inanmış adam” sözünü hatırlatmak istiyorum sizlere…Bu yazımı okuma lütfunda bulunacak okuyuıcularım, bir de siz bakın bakalım, bu mektuplardaki adama… Bir eş, baba, dede olarak da Mehmet Akif ne kadar büyük, ne kadar değerli…

Bir Büyük Adam: Akif