İlk itirazınız bu yazının başlığına olmalı. Böyle başlık mı olur? Tasavvuf ve Aşk. Tasavvuf ve aşk birbirinden ayırıp birini diğerine göre anlatma ve izah çabası. Beyhude uğraş. Aşksız tasavvuf olamaz. Başlığı değiştiriyorum. Yeni başlığımız sadece ve sadece AŞK.
Tasavvuf, Tanrının isim ve sıfatlarını, kâinatın oluşumunu ve insanın gerçeğini “vahdeti vücud” (varlığın birliği) görüşü ile açıklayan dini, felsefi ve mistik bir öğretidir.Tasavvufta ana fikir, kâinatta tek varlığın (vücud) bulunduğu tezidir. Diğer tüm varlıklar (mevcudat) ise o tek varlığın tecellilerinden (görünümlerinden) ibaret olarak kabul edilir. Bu açıdan panteizmle çoğu zaman karıştırılır. Panteizm, evrenin bütününü tanrı olarak kabul eden felsefi görüştür.
Tanrı, kâinat ve insanı bir bütün içinde değerlendirme ve tüm varlık ilişkileri içerisinde bu bütünsel olanı çözümleme arayışları çok eski zamanlardan beri oluşmuş bir anlayıştır. Bu açıdan bakılırsa eğer bütüncül tüm öğretiler kendi bulundukları toplumların fikir ve inanç yapıları içerisinde tasavvuftur. İslam tasavvufu, tasavvuf akımının İslam inançlarının ışığında aldığı biçim ve yorumdur.
Hint inanışında bütün kutsalların üstünde ezeli ve ebedi tanrı Brahma’ya inanılır. Brahma tüm eşyanın varlığının nedeni olarak kabul edilir. Ebedi mutluluk için Brahma’nın vücudunda fani (yok) olmak gerektiği düşünülür. Budizm de ise ruhun gayesi son seviye olan Nirvana’ya ulaşmaktır. Nirvana yokluk (fena) seviyesidir. İslam tasavvufunda ise fena fillah (Tanrıda yok olmak) deyimi ile ifade edilmiştir. Eski yunan bilgeliğinde ise pythagoras madde aleminin ardında bir idealar (fikirler) alemin bulunduğuna inanıyordu ve bu aleme sayı alemidir diyordu. Sayılar kesin gerçekti ve sonunda bir (1) ile bütünleşiyordu. Bu idealar aleminin biri (1) tanrıydı.
Ksenophanes ise tanrıyı kainatın içinde var kabul ederek “nereye baksam aynı varlığın tecellileri ile karşılaşıyorum” diyordu. Sokrates’in ise ünlü “Nefsini (Benliğini – Ben’i) bil sözü ise daha sonra İslam tasavvufunun temel kurallarından biri oldu. Platon ise eşyanın “kendi zatı ile kaim” bir varlığa sahip olmadığına inanıyor ve eşyanın üstünde ve eşyaya sebep olan “kendi zatı ile kaim” bir “idea”nın yani tanrının olduğuna inanıyordu. Kendi zatı ile kaim olmayan var edilmiştir demektir. Var edilen ise acaba gerçekten kendisi midir? Zamanın her anında ve mekânın her boyutunda mutlak yokluk karşısında bir kudret ile her an var olma bilgeliği. Kendine has kudret ile yokluğa karşı an ve an var olma gerekliliği.
İnsan ile yaratan birdir
Tasavvufi anlamda insan ile tanrı birdir. İkilik kabul edilemez. Ben ve Benlik ikiliktir. İkilik tanrıya ortak (şirk) koşmaktır. Tanrıdan gelmiştir insan ve yine tanrıya dönecektir. Bu dönüş yolunda olgun olması gerekir. İkilikten kurtulup bir olmanın bilgeliğine erişmelidir. Bu ise ancak gönül bilgisini kalplerde besleyip büyüterek olabilir.Arif olan anlar der bilgeler. Arif, irfan (gönül bilgisi) sahibidir. Arif bilendir. Arifin ilk bilgisi, bilmediğini bilmektir.
Tasavvufa göre varlığın yaratılış-oluş sebebi aşktır. Tüm mevcudat aşk ile yaratılmıştır. Tüm mevcudat aşk ile ayakta durmaktadır. Aşk, Tanrıdır (Tanrının Kendisi). Aşk tanrının sırrıdır. Aşk her şeydir. Tüm insanlığın aldığı her nefes, tüm canlıların ve cansızların her an muhtaç olduğu kudrettir. Tanrı tüm masivayı kendi zatına duyduğu aşk sebebiyle meydana getirmiştir.
Sufi’nin aşkı, “aşkı mecazi” denilen insanlara karşı duyulan aşk değildir. Sufi “aşkı hakiki” peşindedir. İnsan aşkında diğer kişiye sahip olmak istenir. Oysa “aşkı hakikide” yok olunur. Sahip olmak değil “O” olunur. “O” olmak kendini bilmektir, kendini bilende rabbini bilir. Rabbini bilen “aşkı hakiki” ile şereflendirilir. Sufi “aşkı hakiki” noktasında anlar ki aşkı kendisidir.
Sevgisiz olabilir miyiz?
Tasavvufun gizemli ikliminden ciğerine aşk çekip te sevmemek olabilir mi? Sevilen yargılanabilir mi ? Bir olan tanrıya nasıl karşı çıkılabilir? Sevdiğimiz aslında o ve biz o değil miyiz? Biz sevmeyebilir miyiz? Nasıl sevmeyiz? Sevginin yokluğuna hangi mazereti getirebiliriz? Biz, biz olmadan olabilir miyiz? Yaşam sebebimiz, her şeyimiz varlığımızın kendisi “Yüce Sevgi”. Sevgisiz olabilir miyiz?
Tanrının kendisinin aşk değil, aşkın tanrının zatına ulaşmak için bir araç olduğunu düşünebilirsiniz. Bu düşünce tanrıya ulaşmak isteyen yolcunun düşüncesidir. Çünkü bu düşüncede ben ve tanrı ikilemi vardır. Bir olamamanın mantığıdır. Tanrıya nasıl ulaşılabilir ki onu sevmeden? Hem onu seven nasıl O ve BEN diyebilir ki sevgisinden şüphe etmeden? Tanrı huzuruna kabul edilebilmek için benliğin kapıda bırakılması bir emirdir. Benliği ile insan ancak kendi kendinin kölesidir.
Ancak tasavvuf ile asıl aşka ulaşılabilir düşüncesi de yanlıştır. Öze bakmak gerekir. Aşkın gerçek! Aşkın gerçeğidir. Geçmişte ve bugünde birçok öğretide anlatılan aslında aynı özdür. Özü yakalamak AŞK olmaktır.
Aşka ulaşmak bir olmaktır. Bir olmak yok olmak ve yokluğun varlığının kucağında tanrıyı bulmaktır. AŞK ile benliklerin aşağı çekiminden bene tutunarak göklere yükselmek. Yükseldikçe cennetlere girmek, girdiği her cenneti beğenmemek ve ille de aşk diye diretmek.Aşkta ölmek, tanrının sonsuz tecellilerini kendinden geçerek seyretmek. Seyrettikçe aşk olmak, aşk oldukça seyretmek. Sonsuz varlık noktasının anahtarını ele geçirmek. Aşk nasıl olunur? Aşk olunur sadece. Nasılsız olunur. Niçin siz doğulur. Sorulmaz çünkü aşkta bilmek istenen bir şey kalmamıştır. Aşk her sorunun cevabı. Her cevabın açıklamasıdır.
Nedir bu çekicilik ve aşkın gizemi? Bize sıcacık gelen özlemi. Nedir içimizde duymak istemediğimiz o söz? Niçin korkuyoruz? Süt dişimiz çekiliyor, korkmayın! Korkan sevemez. Korku kendisini bir ayrık otu gibi yerleştirir insanın ruhuna ve kemirir ruhunu ve yine kemirir. Korku aslında aşkın olmadığı yerdir. Korkularınızdan kurtulun. Korkusuz olun. Bilin ve emin olun! Emin olmadan güvende olamazsınız! Güven duymadan değerinizi bilemezsiniz! Değerinizi bilmeden ise kendinizi göremezsiniz!