Bu hayatta gerçekten ne istiyoruz?

Bu yazı, işinizi bırakın, okulunuzu bırakın ve deniz kenarına yerleşip bir yazar olun gibi klişeleri anlatmıyor veya sorumluluk duygunuzu sonsuza dek çöpe atın ve kimseyi aramadan, yaşadığınız şehri nedensizce terk edin de demiyor. Bu yazı, ömrünü statü kaygısı, başarısızlık korkusu ve maddi güvencelere doymadan aynı hayatı defalarca yaşayan hepimizi konu ediyor.

maddi

Her şey monoton bir hayatın ağına takılmakla başladı. Kafanızı dışarıya uzatmaktan korktuğunuz fanusunuzda öylece oturdunuz. Her sabah aynı şeyleri yapmaktan hiç bıkmadınız. Eğlenceleriniz bile aynıydı ve amaçlarınızın biçimi hep o önünüze sürülen kalıplardan ibaretti. Hayatı algılayışınız başkalarının algıladıklarından örneklerdi. Her şey olumsuz değildi belki ama içinizdeki kapasitenin keşfine çıkmadan kabullenmiştiniz dörtte birinizle yaşamayı. Hep büyük insanlara hayranlık duydunuz ve radikal değişimleri yapanları şaşkınlıkla karışık izlediniz. Özendiniz ve ya kıskandınız. Olmayı dilediğiniz hayatları, sorumluluk duygusuyla halının altına ittiniz. Onlar oradaydı ama görmezden gelmek daha kolaydı.

Maddi şeyler…

Her gün maddi bir şeyleri, birilerine gücünüzü ispat etmek için satın almaya çalıştınız. Refahınız ve zenginliğiniz garantinizdi. Hayatınız, sigortalanmış mallarınızın güvencesiyle orada öylece dururken, yaşamadıklarınız içinizde ukde olmuştu. Bir gün gitmekten bıktığınız işinizi bıraktığınızda, sırtınızda çantanız, yanınızda sevdiklerinizle dünyanın başka kıtalarını, ülkelerini gezmek ve yaşadığınız şehirden ibaret olan hayatınıza bir parça anlam katmak, sorumluluklardan kurtulmak, kendinizle baş başa kalmak tek isteğinizdi belki.


Bu yazı, işinizi bırakın, okulunuzu bırakın ve deniz kenarına yerleşip bir yazar olun gibi klişeleri anlatmıyor ve ya sorumluluk duygunuzu sonsuza dek çöpe atın ve kimseyi aramadan, yaşadığınız şehri nedensizce terk edin de demiyor. Bu yazı, ömrünü statü kaygısı, başarısızlık korkusu ve maddi güvencelere doymadan aynı hayatı defalarca yaşayan hepimizi konu ediyor. Ortada bir çelişki görülebilir belki ya da gerçeklerden uzak bir hayal dünyasında yolculuğa çıkmış izlenimi verebilir sizlere.

Nasıl algıladığınız, hangi ruh hali ile okuduğunuz ve yapı olarak ne kadar maddi olduğunuzla ilgilidir. Ömrü boyunca maddi sıkıntı çekmiş bir insan ile refah içinde yaşamış birisinin bakış açısı elbette farklılıklar gösterecektir. Egonun ve ruhun doyum noktası arayış ve algılayış farklarını yaratabilir. Ancak bu yazıda kastedilen tamamen, insanı insan yapan gerçek istekleridir. Maddiyattan ve toplum kaygısından uzak hayalini kurduğu keşfe çıkması ile ilgilidir. Belki bir teşviktir, belki bir özeleştiri. Her ne olursa olsun hepimizin az biraz hissettikleridir. Somut amaçlarımıza ulaştıktan sonra yaşamımıza anlam katmak için daha başka arayışlara girmemizle ilgili bir hikâyedir.

“Ferrarisini Satan Bilge” akımının bir parçası değil söylediklerim.

Sizi bir klişeler bütünüyle oyalamak da değil. Ancak dışarı kafamızı uzattığımızda yan komşumuzun yeni arabasıyla ve güç bela geçindirdiğimiz evimizle ilgili o kadar kıyaslama yaparız ki, gerçek isteklerimizi dinlemekten uzak kalırız. Birilerinin hayatta elde ettiklerine gıptayla bakarız. Oyuncak dükkânında kendini kaybeden çocuklar gibi aldıkça doymayız. Ne istediğimizi bilmeden sadece alırız. Güdülerimizle arzularız. Olmadığında çığlığı basarız. Koca birer bebek gibi emziğin ağzımıza tıkılmasını bekleriz. Peki, gerçekte ne isteriz?


Güzel bir araba ve ya ev, insan ürünü ve maneviyattan uzaktır. Paramız cebimizdeyken, yenisini alırız. Sonra ki sene bir yenisini daha alırız. İsteklerimiz de eskir ve ya istediğimizi zannettiklerimiz. Kapının önünde duran dört teker bizim itibarımızdır. Ona göre kadınlar ve ya erkekler bize saygı gösterir. Evimiz saygı görmek için iyi döşenmiş olmalıdır. Giysilerimiz çeşit çeşit olmalıdır. Saygı görmenin şimdilerde karakterimizle ilgisi pek azdır. Biliyorum, fazla olumsuz bir yazı oldu. Ancak bu bir uyanış olmalı bence.

Eskiyi özler dururuz.

Özlem duyduğumuz zamanlardaki gibi manevi davranmayı da unuturuz. Hepimiz toplum olarak aynı şeylere özlem duyarız ama aradaki farkları analiz etmekten uzak kalırız. İnsan ilişkileri şimdilerde, bu maddi değerlendirmelerden dolayı oldukça tehlikededir. Herkes kişisel çıkarları ve maddi itibari peşindedir. Rutin hayatına takılı kaldığından, kısır döngüsü bu anlamda da aynıdır. Fanusuna kapatır kendini ve dışına çıkmak için bağırır durur. Sessizce bağırmaktır bu. Kendini yorarsın ancak sonuçta kimse seni duymaz. Öyleyse neden değiştirmezsin davranışını ve tutumunu? İnsanı değiştirmek zordur derler. Alışkanlıkları değiştirmek her şeyden zordur. Ancak hayatta kalabilmek doğal bir seleksiyonun sonucudur. Bir değişime ayak uydurmak gereklidir.

Öyleyse yazının başına dönün. Rutin hayatınıza değişiklikleri getirin. Memnun olmadığınız hayatınızı tekrar etmeyin. Ne için yaşadığınız gerçekten önemli. Belki sabahları deniz kenarında hoş bir yürüyüş yapmak, spor salonlarına üye olmaktan daha tatmin edicidir. Aidiyet duygunuzu beslemek için üye olduğunuz pek çok sosyal aktivitenin yapaylığı, doğal bir zamanda tanıştığınız bir arkadaşın yerini tutmayabilir. Eski arabalara meraklı olmak, yeniyi satın almak için duyulan düşkünlüğü bir hobiye çevirebilir. Giysilerinizi kendiniz de dikebilirsiniz.

Tüm bu saydıklarım detaylarda yatan mutluluklardan başka bir şey değildir. Hayatın anlamını ulaşamadıklarımıza yüklediğimizde duyduğumuz umutsuzluğu, aynı anlamı detaylarda yaşattığımızda ne yakaladığımızı görmememiz çok zor.


Her gün fanusa kapatılmış ve kalıp isteklerin dışına çıkmayan, birbirinin aynı insanlar görmek üzücü. Çıkış yolunu kaybedip, labirenti evi bilmiş tüm bu insanlar için bir ayna tutmayı dilerdim. Her gün duyulan iş kaygısı, eş kaygısı ve sorumluluğu büyük bir istekle üzerine alınamamış çocukların geleceği arasında, ne istediği hiçbir zaman anlayamamış pek çok insan mutlu ve ya mutsuz olduğuna karar veremeden yaşıyor. Gerçekler önemlidir ve alışkanlıklar kolay terk edilemez ama bir gün olsun “Ben ne istiyorum?” ve “Gerçekten istediklerim, sahip olduklarım mı?” sorularını kendilerine sorduklarında, mutlu insan yüzlerini adım attığınız her yerde görmek pek de zor olmayacak. Yepyeni bir yıla merhaba derken, soruları bir sorun olarak değil, çıkış yolu olarak görmeliyiz. Çünkü hayat bir sınav olsa bile, doğru cevapları bulmak sadece kendimizi anlamaktan geçer.

Bütün insanlar deli doğar bazıları öyle kalır


Ezgi Ergin
Ezgi Ergin, 1990, Ankara doğumlu. Ege Üniversitesi Kimya Mühendisliği son sınıf öğrencisi. Tenis oynamayı, kitap okumayı, film izlemeyi ve yeni yerler keşfetmeyi seviyor. İngilizce ve Almanca biliyor. Korku-gerilim romanı yazıyor. Üç farklı blogda çeşitli temalarda kısa hikâye, deneme ve film eleştirisi üzerine yazılarını yayınlıyor.