Sabır neden en zor sanattır?

Hayatın bana sevgi, sevmek dışında öğrettiği en önemli duygu sabır oldu. Belki yaşamımda karşıma fazlaca çıkan sorunlar, zorluklar, sorumluluklar, yalnızlık, canımı acıtan insanlar çok oldu. Nedeni ne olmuş olursa olsun; ne dikeni için gülü, ne de vazgeçip vicdanımı terk ettim.

Sabır neden en zor sanattır?

Karanlığın içinde hep gündüzü hayal ettim. Sabrın ne olduğunu sevdiklerim öğretti, ben de öğrendim. Ama ne yazık ki sadece ben öğrendim, onlarsa öğrenemedi. Sabrı boyun eğmek sandılar, mücadele diye algılamadılar.

Zamanla öğrenilen bu sabır aslında tahammül gücü değil midir? Yaşadığın zorluk ve üzüntülere göğüs germek, arkadaş olsun ailen olsun seni üzenlere anlayış göstermek, hepsi, eğer sabır varsa yapabildiklerindir. Sakinliğe davetiyedir. Öfke ve yanlış, sabrı sevmez. Çünkü onları zehirleyip yok edendir.


Keşkeler ve keşkelerle yaşanan gelgitler, aslında insanı daha da yoran ve yıpratan duygulardır. Bunları yaşayanlar da sabrı olmayanlardır. Hatalar yapılır, unutuldu sanılır. Hiç ummadığında aklına gelir ve insanı yıpratır. Çünkü duyulan az ya da çok vicdan azabıdır. Ve sabırla vicdan zaten akrabadır.

Vicdanlı insan, başkasını üzmez, kırmaz, kolaya kaçmaz, zarar getirecek hırslar yapmaz. Dolayısıyla keşkeleri kolay kolay yaşamaz. Vicdan aklın, sabır ise davranışların hükümdarıdır. Vicdan sabrı yaratır, sabretmek de vicdan rahatlığını…

Mevlana’nın bir sözü vardır, “Sabır, insan için bir ilaç ve huzura kavuşma yoludur.” Maneviyattır. İçinde sevgi, inanç ve huzuru barındırır. Sabır zamanla yaşadıkça öğrenilir. Ama fazla zorlanırsa yaş aldıkça da yorulan, tükenen bir duygudur. Fazla zorlamamak lazım, zira çok az insanda bulunur.


Sabır, bilinmesi gereken bir duygudur. Çünkü genelde sonu kazanç ve mutluluktur. Ama çok üstüne gelinirse sonu geri dönüşü olmayan bir huzursuzluktur. Ne demiş La Rochefoucauld, “Sabırlı bir adamın öfkesinden sakınınız.” Aynen benim yaşadığım isyankar duygular gibi! Sakınılmalı derim, ki sakınınız. O hale getirdiniz! Ama anlayamadınız…

Çocuğuna, kocana, sevgiliye, işe, arkadaşa, yokluğa, ailene, kedine köpeğine sabır… Bilinmeli derim, insana güç kazandıran sabır fazla gelirse birine, o güç gider yorgunluk getirir yerine.

Sabra devam mı? Yoksa canıma okuyup da içimde tükettikleri ‘sabır’ demek yerine, ‘yeter’ deyip kaçmalı mı? Onlar, sabrımı sınamaktan kaçınmalı ya da artık beni anlamalı mı?

Sabrın içindeki mucizeyi beklemeye devam mı? Yoksa sabrın getirisi olan acıyı yudumlamayı bırakmalı mı?


Biliyor musunuz? Bunca isyana karşı hala veremedim kararımı. Ya sabır diyeceğim ya da terk edeceğim vicdanımı.

Bir kalp ağrısı hikayesi

İlişkilerde üçleme: Fark etmek, anlamak ve sevmek


Gülay Kanarya
20 Haziran 1960 tarihinde İstanbul’da doğdum. Ailenin küçük kızı olmama rağmen; gerek yetiştirilmem, gerekse kişilik olarak babamın genç yaşta ölümüyle birlikte sorumluluğu haylice üstlenmiş bir durumda büyüdüm. Yapmak istediğim ve hayalini kurduğum birçok şeyi bazı aksilikler (şanssızlık da denebilir) neticesinde yapamamanın üzüntüsünü hep yaşamışımdır. Hayatımdaki en güzel ve en olumlu şeyin, şimdilerde genç bir delikanlı olan oğlum olduğunu düşünüyorum ve bunun keyfini yaşamanın tadını çıkartıyorum. Özel sektörden satış ve organizasyon sorumlusu olarak emekli olduktan sonra, 40’lı yaşlarda almış olduğum eğitimler neticesinde güzellik uzmanı eğitmeni oldum. Çocukluğumdan beri sanata ve edebiyata olan düşkünlüğümden olsa gerek, ilk yazım ‘Palyaço değilim’ ile başlayarak, bugüne kadar 50’yi geçen yazı yazdım. Bana huzur veren bu işimi devam ettirmek en büyük arzum… Hayatın iniş ve çıkışlarla geçtiğini kabul ediyorsak; inişlerde yaşanan o güçlükler ve zorluklar çok canımızı acıtmış oluyorsa da; buna rağmen, bazılarımızı olgunlaştırıyor diyebiliyorsak eğer! Ben o bazılardanım işte… Geçmişe dönük keşkelerim yok, gelecekte yapmam gereken çok işlerim var artık…