Karşınızdaki kişiyi nasıl tanırsınız? İlk gördüğünüzdeki izlenimlerinizden bahsetmiyorum. Kaşına bakarım, ayakkabısına bakarım, gözlerine bakarım değil. Kişinin gerçek özünü tanımaktan bahsediyorum.
Benim için önemli ipuçları sunan iki alan var. Birincisi anne-baba ve varsa çocuğuyla ilişkisi, diğeri de söyledikleri ve yaşamda duruşu arasındaki paralellik. Gerçekten bir kişinin temellerini anlayabilmek ve üzerinde örtülü tabakasının altına inebilmek istiyorsanız, ilk bakacağınız yer aile ilişkileri. Biliyorsunuz, kişinin temelleri ailesi içinde atılır. Geçirilen ilk yaşam yıllarımız, çoğu zaman tüm hayatımız boyunca bizi belirleyecek özellikleri nakış gibi işler. Sri Bhagavan’ın şu sözleri hep aklımda: ”Babanızla olan ilişkiniz doğru temellere oturmamışsa hayatınız boyu finanssal sorunlar yaşarsınız. Anne ile olan ilişkiniz sorunluysa hayat akışınızda gereksiz tıkanıklıklarla karşılaşırsınız. Çünkü hayat ilişkilerinizin yansımasıdır.”
Anne babasıyla ilişkisini ayarlayamayan, onlara hak ettikleri özeni göstermeyen bir insan, istediği konumda, istediği kılıkta olsun, bana derindeki gerçek özün yaralanmışlıklarını gösterir. Birisini gerçekten tanımak istiyorsanız ailesi içinde görün o kişinin. Bir diğer ince nokta da çocuğuyla ilişkisi. Kendi çocuğunu yeterince dinlemeyen, gerekli sevgiyi ve ilgiyi göstermeyen insan, hayatta kimseye karşı samimi olarak sevgisini gösteremeyecektir. Kişinin hayatta koşulsuz ve kendinden daha çok sevebileceği bir varlığa bile sevgisini veremiyorsa, ne kendisine ne de başkasına sevgi sunamaz. Yaptıkları sadece göstermeliktir ve samimi değildir.
Benim için diğer ipucu da ağızdan çıkanla yaşanan arasındaki uyumdur. Bir kişinin sözlerinden çok yaşamdaki duruşu bana o kişiyi tanıtır. Eğer sözler önemli olsaydı en iyi hatipler, en iyi insanlar olurlardı. Atalarımız ne güzel demiş her zamanki gibi:”Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz.” Herkes kendisini ifade etmek, dış dünyaya sunmak için güzel laflar söylemeye çok meraklı. Hele bazıları var ki zannedersiniz dünyada ondan iyisi, niteliklisi yok. Bunlar sadece işin reklam bölümü. Ben kişinin sözüyle değil, bu sözlerin altyazısıyla tanırım. Bir kişinin dürüstlüğünün en büyük göstergesi, dediklerinin ardında durabilmesidir. Hepimiz için öyle değil mi? Bir doktor sigara içmeyin deyip kendisi sigara içiyorsa ne kadar güvenilir ve ikna edici olabilir?
Bir anne -baba çocuklarına dedikodu yapmanın kötü bir şey olduğunu söyleyip, ardından dedikodu yaparsa çocuk nasıl inanır bu söyleme? Bizler bir şey söylerken önce kendimizin söylediğimizi uygulayıp uygulamadığımıza bakıp konuşmalıyız. Yoksa söylediklerinizin sadece göstermelik olduğu anlaşılır ve inandırıcılığı kalmaz.
Bende hikâyeler bitmez. Diyeceksiniz ki her konuda da uygun hikâyeleri nereden buluyorsun? Bazı şeylerin hikâye olarak aktarımı daha çarpıcı oluyor diye bu yolu seviyorum.
Bir gün genç yağız bir delikanlı Müftü’nün huzuruna çıkar.
“Saygıdeğer Müftü’müz. Benim babam savaştan çok ganimet kazanmış ve yüzlerce kölesi var. Babam ölünce mal paylaşımı ardından para kaldığı gibi, 2 adet köle de bana kaldı. Diğerlerini azad ettiler. Ben de sizce bu iki köleyi azad etmeli miyim?” Bunun üzerine Müftü düşünür ve : ”Sevgili evladım, ben bu konuyu düşüneceğim. Yarın tekrar uğra” der. Delikanlı şaşkın fakat saygı içinde Müftü’nün huzurundan çekilir. Ertesi gün tekrar Müftü’ye uğrar: ”Evet nedir kararınız?” der. Müftü: ”Köleleri azad edebilirsin.” der. Delikanlı: ”Değerli büyüğüm. Bu kadar basit bir kararı vermek için niye bir gün beklettiniz beni?” Müftü: ”Dün sen bana soruyu sorduğunda, benim de 2 adet kölem vardı. Ben kendimin yapmadığı bir şeyi başkasına öğütleyemeyeceğim için önce dün iki köleyi azad ettim şimdi de gönül rahatlığıyla sana söyleyebiliyorum” der.
Sözü ile özü bir olmayan insandan uzak dururum. İnsan kapalı kutu. Herkes ayrı bir hikaye. O kadar laf söyledim de, söylediklerim hiç birinizi bağlamaz. Sonuçta yaşam oyununda hepimizin kendi deneyimleriyle oluşturduğu bir tarzı var. Benimki sadece gördüğümü, hissettiğimi paylaşmak.