İnsan Taneleri Başka – Kendini Bulma Arayışları Başka

başkaEvrende bir hiç gibi dolaşan insan taneleriyiz. Büyüklüğü içinde hem yaratıldık hem yutulduk. Hem her şeyiz kendimiz için, hem hiçbir şeyiz birileri için. Varlığımıza değer katma çabaları neden? Dünyaya gelişimizi kutlayacak kadar megaloman olmak… Yine de aynı değiliz ötekiyle. O başka düşünüyor, ben başka. O başka bakıyor, ben başka. O başka, seviyor ben başka. Benden bir tane daha yok ve o güldüğünde, gözlerinin etrafındaki kırışıklıklar, kimsede onunki gibi güzel durmuyor. Beraber bir şeyleriz ama tek başıma neden bu yalnızlık ve değersizlik duygusu? Varoluşuma nedensiz anlam katma çabaları? Belki de ihtiyacımız var birbirimize ve belki dünya böyle daha güzel… Belki de bana değerimi hatırlatan yine benden başka kimse değil.

Başka Düşünceler

Çok küçük tesadüflerin kesişmesi, çok detay zamanlamaların ortak noktasıydık. Mesela annemizin ve babamızın aynı saatte, aynı yerde bulunup, tanışması kadar tesadüf veya doğumumuzun biyolojik açıklamalarının derinlerine indiğimizde öğrendiklerimiz kadar şaşırtıcıydık. Her ne olursa olsun bizler bu tesadüflerle bir şekilde var olmuştuk. Dünyaya gelmiştik ve bizi önemseyen birkaç insan kadar değerliydik. Varoluşumuza katkıda bulunanların bir ürünüydük ve bizi sevmeleri, değer vermeleri bu yüzden kaçınılmazdı. Bir bilim adamının senelerce uğraştığı icat veya bir mühendisin saatlerce kafa patlattığı bir proje gibi, biz de birilerinin ve bir şeylerin ürünü ve belki projesiydik. Bizi oluşturanların bir yansıması ve hatta kendisiydik.


Yine de bu kişiliksizlik süresi elbette pek uzun sürmedi. Kontrolden çıkan bir icat, bir keşif ve hatta proje gibi etrafımızda olup bitenleri sünger gibi emmeye başladık. Dünyayı tanıdık ve insanları keşfe çıktık. Yaşadığımız her ilişkide, bu ister otobüste dirseğimizle çarptığımız huysuz bir yolcu olsun, ister her sabah asık suratla veya güler yüzle günaydın dediğimiz yan komşumuz olsun, insanların bu koca evrende başka insanları ve olayları özümsemeye başladıktan sonra kendilerini ne kadar değersiz hissettiklerini gördük. Evet, bizler her yıl çılgın birer narsist gibi doğum günümüzü kutlayanların çetelesini tutup, hediyelerimizin sayısı kadar kendimize değer vermeye çalışırken, bu koskoca evren için bir hiç olduğumuzu keşfettik.

başka baskaKüçüklüğümüzün dünyası yerle bir oldu çünkü küçükken dünya bizdik. Herkesin anne ve babalarımız kadar tarifsiz, hesapsız ve karşılıksız sevebileceğini düşünmekle hata etmiştik belki de. Bizler bu koskoca evrende insan taneleriydik. Kendimiz için her şeydik çünkü kendimizden kurtulma şansımız yoktu veya kaçıp başka bir kimse olabilme şansımız. Bu yüzden değerli olduğumuzu düşünmeye ihtiyacımız vardı. Bu bir yalan değil veya aldatmaca ya da yanlış bir davranış. İnsan taneleriydik ancak bu tanelerin her biri aynı zamanda, bu koskoca evrende başka düşünüyor, başka yaşıyor, başka seviyor, başka şekilde yürüyor ve yemek yiyordu. Mimikleri, oturuşu, yüzü, her şeyi ötekinden farklıydı. Yani hem her şeydik hem hiçbir şey.

Hem sıradandık hem özel. Hem değerliydik hem değersiz. Uzaktan bakıldığında aynıydık ama kimilerimiz dünyayı yönetiyor, kimilerimiz akıl almaz keşiflerle doğayı avucunun içinde tutuyordu. Kimilerimiz tarifsiz duygularımıza tercüman oluyor, yazdıkları kitaplar, şiirler ve söyledikleri sözler yüzyıllar boyu elden ele, dilden dile dolaşıyordu. Hepimiz içimize sığmayan bir dünya ile ortalıkta dolaşıyorduk. Milyonlarca insan arasından tek bir kişiyi sevebiliyor, diğer her şey sıradan ve değersiz gelebiliyordu.

Tüm bu içinden çıkılmaz durum ve sürekli değerli hissetme ihtiyacı bir süre sonra ilişkilerimize de yansıdı. Birbirimizi değerimizi sınadığımız deneme tahtaları olarak gördük. Sabırlar zorlandığında, değerli hissettik. Aslında sevginin getirdiği bir kabullenme durumunu yanlış yorumladık. Kendi değerimizi içimizde hissetmek yerine, birilerinde aradık. O kadar dejenere olduk ve değiştik ki, sürekli varlığımızı anlamlandırma çabaları ile birbirimize daha da zarar verir olduk. Sonra terk edilmek ve başarısızlık duygusu sarstı kendimize olan güvenimizi ve inancımızı. Takdir edildiğimiz ölçüde önemli, terfi edip, para kazandığımız sürece bir şeydik. Egolarımız durmadan şişen balonlar gibi ortalıkta dolanırken, en ufak bir başarısızlıkta, bu ister işte, ister aşkta olsun, en sivri uçlu iğneye denk gelmiş gibi patlıyordu. Patlama ile çıkan sesin yankısı, ruhumuza öyle bir yansıyordu ki, kulakları sağır ediyor, yapay güvenimizi ve değeri yerleri bir olmuş kendiliğimizi yok ediyordu. Orta yolu bulamıyorduk. Ya çok değerliydik ya hiçbir şey. Aslında her ikisi de olduğumuzu anladığımız gün, ne derece iplerimizi gevşeteceğimizi, daha mutlu ve daha beklentisiz olacağımızı keşfedemiyorduk.


İşin özünün basit ve kendine itiraf edildiğinde rahatlatıcı olduğunu anlamak sorunu çözecektir. Günümüzde pek çok insanın, eksik kalmış bazı insani duygularını, sevilme ihtiyacını ve yalnızlık duygusunu gidermek için başvurduğu “Acaba değerli miyim?” testi, başarısızlıkla sonuçlandığında ne derece mutsuz olduklarını görmek zor olmuyor. İnsan ilişkilerinin ip üzerinde cambazlık yapmak ve düşmemeye çalışmak gibi zorluklarla dolu olduğu zaten çok açık görülüyor. Her dakika, her saniye değişen ve en ufak müdahaleden etkilenen bu soyutluk, ilişkilerimizi de olumsuz etkiliyor. Ancak bu durumla mücadele edebilmek, kendimize vereceğimiz cevapların objektifliği ile orantılıdır. Evet. Biz bizim gibi biri için belki hiçbir şeyiz.

Bu koca evren içinde bir insan tanesiyiz. Varlığımız ve yokluğumuz tanıdıklarımızın hatıralarında yer ettiğimiz kadar fark edecek. Yine de şöyle bir gerçekle de yaşamamız gerekiyor. Bizden bir tane daha yok ve biz bu tanelerden biri olabilme şerefine eriştik. Kimse bizim gibi bakmıyor ve gülmüyor. Sevmiyor ve dokunmuyor. Bazen platonik aşkımız için çok şey ifade etmediğimizi bilsek de, en yakın dostumuz fikirlerimize değer veriyor. Bizi önemsemeyenler kadar, önemseyenler de var. Eşimiz sabırlı oluşumuzu seviyor, patronumuz yaratıcılığımızın diğerlerinden ne kadar farklı olduğunu söylüyor ve bunu takdir ediyor. Biz birileri için, eksikliği, kendimize özgü tek bir bakış, tek bir davranış, tek bir sözle hissedilecek kişileriz.

Aynı değiliz. Aynı olmayacağız ve bu kendimize güven duymamız için yeterli bir sebep. Hepimizin üstün olduğu bir şeyler var. Bazılarımız bunu parlatıp göstermeyi iyi bildiğinden veya doğru zamanda, doğru yerde olduklarından, bizlerden daha iyi olduğunu düşündüğümüz zamanlar oluyor.

Değerliyiz. En az bir altın kadar ve belki ondan da değerliyiz. Altına verdiğimiz değer de onun bizim tarafımızdan keşfi ile ilgili değil mi? Öyleyse yıkık özgüvenleri, azımsanmış değerlilik duygularını ve yapay böbürlenmeleri bir kenara bırakıp, birbirimizde kimsede görmediğimiz o “teklik”leri keşfedip, bunun mutluluğunu yaşayalım. Birbirimize keşfettiğimiz bu güzellikleri söyleyelim.


Asla unutmamamız gerekense, bu güzellikleri önce kendimizde keşfetmemiz ve kendimize söylememizdir. Şişik bir ego ile yıkık bir özgüven arasında gidip gelmektense, gerçekten ne olduğumuzu bilelim ve yolumuza kendimizden emin bir şekilde devam edelim. Unutmayalım, içimizin derinliklerine indiğimizde ve keşfettiğimiz değerli madenler işlendiğinde, bu dünya için tek olduğumuzu bilmek, mutlu hissetmek için yeterli olacaktır. Ama bu mutluluk aynı zamanda mütevazı bir yürekte hayat bulacaktır.


Ezgi Ergin
Ezgi Ergin, 1990, Ankara doğumlu. Ege Üniversitesi Kimya Mühendisliği son sınıf öğrencisi. Tenis oynamayı, kitap okumayı, film izlemeyi ve yeni yerler keşfetmeyi seviyor. İngilizce ve Almanca biliyor. Korku-gerilim romanı yazıyor. Üç farklı blogda çeşitli temalarda kısa hikâye, deneme ve film eleştirisi üzerine yazılarını yayınlıyor.