Geçmiş sıkıntılı anlarınızı bir gözde geçirin. Ben bulamıyorum demeyin. Hayat keşke her zaman düz bir süreç olsa ama öyle değil. Herkesin hayatında zaman zaman diplere vurduğu dönemler olabiliyor. Herkesin size karşı olduğunu düşündüğünüz, üstünüzden bir tır geçmiş gibi hissettiğiniz, yere hızla çakıldığınızı deneyimlediğiniz süreçler.
Bu süreçlerin anatomisini masaya yatırdığınızda, karşınıza çoğunlukla diğer insanların yaptıkları veya yapmadıkları şeyler çıkıyor. Buradan şu sonucu çıkarabiliriz ki hepimizin yaşamı başkalarının eylemlerine veya eylemsizliklerine bağlı.
Arkadaşlar, aile efradı, bağlı bulunduğunuz sosyal toplulukların diğer üyeleri, yöneticiler, politikacılar…
Ve şunu da itiraf edelim ki aslında bizi üzen şey onların eylemlerinden çok, bizim kafamızda onların yapması için kendi oluşturduğumuz eylem şablonları. Yani aslında bizi üzen yine biziz. Kişileri kafamızda yargılıyor, sınıflıyor, görev dağıtımı yapıyor ve sonra da o kişiler bizim belirlediğimiz programa uymadığı için kızıyor ve kriz oluşturuyoruz. İnsanoğlu gerçekten çok komik bir varlık. Kendimiz yaratıp, kendimiz üzülüyoruz.
Birçoklarınız böyle bir durumda sürekli şikayet, acıların çocuğu kıvamında yakınmalar, kendine acımalar, arabesk söylemler içinde başını oradan buraya vurmalar içinde geçirmeyi tercih ediyor.
“Ben aslında kurbanım.”
“Herkes benim kötülüğüm için çalışıyor.”
“Kimse beni sevmiyor.”
Aslında bazen yapı olarak insanoğlunun acı çekmekten zevk aldığını düşünüyorum. Her şeyi kendisinin yarattığını bilince bu zevkten mahrum olacağım korkusuyla hep suçu başkalarına atma eğilimindeyiz.
Bu acı dolu bataklığın içindeyken çözüm üretemeyeceğinizin farkındayım. Einstein ne güzel demiş:
“Sorunun olduğu düzeyden, çözümü üretemeyiz”.
Kişinin sorun yaratıcı kimliğinin olduğu düzeyin üstüne çıkması lazım ki, büyük resmi görebilsin.
Yolu nedir?
Bu değişimin yolu, kişinin içinde barındırdığı şeytanları ve melekleriyle tanışması durağından geçiyor. Tabii öncelikle kendisini sevmekten. Kişi kendisini sevmezse, başkalarını sevemez ve sevgi göremez.
Siz içinizde barındırmadığınız hiçbir özelliği dışarıdakilerden beklemeyin. İçinizde ne varsa yaşam size ayna olur ve yolunuza çıkarır.
Yaşantınızda ne oluyorsa bunun sebebi sizsiniz. Sorumluluğu üstünüze alarak değişimi sağlayabilirsiniz. Sıkıntıların da sevinçlerin de kaynağı sizin iç dünyanız. Ortada suçlu veya sebep yok. Sadece siz varsınız.
Siz nasıl deneyimlemeyi tercih ediyorsanız hayat size onu sunuyor.
Birçoklarınız kendinizi kontrolsüz bir yaşam yolunda, karşısına geleceklerin merak ve korkusuyla yaşamayı tercih ediyor. “Yaşamımın mimarı benim” farkındalığına geçtiğinizde puzzle’ın son parçası oturunca resim ortaya çıkıyor. Gülmeye başlıyorsunuz. Hem de kahkahalarla. Öyle komik oyunlar yaratabildiğinizi ve potansiyelinizin bu konuda çok yüksek olduğunu görüyorsunuz. Fakat farkındalığa geçtim artık oyun oynamam demeyin. Ne kadar gelişirseniz gelişin oyuncu tarafınızın o hain gülümsemesini ensenizde hissetmeye devam ediyorsunuz. Fakat en önemli fark oyuncu sahneye çıktığında yapılanların farkına varıp sonrasını tercihinize göre yaşıyorsunuz. Kah oyuna gelerek, kah oyunu durdurarak ama her zaman bilerek.
Tabii bu dediklerimde sizin özgür iradenizle olan seçiminize bağlı. Bir tarafta kendi yazıp, kendimizin oynadığı acılı bir melodram, diğer tarafta ise koşulsuz mutlulukla geçen dingin bir hayat. Yaşamı onurlandırarak ve her hediyesini şükranla kabul ederek.
Bana hangisi uyar diyorsanız, hodri meydan!
Seçim sizin.