İtiraf Ediyorum Enerjilerle İlgileniyorum

İtiraf ediyorum şifayla ilgileniyorum, üstelik de yaşantımın çok büyük bir kısmını bu merak kapsıyor. Başka kimler ilgileniyor şifayla? İtiraf etmek isteyen var mı?

şifa

Kaç zamandır aklımdaydı bu konuyu açmak. Kurumsal dünyada şifa, enerji gibi şeyler anılmıyor, hurafe gibi hatta kara işler misali açıldığında da ayıplanıyor. Ama bazen oluyor ki özellikle yöneticilerin yaklaşımlarını merak ediyorum, ortaya yem atıp fikirlerini kurcalıyorum. Sonuç? Tahmin edersiniz ki bana yönelen garip bakışlar, çünkü kurum çatısında konular gülünüp geçiliyor. Ama yalnız kaldığımızda aynı yöneticilerle, hele ben birkaç yem daha atarsam dökülüyorlar. “Ya bilmem ki”, “Bizim hanım da geçen gün bir kitap almış, anlatıyordu”, “Biz bilmez idik küçüklüğümüzde böyle şeyler”…

Bu ne demek? Bir ilgi var mı, yok mu? “Var ama yok” diye bir cevap beliriyor önümde. Bireysel bazda bir ilgi olsa da bireylerin oluşturduğu kurumsal bazda, hepsi hurafe.


Bu noktada ne işe yaradığını bilmesem, hatta biraz güldürse de “kurumsal astroloji” kavramı, teşekkür etmeliyim diye düşünüyorum. Çünkü “deli saçması” şeyleri, zihnin hem hemen kabul edemediği hem de inkar edemediği, varlığına inandığı şeyleri kurumsal hayata hoş pazarlama stilleriyle sokmayı başardılar.

Seminerlerimde, konuşmalarımda ağzımdan şifa kelimesinin çıktığını pek duyan olmamıştır. Çünkü “kurum bağlamış” kurumsal amcalar hoşlanmıyor bu bilgilerden. Bu manüplasyon denemelerimden, ortaya inanayım ya da inanmayayım çeşitli yemler atarak açmayı başardığım sohbetlerden sonra anladım ki, ben öyle sanıyormuşum! Meğer durum hoşlanmama değil, her şey analitik yürürken, ölçümlenemeyen bilgilerin ele alınmasından, özellikle de kurumlarının çatısındayken çekiniyorlar.

Şifaya bakış açımı yakın dostlarım bilir. Şifa, enerji veya ne demek istersek, bir sihir değil, illüzyon değil. Ritüel değil, prosedürler yığını değil. Hayat demek, varoluş demek, nefes demektir şifa. Nasıl ki nefes almak için sihirler yapmıyorsak, şifa için de sihirlere gerek yoktur. Bir oluş halidir çünkü. O yüzden de ben şifamı göstermez, kendimde uygulardım. Belki bir ara kendi kurguladığım tekniklere değinirim, ama şu an amacımız kurumlarda şifayı ele almak.

Bir gün, manevi kardeşim Serpil Ata bir ricada bulundu, kendisi başka bir işle meşguldü ve benden ilgimi çekeceğine inandığı birisinin tercümanlığını yapmamı istedi. O günlerde boştu programım ve kabul ettim sadece onun ricası için. Eğitmen İran asıllı Amerika’dan Amirkhossein. Konu pranik şifa diye bir şey. Yazılarımı takip edenler bilir bu ismi; dergimiz için kendisiyle röportaj yapmıştık.

Neyse, pranik şifaya dönelim; “Duyuyordum zaman zaman, öğrenmiş olurum” dedim, ama daha tanıştığımızın ilk dakikalarında çok sevdim yaydığı elektriği, tebessümünü ve sakin konuşmasını.

5 gün tercümanlığını yaptım ve çok etkilendim duruşundan, konusundan, eğitmenliğinden, yaklaşımlarından. Tebaya girmeyi, kör kör kabul etmeyi pek severiz halk olarak, ama Amir hep tekrar ediyordu; “hemen kabul etmeyin sözlerimi, deneyin, kendiniz görün”

Eğitimde ilerledim, kendi hayatımda uygulamaya başladım. Uykusuz kaldığımda oluşan mide yanmalarımda kullandım mesela. İleri düzey zihin eğitimlerimi vermeden hemen önce beyin faaliyetlerimi geliştirmek için bazı yöntemler denedim pranik şifadan.

Ardından kendi eğitiminin ileri bir versiyonuna davet etti Amir, o gün dolu olmama rağmen bu sefer de onu kıramadığım için katıldım ve süper deneyimler edindim.

Eğtim sürecinde edindiğim meditasyon deneyimlerine ayrıca değinebilirim, ama özellikle ilgimi çeken, Amir’in bu eğitim için konuk ettiği Hindistanlı eğitmen Shram’ın tavırlarıydı. Takım elbiseli bir yazılım mühendisi kendisi. Meditasyon öncesindeki fiziksel egzersizleri takım elbisesiyle yapıyordu. Biraz komik geliyordu bana, çünkü alışık değildim. Ama iğreti değildi.

Amir de bir bilişimci ve analitik zihniyette birisi. Amerika’da büyük bir lojistik firmasının bilişim departmanında yöneticilik yapıyor, ama bu “hurafe” konularla da aşırı ilgili. Söyleşi de dikkat ettiyseniz bu iki zıt kavram üzerine durmaya çalıştığım bir söyleşiydi.

Shram’a bakarken aklıma geldi bu kurum bağlamış kurumsal amcalar teyzelerin ikili tutumları. Hem ilgilenip hem de baskılıyorlar. Birçok konuda bu yok mu? Özellikle Anadolu’da yaygın olan “gören duyan, el alem ne der” diye isteklerin birçoğunu örselemek mesela… Başkası yaptığında dile dolamak, sonra kendileri yapacak olursa ayıplanmaktan çekinmek… Ama birinin “bu ne mantık” demesi gerekmez mi?

Madem kurumsal hayatta bir itiraf eksikliği var, ben başlatayım dedim bunu.

Konuşmalarımda ağzıma çok almasam da arkadaşlar, ben çocukluğumdan beridir şifa ile ilgileniyorum. Sadece şifayla da değil, ruhsal gelişim namına herşeyle. Görünenin ardını görmeye, gördüğümle aramdaki boşluğu idrak etmeye, ağızlara sakız olan global barış için önce bireysel barışı yakalamaya ve daha bir sürü ölçümlenemeyen (rasyonel olmayan, mantıkla bulunmayan) şeyle ilgileniyorum. Koçlukta karşılaştığım neredeyse her sorunu aştık danışanlarımla, ama tıkandığımda danışanımın o sorunu her ne ise, kendi hayatımdaki izdüşümlerine, yansımalarına bakıp onları kendimde aşıyor, sonra bunu onunla deneyimliyorum.

Üstelik bu konularla çalışa çalışa ölçümleyemediğimiz şeylerin ardındaki mantıkları da baya baya yakalamaya başladım. Mesela sevgili meslektaşlarımın çöplüğe çevirdiği, izah edemediği herşeye yakıştırdığı kuantum etiketini baya baya özümsedim diyebilirim. Eşzamanlılık, paralel oluşum, olanın olmaması ve olmayanın olması halleri ve daha bir sürü şey… Demek ki zihnin sınırları evren misali genişletilebilirmiş, yeter ki biz bakalım.

Gerçi bu noktada “itiraftan çekinen” arkadaşları anlayabiliyorum. Neticede hem normal değil, iş koşturmacasından uzaklaşabilirler hem de bu konularla ilgilenen 10 kişiden 9u laf salatası yapıyor, daha kendisi izah edemiyor ne yaptığını. Bu da kişilerde bir çekince yaratabiliyor.

Bir gün bir terapistin telefonda konuşmasına tanık oldum. “Bunun altını kurcalama Ahmet. Evrenin sistemi böyle çalışıyor”… Hem insanlara işlerinde özgün olmalarını anlatıp hem de “bunun altını kurcalamaması gereken”, konuyu o şekilde izah ederek koyun olmalarını isteyen uygulayıcılar, kendi ayaklarına balta sallıyor. Dolayısıyla bu konuların daha güvenli ele alınabilmesi, ürkütmemesi için, uygulayıcılara düşüyor esas iş. İşlerini daha açıklanabilir, daha güvenilir yapmaları gerek.


İnanıyorum ki adım adım bu arkadaşlar da geliştireceklerdir kendilerini. Neticede çocukluğumdan beri birçok şarlatanla karşılaştığım gibi, birçok temiz niyetli üstadla da karşılaştım. Işıkları günden güne başka insanlara da yayılıyor.

Konumuza tekrar dönelim ve sizden bir ricam var. Bir elinizi kaldırın biraz ve elinize bakın lütfen birkaç saniye. Ne hissediyorsunuz?

Deneyin.

Genel itibariyle bir kütle hissedilir. El sonuçta. Şekil vardır, yaygın olduğu üzere 5 parmak vardır vs…

Şimdi kasın onu biraz. Kasın, olmazsa yumruk yapın, dilerseniz diğer elinizle sıkın biraz ve bırakın.

Şimdi tekrar elinizi gözleyin. Ne hissediyorsunuz?

Bir şeyler akıyor içeride değil mi?

Şimdi bir merak geliyor. Bir etken, hissedilende değişikliğe yol açtığına göre, kim bilir başka ne gibi etkenler, daha derin hislere ulaşmamıza imkan verecek.

Peki hal böyleyken, “ben mantıkla ölçümlenemeyen hiç birşeye inanmam, çünkü onlar yoktur” ve daha bir sürü benzer SAÇMA cümle, söyleyene ne kazandırır? İzninizle ben söyleyeyim: Kendi uydurduğumuz, işlevsiz mantık kulelerinde hapsolur gideriz.

Zaten zihnimiz rasyonel çalışmaz, aksi halde neden 3,99luk ürünler, 4 lira etiketli üründen daha çok satsın? Aradaki ikiliği bir düşünün lütfen.

Şu aralar örgütsel ve endüstriyel psikolojinin, bireysel dinamiklerini inceliyorum. Çok yakında “Aşk İle Gelişim” adında bir eğitim kurgusunu paylaşacağım kurumlarla.

Ama hemen akabindeki amacım işe kurumlarda şifa, enerji, vs gibi konuları profesyonelce ve mantık sevdalıları için özgünleştirilmiş şekilde ele almak. Bu konuda destek olmak isteyen var mı?

Bir mühendisin çocuğu olduğum için, babamla iletişim sırasında sık sık düşüncelerimi mantık çerçevesinde izah etmek zorunda kalıyordum. Bunun meyvesini bugün yiyorum, ütopik konuları dahi mümkün olduğunca mantıklı izah edebilme becerisi.

Mantık demişken, yaratıcı çözümlere yönelik eğitim talep eden firmalarda en çok karşılaştığım bariyer nerede biliyor musunuz? O sığındıkları mantık kavramında. Oysa mantıkdışı şeylere kafa yorarak zihinlerinin sınırlarını genişletebilirler. Üstelik bu bir vahiy değil, çok ileri seviye bir yetenek değil, sadece eğitimlerle elde edilecek bir şey değil. Sadece o mantığın baskısından sıyrılarak düşünebilme, bir an olsun düşünebilme cesaretiyle ilgili bir şey. Normalden çıkma becerisi diyelim mi?

Normal kelimesini pek severiz ya, “normal değil” deriz. Oysa normal kelimesinin kökü nedir? Norm. Norm ne demek, lütfen düşünün bir an ya da sözlüğe bakın. Normal, yani normlara göre yaşamak mı istiyorsunuz. Olanı, şifayı ve daha bir sürü şeyi yok sayarak…

Ben az önce bahsettiğim eğitim ve çalışma kurgularımı sizinle paylaşana değin, sorularınızı bana yöneltebilirsiniz. Ve değerli okuyucum, sorularınızda mantık olması gerekmiyor, aklınıza geldiği gibi sorun lütfen.


Toparlarsak, ben hem bir iş-insanıyım hem de şifayla ilgileniyorum. Dünya görüşümü şifayla şekillendiriyorum, sevgilime duyduğum aşkı şifayla besliyorum, projelerimi şifayla kurguluyorum. Başka şifayla ilgilenen, bunu itiraf etmek isteyen var mı?