Bugün değilse ne zaman?

Zaman tuhaf bir kavram aslında. Uzmanlar artık 24 saatlik zaman dilimini daha kısa yaşadığımızı söylüyorlar. Zaman mı hızlandı? Biz mi?

Bugün Değilse Ne Zaman? Bugün mü, gelecekte mi?

Bugün değilse ne zaman?

Geleceğe atılmış kancalarla tutunduk bugüne. Bilemedik aslında kancanın diğer bir ucu, bugünümüze saplanmış. İnce ince kanatmış fark ettirmeden. Gözümüz gelecekteyken, gönlümüzdeki sızı ve kanayan yaramızın kırmızısı, ne görünmüş gözümüze, ne hissedilmiş gönlümüzce.

Gelecek telaşıyla harcanmış, bugünün “günün aydın olsun” ve “gecen iyi olsun” dilekleri. Sonraki doğumgünlerine saklanmış sevgi ifadeleri. Beklenen her neyse geleceğe demir almış bekliyor. Bugün kayıp, bugün yok, bugün yaşanmıyor. Yarın, yarın olduğunda bugün olacak. Ama yine gözümüz, gönlümüz yarınlarda olacak. Gelecek endişemiz, gelecek beklentimiz hiç bitmeyecek. Elimizdekilere, sahip olduklarımıza karşı bizi kör eden yarınlar, bugünlerin katili ne yazık ki.


Her ölüm bize bugünlerin değerini hatırlatıyor.

Fakat balık hafızalarımız ne çabuk sıfırlıyor kendini. Bugünü yok sayarak, bugünü erteleyerek yarınları kucaklamak isteyenlere, “olmaz” diyor ölüm, “yanlış yoldasın. Ölüm de var, ölüm de. Hiç düşündün mü?”

Daha güçlü, daha zengin, daha olgun, daha cesaretli olmak için geleceği bekleyenlerin, ölülerin başında serzenişlerini hiç duydunuz mu? Ya da yiten ilişkilerin arkasından söylenen keşkeleri.

An

Oysa  durup düşünsek bir an. Neyimiz var elimizde bugünümüzden, bu anımızdan başka. Değer mi elimizde olmayan için üzülerek, elimizde olanı görmemeye, bilmemeye, kenara itmeye umarsızca?

Yaşadığımız büyük kaosların sebebi geleceği bugüne taşıma ve bugünü geleceğe erteleme gayretimizden. “İyi bir işim olsun hele, çocuklarıma daha çok vakit ayıracağım”, ” Emekli olunca doğa ile daha fazla haşır neşir olacağım ” gibi dramatik cümlelerle zamanımızı geçiririz.

Zaman tuhaf bir kavram aslında. Uzmanlar artık 24 saatlik zaman dilimini daha kısa yaşadığımızı söylüyorlar. Zaman mı hızlandı? Biz mi? Bence günümüz insanının bir günde yapması gereken, rutin şeylerin sayısı arttıkça ve zamanın hızlı akmasını sağlayacak iletişim araçlarına bağımlılık geliştikçe, zaman kıymetsizleşiyor. “Tam tersine böyle olunca zaman daha kıymetli olmaz mı?” diyebilirsiniz.


En kıymetli zaman kendimizle baş başa geçirdiğimiz zamandır.

Televizyonun durduğu, telefonların sustuğu, yalnız, hiçbir şey yapmadan, sadece anda kalarak durabildiğimiz zaman, sadece var olduğumuz zaman, dakikalar eskisi gibi birbiri ardından koşturmaz. Hayatın ritmi yavaşlar. Ve ruhumuz özgürleşir. Kendinizi önemsiyorsanız böyle zamanlar yaratmalısınız. Sürekli şarj olan ruhumuzun gün içerisinde 10 dakika bile olsa sadece olmasına izin vermemize ihtiyacı var.

Gün içerisinde kaç kere zamanın,  işlerinizi halletmeye ve kendinize, sevdiklerinize vakit ayırmanıza yetmediğinden yakındığınızı bir düşünün. Böyle yaptığımız zaman yine sorumluluğu bir başkasının, hiçbir suçu günahı olmayan zaman amcanın üzerine öteleriz. Oysa ki zamanın yetmediğinden yakınmak yerine, iyi bir zaman planlamasıyla, hem işlerimizi halledebiliriz, hem kendimize ve sevdiklerimize zaman ayırabiliriz.

Sabahları kahvaltı yapamadığımızdan şikayet ediyorsak, yarım saat erken kalmak, sağlıklı bir kahvaltının ardından, güne zinde ve pozitif başlamamızı sağlayacaktır. Spor yapamadığımızdan yakınıyorsak, internet başında aylak aylak geçirdiğimiz zamanlardan, sadece bir saatini spor yapmaya transfer edebiliriz. Kitap okumaya zaman ayıramıyorsak, otobüste geçen zamanı değerlendirebiliriz. Ve sessizliğin sesine bir trompet gibi eşlik eden kalbimizin sesini dinlemek için, var olmanın tadına varmak için televizyonumuzun kapatma düğmesine dokunmamız yeterli olacaktır.

Tezahürlerin çok çok hızlandığı bu  zamanlarda ayağımızın altında yürüyen bir yol var aslında. Dönüp dönüp geçmişe bakarsak veya gidilecek yere bir an önce ulaşmak için geleceğe asılırsak tökezleyip düşüyor ve kalkmak istediğimizde sağa sola çarpıp yine düşüyoruz. Bir durabilsek, bugünde kalabilsek, düşmemize sebep olan yol artık misyon değiştirip, bizi istediğimiz yere bir çırpıda taşıyacak.

Geçmiş adı üzerinde geçtiii gitti.

Geçmişinizle sevgiyle kucaklaşın. Geçmişinizdeki herkesi ve kendinizi bağışlayın ve özgür bırakın. Gelecek de adı üzerinde ileride gelecek. Henüz bizim değil. Bugün geçmiş ile gelecek arasında büyülü bir köprü. Ve biz hep bu köprünün üzerindeyiz.

Köprümüzün eşsiz manzarasını fark edip, geçmişe öfke ya da özlem duymadan, geleceği takıntılı, hasta bir duyguyla istemeden şimdiyi yaşamak bizim elimizde.


Öyleyse; Sevdiklerimize “Seni seviyorum” demek için, var olmak için ve geleceği istediğimiz gibi yaratmak için şimdi harekete geçelim. Bugünümüzü geçmişin ve geleceğin esaretinden kurtaralım.

Zaman algısı nedir? Beynimiz zamanı nasıl kodlar?


Özgül Süsler
Falanca yılın, filanca ayının, bilmem kaçıncı gününde doğmuşum. Kutu kutu pense, yakan top ve misket oynamışım. Komşuların zilini çalıp kaçmışım. Balkondan sarkan komşu teyze “kimdi o? “ diye sorunca, “Bilmem” demişim...