Erkek, kendi yarattığı cehennemin suçlusu olarak gördüğü kadını yaşamın her alanında silikleştirmeye ve yok etmeye çalışmaktadır. Korkular, edilgenlikler, teslimiyetler, sahiplenmeler, tutsaklıklar, baskılar, dayak, şiddet ve kadın…
Kadın Olmak… Kadın olmak; tanım gerektiren bir yazıya başlamadan önce merak ederim Türk Dil Kurumu (TDK) nasıl bir tanımlama yapmıştır bu kelime ile ilgili. Nihayetinde toplumsal bakış açımızın bir yansıması gibi duruyor sözlüğe eklediğimiz tanımlar. İşte TDK ve kadın olmak…
1. İsim, erişkin dişi insan, hatın kişi, zen
“Yanlarında, kendileriyle ahbaplık edecek dostlar, hizmetlerine koşacak kadınlar veya erkekler görmek isterler.” A.Ş Hisar
2. Sıfat, analık veya ev yönetimi bakımından gereken erdemleri, becerileri olan.
3. Mecaz, hizmetçi bayan.
4. Eskimiş bayan.

Kadın ilk olarak Havva ismiyle tasvir edilir. Havva, Adem’i yani insanı doğuran idi. Oysa dünya boyutunda hayat bulan insan, yaşadığı hayatın içinde en büyük suçu, insan soyunun cennetten kovdurulmasına ve dünya boyutunda eziyete ve sınava tabi tutulmasına sebep olarak kadını görmesi nedeniyle lanetlenmesinin bedelini ona atfeder. Çocuklar bile olumsuz bir şey yaşadığında annesine dönüp keşke beni doğurmasaydın der. İsyanı annesinedir, babasına değil.
İnsan dünya üzerinde tutunamayınca kendisini dünyaya getirene dönüp isyan etmiştir. Anneye yani kadına yani Havva’ya… Havva lanetlenir çünkü erkeği dünyaya getirmiştir. Gücü elinde tutan erkek ise böyle zayıf bir beden ile kendisini eşleştirip gücüyle iktidarı ve yönetimi ele almıştır. Kadın evinde oturan, hizmet eden, teslim olan, denileni yapan, konuşmayan, dile gelmeyen biri haline dönmeye başlamıştır. Oysa yaratan o idi erkeği ve yaratımın gücünü, erkeği doğururken ve onu beslerken geçirdiği sürede kaptırır. O, doğurganlığıyla kendi evrimini ters yüz eder ve annelik iç güdüsü ile kendisini doğurduğuna adar. Onun için cennet ve cehennem olur.
Klasik din anlayışında kadın, tanrısal aşktan uzaklaştıran bir varlık olarak tanımlanıyor. Böyle olunca ermeyi ya da BEN’liğini bulmaya çalışan, kutsallık yolunda yürüdüğünü düşünen kişiler kadına dokunmayarak ve inzivaya çekilerek tanrıya varacağını düşünürler. Aslında din kavramı olan her yerde öyle. Uzakdoğu felsefesinde de bu böyle. Orada rahipler kapanıyor ve kadın yok hayatlarında. Çiçek olmadan dalın, meyve olmadan ağacın bir anlamı olur mu? Olmaz bu yüzden öncelikle erkek kendi egosunu ve kadına yönelttiği suçlamasını ortadan kaldırmalı diye düşünüyorum. Çünkü cehennemi yaratan kadın değildi, onu yok sayıp kendi egosu ile dünyayı yakıp yıkan erkek idi.

Erkeğe her şeyin müstehak olduğu, kadının ise potansiyel olarak bu erkek talepkarlığına hizmet için yaratıldığı bir dünyada kimin cennetinde yaşadığımızın açıklamasını yapmaya gerek yok diye düşünüyorum. Erkeğin istediği gibi kapanan kadının şunu deme hakkı yok, sen neden o gözle bakıyorsun bana ve diğerlerine ve senin neden aklın hep belinden aşağı çalışyor. Hayat paylaşım ile yürütülen bir gerçeklik ise neden sen benim yanımda değilsin. Ben senin arkandan senin kapatman gibi var oluyorum… Korkular, edilgenlikler, teslimiyetler, sahiplenmeler, tutsaklıklar, baskılar, dayak, şiddet ve Kadın…

Var oluş kadın ile başladı ve onunla sürecektir.



