Kabul etmek ve kabul görmek gerçekten ne istiyoruz?

Hayatınızda olan insanların hangisinin davranışlarını kabul ediyor ve onaylıyorsunuz. İlişkilerinizi sarsan şeyin kabulleriniz olduğunu ne kadar biliyorsunuz? Gerçekten sevince insan, sevdiği kişinin her halini kabul edebilir mi?

Kabul etmek ve kabul görmek gerçekten ne istiyoruz?

Hepimiz toplum tarafından kabul görmek isteriz ve tüm çabamız da bu yöndedir. Kabul görmek isteriz istemesine de biz ne kadar hayatı ve içindekileri kabul eder ve kabule geçeriz. En çok canımız yandığında kabul etmediğimiz davranışlar mı neden oluyor buna?

Sevdiğinizin her halini kabul edince gerçekten canınız yanmaz mı?

Yoksa daha çok onların kabullerine ihanetleri mi sizi çok üzer? Peki siz kabul görmek için ne yapıyorsunuz? Hangi fedakarlıklarınız var sizi kabul etmeleri için?


Hayatın alma ve verme dengesi içinde; kimi zaman arkadaşlarımız, annemiz, babamız, çocuklarımız, sevgilimiz, eşimiz, komşumuz yani hayatımızda kim varsa onlar için kabul sınırlarımız ne kadar yüksek olmakta ve kendimizi onlara kabul ettirmek için biz neleri feda ediyoruz.

Haydi Yazı-Yorum’cular, hayatı ve kendimizi kabule geçelim. Gerçekten ne istiyoruz. Sevdiğimiz bizi birazcık anlasa yetiyor mu gerçekten? Kabullerimiz ile biz, bu hayatta gerçekten dingin ve yükselmiş biri mi oluyoruz?

Ümit Murat Şen

Bence en önemli şeylerin başında insanın kendini “kabul” etmesi gelmekte. Kendimizi, kendimize ne kadar “kabul” ettiriyoruz? Bana kalırsa hayata bakış açısının genişliği, kabullendiğimiz ve “ben buyum” diyebildiğimiz kimlikle doğru orantılı. Sonrasında tabir yerindeyse level atlayıp “hayatı yaşama” safhasına geçtiğimizde önümüze çıkan hayatı bakış açımızdan süzüp “kabul” mekanizmasına göre değerlendirmeye başlıyoruz.

Bize sunulan hayatı değerlendirmeye başladığımızda seçme şansının göstermiş olduğu iltimas kadarıyla kabul ve men seçeneklerinden ilerliyoruz. İşte sıkıntı da burada başlamakta… Kaldı ki “kabul” mekanizması o kadar ince bir çizgi ki insanın kişiliği de tam olarak burada baş gösteriyor.

Kimimiz hayatın bize sunduğu seçenekleri ve olayları ukâlalıkla, kimimiz boş vermişlikle, kimimiz de tevazuyla değerlendirmekte. Kişiye göre değişen bir olgu bu durum. Aslında olaylara yaklaşım tarzımız oyunun sonucunu da biraz belli etmekte bu sayede. .

Peki kabul mekanizmasında kriter ne olmalı? Elbette hayatımıza girecek onlarca, belki de yüzlerce kişi olacak. Hepsini bir kabul mekanizmasına sokacak mıyız? Kim bilir, belki de sokan oluyordur lâkin ben, hayatıma giren “çoğu” insanı olduğu gibi “kabul” ediyorum.

Çünkü her ne kadar farkında olmasak da karışımızdaki kişinin davranışları, düşünceleri etkileşim içinde olduğumuz benliğimizi bir şekilde beslemekte. Ruh böylece daha da zenginleşmekte, bakış açısı genişlemekte…

Kabul mekanizmamda insanların “çoğu“nu olduğu gibi kabul ettiğimi belirttim. Peki “azı” ne olacak? Belki de işin en eğlenceli kısmı bu. Az, özeldir çünkü ve bir insanı “özel” statüye sokacağımızda bu bizim değerlendirmemize bakacak.

Her ne kadar şarkıda “Ben kendime yeter oldum, başka bir ben istemem” dese de Grup Gündoğarken üyeleri, aslında istediğimiz de tam olarak budur.

Çünkü genel kanımız, “Damdan düşenin hâlinden damdan düşen anlar!” atasözüne uymakta. Bu nedenle kabul mekanizması ve seçim, başrolü almakta. Haliyle herkes kendi filminin bir şaheser olmasını istemekte haklı olarak. Elbette kendimizden fedâ edeceğimiz şeyler olacak.

Yalnız kötü olan şu ki (bana göre) yapılan fedâkarlık, beklenti doğurur. Uğruna fedâlarda bulunacağımız kişi beklentimizi hak edecek mi peki? Bu bilinmez. İnsan davranışları her gün değişip gelişmekte çünkü. Bugün çok kötü giden bir durum yarın muhteşem şeyler doğurabilir; ama tersi de olabilir elbette.

Ben, bu nedenle kabul ettiğim kişilerden beklentilerimi en aza indirgiyorum. Başta dezavantaj gibi görünse de daha çok hoş sonuçlar doğurduğunu gözlemledim.

Size sunduğum yalnızca kendi fikirlerim, kesin bir yargı değildir. Kaldı ki kendimi hâlâ hayat acemisi olarak gördüğümden dolayı, paylaşılan yorumları da değerlendirip yararlı gördüğüm deneyimlerinizi “kabul” süzgecimden geçirip hayatıma uygulayacağımdan emin olabilirsiniz.

Konu çok derin, beyin kıvrımlarını bir hayli yoracak kadar derin hem de. Bu konuyu irdelediğiniz için büyük bir teşekkürü hak ettiniz aslında.

Özge Esirgen  (İndigo Dergisi yazarı)

Başkalarının talepleri doğrultusunda, ya da başkalarının senden talep ettiğini zannettiğin şeyler doğrultusunda biçim değiştirmeye çalışmadan, kabul etmektir; ”kendin” tarafından kabul edilmektir.

Bazen de başkalarının senden talep ettikleri aslında küçücük bir şey olurken, onları kocaman yükler olarak algılamadan, ”doğru” algılayarak taleplere cevap vermektir.

Taleplerin, seni öz’ünden uzaklaştırmadığını, hiçbir şeyin seni öz’ünden uzaklaştıramayacağını, tüm taleplerin seni kendine götürdüğünü görmektir.

Berna Polatbora

Her bir taraftan ”kabullen” sözcüğünü işitiyoruz. Psikolojik sorunların mı var? Takıntılı mısın? Yoksa hayatında mutsuzluk hâkimiyeti ele mi geçirmiş? ”Kabullen çocuğum”…

Kabullenmek herkesin belirttiği gibi kendini kabul etmekten geçer lakin bir şeyi kabul etmek istiyorsan onu değiştiremeyeceğini idrak etmelisin. Daha da açarsak hayatımızın her bir alanında içten içe, olayları, durumları hatta insanları bile kontrol edebileceğimizi zannederiz.

Tartışmalara, kavgalara başlamamız hatta bunları devam ettirmemiz bile karşımızdakinin fikrini değiştirebileceğimize olan inancımızdan kaynaklanmaktadır. Bu yüzden kontrol edemediğimiz durumlarla karşılaştığımızda yoğun bir öfke, bazen hüzün, bazense umutsuzluk hissetmeye başlarız.


Eğer böyle zannedip de insanları yahut durumları kabul edersek bu kendimize olan öz güvenimizi sarsar ve kendini değersiz hisseden bir bireyin ortaya çıkmasına neden olur.

O zaman öncelikle her şeyin kontrol edilebileceği düşüncesi değiştirilmeli ve kontrol mekanizmasının yalnızca kişinin kendi tercihlerinde işleyeceği kabul edilmelidir. Bireyin hayatında karşısına çıkan yollardan hangisini seçeceğine kendisinin karar verdiğini bilinçli olarak fark etmesi de kendini kabullenmeye giden kapıyı açar. Bu nokta zaten herkesin kendi seçeneklerini yaşadığını algılar ve otomatik olarak o kişileri kabulleniriz.

Elbette kendini bilmek ve kabul etmek en değerli ve elde edilmesi en güç başarılardan biridir. Kişi kendini kabullendiyse çevresindekilere karşı hissedeceklerinde de artık özgür demektir.

Hülya Özdemir

Kabullenmek… Neyi ne kadar? Ben insanların doğmadan önce seçimlerini yapmış olduğunu düşünüyorum son zamanlarda… Hayata bu açıdan bakınca, herkesin oynaması gereken bir rolü var ve onlara bu rolü veren de sensin… Ve en çok kızdıklarımız ve bizi üzenler, aslında bizi en çok sevenlermiş…

Bizim hayat amacımıza ulaşmamız için herkes rolünü çok güzel oynuyor aslında… Olması gerektiği zamanda ve yerde… Böyle bakmaya başlayınca kızamıyorsunuz artık kimseye ve kendinize dönüp nedenlerini aramaya başlıyorsunuz ki işte o zaman kendinizi buluyorsunuz…

Bugüne kadar toplum tarafından bize öğretilen kalıplarla yaşadığınız için uyum süreci uzun, zor ve sancılı. Ama kendini kabul etmenin ve sevmenin de başlangıcı. Aslında bugüne kadar başkalarının seni görmek istediği gibi olduğunu fark ediyorsun ve bu koşturmacada kendine ne istediğini sormadığını fark ediyorsun.

Sormaya, sorgulamaya, düşünmeye ve bir süre dengeni kaybetmeye başlıyorsun. Alışkanlıklardan vazgeçmek zor ama mümkün. Kendinle olan mücadelende, aslında kimsenin suçu olmadığını anlıyorsun. SEN izin verdiğin için hayatın böyle, sen farkına varmadığın, aykırı olmayı göze alamadığın için , toplumda bir yer edinmek için  vs.

Herkesin listesi farklı ama uzun. Önce tüm dünyayı değiştirebilirmişsin gibi geliyor, sonra bazı şeyleri değiştirebilirsin gibi ve zamanla hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini anlıyorsun. Hayal kırıklıkları da o zaman başlıyor.

Bakıyorsun ki hayat hızla akıp gidiyor ve artık hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini anlıyorsun, her şeyi olduğu gibi kabul edip teslimiyete ulaşıyorsun.  Akıntıya kürek çekmeyi bırakıp, akışa bırakıyorsun kendini ve kabullenme geliyor arkasından… Yapabilirsen. Zor ama mümkün.

Tuba Hatem Toplum tarafından kabul görmek vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Meslek hayatımızda ve toplum ilişkilerimizde devam edebilmek için onaylanma ihtiyacımız vardır. Bazı hareketleri sevmediğimiz halde onaylanmak adına model alarak kendiliğinden yaparız. İnsan olmanın gereğidir bu tavırlar.

İş yerlerinde yaptığımız model tavırları mesleki adım olarak düşünüyorum. Zira seçtiğimiz gruplar değiller, orada mesleki grup olarak devam edebilmek için grupça hareket etmek gerekir. Kabul görmek değil de grupça hareket etmek diye düşünüyorum.

Ama gelelim sosyal hayatımıza; arkadaşlarımızla iletişimimizde kabul görmek adına olmadığımız biri gibi davranmaya çalışıyor muyuz? İnsan olarak hepimizin onaylanma ihtiyacı vardır.

Kişilik olarak aynı olmadığımız için her birimiz farklı hissederiz-yaşarız bunu. Başkalarının hakkımızda ne düşündüğü her zaman çok önemli oluyor mu bizim için? Sadece sevilmek için yaptığımız şeyler var mı? Daha popüler olmaya mı çalışıyoruz? Yoksa olabildiğince kendimiz miyiz?

Kabul görmek için yapabileceğimiz şey nedir? Ne kadardır daha doğrusu? Arkadaş grubundan onay almaya çalışmak için amaçlarımızdan uzaklaşabilir miyiz? Gerçi herkes bir şekilde kendisi seçer arkadaş grubunu.

Ya sevgililerimiz. Ben erkek arkadaşımdan kabul görmek için değişmeye çalışmadım hiç bir zaman. Arkadaşlarımla uyumlu olmaya çalışmışımdır bazen. Ama orada da kendim olmak mutlu etmiştir beni. Sevgililer hayatımın duygusal tarafı. Duygular yaşanırken onay almaya çalışmak benim kişiliğime aykırı.

Beni kendim olduğum için sevmeli. Ben ne kadar onunlaysam o kadar yanımda olmalı. Tabi ki o mutlu olsun, bir şeyleri değiştirebilirim. Onun için bir şeyleri düşünürüm. Ama olmadığım biri gibi olursam onun sevgisini de istemem zaten… Gerçek gelmez bana o zaman yaşananlar.

Gerçeği arıyor olmak belki de kişilik özelliğidir. Ama ben öyle olmasını seviyorum. Gerçek olmalı sevdiğim insan. Doğal olmalı her ne söylüyorsa. Belki de o yüzden insanlar anlamıyorlar bazen beni. Aslında anlıyorlar da yanlış anlıyorlar!

Bazı ilişkilerde şunu görüyorum, taraflardan biri ilişki devam etsin diye sürekli alttan alıyor, sürekli kendinden veriyor, susuyor, diğerini mutlu ediyor. Peki ya kendisi? Nasıl yaşanmış oluyor o ilişki? O mutlu olamıyor, o aslında devamlı susuyor, devamlı dinliyor, bekliyor. Beni sevsin diye bekliyor.

Bir insan benim için ne kadar önemliyse o kadar irdeliyorum onu, o kadar soruyorum ona? Yanında olabilmek için farklı davranmak, bana göre sevmek değil, güçsüzlük sadece. Seviyorsam eğer ona gitme fırsatı da veririm ki seçimini o yapsın. İstemiyorsa kalmasın artık, dinlemesin beni. Sadece ben istiyorum diye yaptığı şeyler de hoşuma gider. Ama ben onu görmek isterim.

Onun kişiliğini, duruşunu. Beni onayladığı için olmadım kimsenin yanında. Ben de sevdiğim için onaylanmayı beklemedim. Belki de insanların arayışları farklıdır. Yanında güçlü birini isteyen sürekli onaylanmayı beklemez. Sesler farklı olsa da devam edebilir insanlar.  Zaten o değil midir? Yanında olmayı istemek. Neden biter ki ilişkiler duygu varsa? Ya baştan eksiktir bir şeyler akılda? Ki genelde öyle olur, yüzeyselse mevzular uzun uzadıya devam edemez. Ya da bir taraf yoğundur, hep verir verir. Sonunda sıkılır ve kaçar aslında olmayan o şeyden.

Ben mutlu değilsem kim mutlu olabilir ki yanımda?


Sevdiğim insanlar için, sevmediğim şeyleri de yaparım. Onları da mutlu etmeye çalışırım, ama ben olmaktan uzaklaşırsam bir gün vazgeçerim. Ben mutlu değilsem kim mutlu olabilir ki yanımda? Bana yetmez ki sürekli beni onaylamaya çalışan insanlar. Demokrasideki sesler gibi insanlar değişiktir. Herkes sesini duyurmalı, biraz oradan biraz buradan. Tonlar da renkler de farklıdır zaten. Farklıyken yan yana olabiliyorsak işte o zaman bir ahenk olur. Mozaikler nasıl bütün bir tablo olabiliyorsa… O zaman içtenlik varsa her şey olur diyoruz; dostlarla da, dünyayla da.

Yaşam olduğu sürece umut vardır


Murat Tali
1971 yılında İstanbul’da doğdum. Doğduğum günden beri AŞK’ın ve sözcüklerin peşinde koşturmakta ve hayatın anlamını kendime anlatmaya çalışmaktayım. Okul yıllarında kopartılan sayfalara kazınan şiirler ve denemeler ile kendimi en iyi, yazarak ifade edebildiğimi ve anlatabildiğimi fark ettim...