Kalp ve kanserden ölümler tarih olacak!

Yakın gelecekte milyonlarca insanın yaşamını yitirmesine sebep olan kalp-damar hastalıkları ve kanser, insanların korkulu rüyası olmaktan çıkıyor.

Kalp ve kanserden ölümler tarih olacak!

Tıp dünyasındaki gelişmeler yüzümüzü güldürüyor. Sunday Times gazetesinde yayınlanan bir haberde 8 yıl sonra 65 yaşın altında hiç kimse kalp ve damar hastalıklarından yaşamını yitirmeyecek. Yapılan açıklamalara göre Kanser tedavisinde de olumlu gelişmeler söz konusu. Tedavi için geliştirilecek olan 100 farklı aşının da kanserli hastaların iyileşmesinde çok etkili olacağı vurgulanıyor.

Kalp ve Kanserden Ölümler Tarih Olacak!


Bilim adamlarına göre yeni nesiller kanser ve kalp-damar hastalıklarından habersiz olacaklar. Bunun sebebini de tıptaki yeni buluşlara ve düşen ölüm oranlarına bağlıyorlar. Eğer çalışmalar istenildiği gibi giderse, 8 yıl sonra şu anda 65 yaşın altında olan hiç kimse, kalbe bağlı bir hastalık sebebiyle yaşamını yitirmeyecek.

Araştırmalara göre erkek ve kadınlarda koroner kalp yetmezliğinden ölüm oranları 1990 yılına göre yarıya yarıya düştü. Doktorlar, 2013 yılında ölüm sayısının sıfıra düşeceğini söylüyorlar. Bu umut verici gelişmeler içinde doktorlar, spor yapmanın, doğru beslenmenin ve olumlu düşünmenin faydalı olacağını söylüyorlar.

Doktorlara göre tıpta yeni bir devrim yaşanmasına çok az kaldı. Kalp hastalıklarından Alzheimer’a kadar bir çok hastalık tarihe karışacak Uzmanlar, Gen Terapileri’nin, Kök Hücre teknolojisinin, her insanın DNA’sına özel ilaçlar geliştirerek hastalıkla savaşta kullanılacak en önemli silahlardan biri olacağına dair vurgu yapıyorlar.

Kanser hastalıklarının tedavisinde de olumlu gelişmeler söz konusu. İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre, 75 yaşın altında olan insaların kanserden ölüm oranı 1995 yılından bu güne kadar %10 azalmış. DNA haritasının çıkarılması ile birlikte, “Kök Hücre” çalışmaları ve yeni aşıların geliştirilmesi, kalp ve kanser hastalıklarıyla savaşta önemli adımların atılmasını sağlıyor.

Bu gelişmeler karşısında Türkiye Kanserle Savaş Vakfı Başhekimi Doç. Dr. Metin Aran ile bir röportaj yaptık. Bu hastalıkla ile ilgili sorularımızı ve tıp dünyasındaki son gelişmeleri kendisine sorduk.

Röportaj: Gülşen Kaş

Kanser neye bağlı olarak gelişebilir?

Doç. Dr. Metin Aran: Kanserin kesin nedeni bilinmiyor. Neden olabileceği izlenimi veren bazı gözlemler var. Bu gözlemlere göre, kanser olasılığını arttıran faktörlere risk (tehlike) faktörleri deniliyor. Ancak, yüksek riske sahip olanların mutlaka kanser olacakları ya da düşük riskli olanların kanser olmayacakları gibi bir gerçek yok. Gerek insan toplulukları gerekse laboratuar araştırmaları ile kanser yapabilir oldukları gösterilmiş faktörler “kabul edilebilir” risk faktörleridir.

Kanser oluşturduğu düşünülen fakat kanserle bağlantısı kanıtlanmamış olanlar “şüpheli” risk faktörleridir. Faktörler kişisel veya çevresel olabilir. Bu ayırımın kişisel olanları “korunulamaz” risk faktörleri, çevresel olanları “korunabilir” risk faktörleridir. İnsanlar hücrelerinin yapısı ve çalışmasını etkileyen kişisel risk faktörlerini kontrol edebilme yeteneğine sahip değildir. Örneğin yaşa bağlı risk faktörlerinden korunamazlar.

Fakat davranışları ve çevre faktörlerini kontrol edebilmeleri için geniş olanakları vardır ve bu grup risk faktörlerinden korunabilirler. Bu önemlidir, çünkü tüm kanserlerin %80 kadarının yaşam şekli ve çevresel risk faktörleri ile ilgili olduklarını gösteren gerçekler vardır. Bugünkü görüşlere göre önde gelen risk faktörleri yaş ve zaman, ailesel miras, beslenme şekli, alkol, güneş ışığı, kimyasal maddeler, alkol, virüsler ve bazı hormonlardır.

Kanserin belirtileri nelerdir?

Doç. Dr. Metin Aran: Temelde kanser belirtileri olarak bir genelleme yapılamaz. Çünkü insan vücudunda kaç tip hücre ve ne kadar doku ya da organ varsa o kadar çeşitli kanser tipleri ve kendilerine özgü belirtileri vardır. Ancak, kanser için aşağıda sıralandığı şekilde bütün ülkelerce kabul edilmiş özel tehlike işaretlerinin, diğer bir deyimle kanserin 7 habercisinin, önemi vardır. Bu belirtilerden herhangi birisinin varlığında kişiler bir doktora müracaat etmelidir. Çok defa teşhis kanser olmayabilir fakat bir kanser teşhis edilirse, erken teşhis ve tedavi, sıklıkla, şifa veya uzamış yaşam süresi için yüksek şanstır.

  • Bağırsak, mesane alışkanlıkları değişiklikleri,
  • İyileşmeyen yaralar,
  • Zamansız kanama ve akıntı,
  • Meme veya başka yerde sertlik,
  • Hazımsızlık, yutma güçlüğü,
  • Benler veya bir siğilin belirgin değişikliği,
  • Hırıltılı öksürük, ses kısıklığı.

Ne kadar önce erken teşhis yapılırsa hayat kurtarılabilir?

Doç. Dr. Metin Aran: Her kanser tipi ayrı özellikler göstermekle beraber, genelde kanser hastalığının gidişini dört klasik evreye ayırırız. Kanser, birinci evrede başladığı yerde sınırlı kalmış çevre ve ortama geçmemiştir; ikinci evrede başladığı ortamdan etrafındaki dokulara ve çıktığı yörenin lenf yollarına doğru genişlemiştir; üçüncü evrede bölgesel dokulara ve lenf bezlerine tam yayılım vardır; dördüncü evrede kan ve lenf yoluyla diğer dokular ve organlara giderek metastaz denilen olay gelişmiştir. Birinci evrede tanısı konulan kanserlerde tam şifa sağlanabilir. Evreler ilerledikçe tedavideki başarı oranları düşmektedir.

Tıptaki gelişmeler kanser tedavisinde ne kadar etkili?

Doç. Dr. Metin Aran: Kanserin nedenlerine yönelik araştırmalar, korunmada ve tanı yöntemlerinde ilerlemeler erken tanıda ve yeni buluşlar ve uygulamalar, tedavide etkili olarak kanseri beraber yaşanır kronik bir hastalık durumuna getirdiği gibi, kanserden ölüm oranlarını da düşürmüştür. Bunun en güzel örneklerinden bir tanesi kadın meme kanserindeki görüntülerdir. Bu kanserde taramalar ve mamografilerle erken tanı konulan hasta sayısı arttığı gibi, tedavilerdeki ilerlemeler de ölüm oranlarını düşürdüğü için, bugün kanseri ile yaşayan hasta sayısı artmıştır.

Son zamanlarda yapılan başarılı buluşlar hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Doç. Dr. Metin Aran: Kadın meme kanseri, taramalar ve mamografilerle erken tanı konulan hasta sayısı arttığı gibi, tedavilerdeki ilerlemeler de ölüm oranlarını düşürdüğü için, bugün kanseri ile yaşayan hasta sayısı artmıştır. Testis kanserindeki başarı ise son yıllarda uygulamaya giren kanser kemoterapisi ilaçlarının ortaya koyduğu başarıdır. Kanser aşısındaki çıkış noktası insandaki normal savunma sistemidir.

Temelde bağışıklık (immün) sistemi olarak adlandırılan savunma sisteminde bazı hücreler ve salgılanan bir grup maddeler, kişiye yönelik dış ve iç tehlikelerin uyarısında, savunma işlemini başlatır ve tehlikeyi ortadan kaldırırlar. Kanser hücresinin de bir tehlike olmasına rağmen, bu sistemin beklenen şekilde çalışmadığı dikkate alınarak gönüllü kişilerden veya hastanın kendisinden alınan savunma hücrelerinden bir seri işlemlerden sonra hazırlanan aşı bu sistemi uyarma amacı ile hastaya uygulanmaktadır.

Size göre bu aşılar ne kadar etkili olacak?

Doç. Dr. Metin Aran: Aşı ve anti-serumun enfeksiyon hastalıklarında başarısı kuşkusuzdur. Ancak, enfeksiyon nedeni olan mikroplar ya da salgıladıkları maddelerin yapısı bir gen kadar komplike olmadığı için başarı sağlanmıştır. Kanserde aşı tedavisi için deneyimlerin artması gerekir.

Doğru beslenerek kanser riski azaltılabilir mi? Doğru beslenerek riski ne kadar düşürebiliriz?

Doç. Dr. Metin Aran: Evet. Çalışmalar bazı besinler ve beslenme şekillerinin kanser için risk faktörü olabileceklerini ima etmektedir. Yağlı beslenme ve şişmanlık meme ve kalın bağırsak kanserleri için; yüksek kalorili gıdalar meme, rahim, prostat ve kalın barsak kanserleri için; kırmızı et ağız, boğaz, yemek borusu ve karaciğer kanserleri için; füme etler bağırsak kanserleri için yüksek risk faktörleri olarak belirtilmektedir. Sebze ve meyvelerle beslenen ve bu suretle yüksek düzeyde lifli gıdalar alan toplumlarda sindirim sistemi kanserleri hemen hiç görülmezken, diğer toplumlarda bu kanserlerin riski yüksektir.

Vitamin E ve C, beta-karoten, bazı sebze ve tahıllar (karnabahar, lahana, brokoli, soya, lima ve fasulye) meyveler, diğer bir deyimle liften zengin besinler, çinko, kalsiyum, selenyum, içerdikleri maddeler nedeniyle soğan, sarımsak, kırmızı şarap ve çay kanser için koruyucu olabilirler.

Muhakkak ki, yaşam şeklini her zaman değiştirmek kolay değildir, fakat kanserden korunma amacı ile bazı şeylere dikkat edilebilir. Kişi şişman ise fazla kilolar verilebilir, az yağlı az kalorili besinler yenilebilir, lifli yiyeceklerin miktarı arttırılabilir, vitaminler normal yollardan alınabilir. Ancak herhangi bir nedenle kuvvetli bir yemek yenirse, bunu da sorun etmemek, ancak bunu alışkanlık durumuna getirmemek gerekir.


İyi ayarlanmış, uygun seçilmiş ve devamlılık gösteren bir beslenmenin kanser riskini azalttığı unutulmamalıdır. Örneğin gençlerin ve çocukların çok defa tercih ettikleri burgerler dikkate alınırsa, en hafif burgerde bile %70 oranında yağ olduğu gibi, rafine olmayan unla yapılmış ekmeği yeme şansı da kaybedilmektedir. Ayrıca, ızgarada pişirilen burgerlerin dış yüzlerinde yanmış kömür-katran benzeri maddeler oluşarak kanser yapıcı risk taşırlar. Buna eklenen kolalı içkiler ise on-küp şekere bedeldir.

Yapılan araştırmalara göre yetişkin insanların kemik iliğinden elde edilen kök hücreler, embriyodan elde edilen kök hücrelerin yerini alacak. Bu uygulama kanser tedavisinde ne kadar etkili olacak?

Doç. Dr. Metin Aran: Kök hücreler direkt olarak tedavi edici değildir. Yüksek dozlu kemoterapilerde destek sağlarlar. Her yeni buluştaki gibi, başlangıçtaki heyecanlı yerini bugün daha anlamlı ve uygun uygulamalara bırakmıştır.

Bir yıl içinde yapılan bilimsel buluşlar son beş yıl içinde yapılan buluşlardan daha fazla, sizce bunun sebebi ne olabilir?

Doç. Dr. Metin Aran: Yukarıda belirttiğimiz gibi hücresel moleküler biyoloji ve nükleer teknolojideki ilerlemeler bunun önde gelen nedenleridir. Bu suretle hücrenin gen yapısına kadar inerek birçok olayı çözümlemek olanağı sağlanmıştır.

Vakfınızın bu konudaki çalışmaları nelerdir?

Doç. Dr. Metin Aran: Türkiye Kanserle Savaş Vakfı, yönetmeliğinde belirtildiği şekilde ülkedeki kanser savaşına eğitim ve destek katkılarında bulunmaktadır. Vakfın bu grup faaliyetlerinden olarak 1988 yılından bu yana Onkoloji Tedavi Merkezi gerek vakfın yönetmeliğine uygun gerek güncel düzeyde onkoloji tedavi hizmetine başlamış, 2005 yılında Tanı Hizmeti de eklenmiştir.

Onkoloji Merkezi uluslararası düzeydeki birçok araştırmalara katıldığı gibi topluma yönelik tanı ve tedavi hizmetlerinde güncel olanakları sağladığı gibi, aydınlatma ve taramalar da yapmaktadır. Örneğin, 2005 yılı ilk üç ayında kadın meme taramasında 5 erken meme kanseri saptanmıştır.

Türkiye Kanserle Savaş Vakfı Gönüllü bir kuruluş olarak 1977 yılında çalışmalarına başlayan Türkiye Kanserle Savaş Vakfı, gerek kendi olanakları gerekse bağışlar ile gelişerek 1988 yılında İstanbul Levent’te modern bir “Onkoloji Tedavi Merkezi” haline geldi. Bu sene vakıf bünyesinde uzman hekim kadrosu, yenilenmiş binası ve son teknoloji ürün ekipmanları ile Erken Tanı Merkezi hizemete açıldı.

Tıptaki son gelişmeler: Gen Tedavisi

Doç. Dr. Metin Aran: 

Ekonomik yatırımları sınırlı olmayan ve bu nedenle iyi organize edilmiş merkezlerde yeni çalışmalar yapılmaktadır. Ancak, bu araştırmalarda tüm dünyadaki ilgili kuruluş ve kişilerin katkıları vardır. Bir merkezden yönetilen araştırmalara tüm dünyadaki birçok kişi ve kuruluş gibi ülkemizden de aynı katılımlar yapılmaktadır.

Son yirmi beş yılda hücrelerin mikroskopik yapısına kadar inen moleküler biyoloji ve nükleer teknoloji, kanser nedeni araştırmalarını ve erken tanı olanaklarını ileri düzeyde ilerlettiği gibi, kanserin klasik tedavi yöntemleri ve destek tedavilerindeki ilerlemeler de tedavi sonuçlarını daha başarılı ve yaşamın daha kaliteli olmasını sağlanmıştır. Bunların önde gelenlerini aşağıdaki şekilde belirtebiliriz:

Kromozomlara yerleşmiş ve sağlıklı yaşamı yönelten genlerin normalden sapmalarının sağlıklı yaşamın düzenini bozarak kanser de dahil olmak üzere birçok hastalığın nedeni olduğu ortaya konulduktan sonra, basit anlamda, hastalıklı genin değiştirilmesi olarak adlandırabileceğimiz gen tedavileri gündeme gelmiştir. Gen tedavisinin temelinde “hastalık yapan geni, olayı normale döndürecek gen ile değiştirmek” görüşü yatmaktadır.

Tedavi edici genetik madde, doğrudan veya önceden laboratuarda hazırlanarak hastaya iki yolla verilebilir. Doğrudan uygulamalarda içine kodlayıcı bir gen yerleştirilmiş bakteri kökenli DNA enjeksiyonu kullanılmaktadır. Bugüne kadar yapılan gen tedavilerinde ise, sıklıkla, genetik madde, laboratuarda hazırlanarak bir aşı gibi uygulanmıştır. Bu nedenle, gelecekte gen tedavisini geliştirebilmek için hastalıkların genetik temelinin çok iyi bilinmesi gerekir.

Ancak, gen tedavisinde her zaman uygun sonuçlar alınamadığı da bir gerçektir. Doğrudan uygulamalarda madde, hücrelere girebilir fakat direkt olarak gen kitlesi içine geçemez ya da savunma sistemi tarafından etkisiz duruma getirilebilir. Aşı tipindeki uygulamalarda ise, bir gen yeni oluşumda zararlı olabilir, başka bir geni tahrip edebilir, hatta yeni kanser hücrelerine neden olabilir.

Esasında gen tedavisinde girişimin yapılacağı yer hücre çekirdeği içindeki ağ olmalıdır. Böylece kalıtsal hastalık tümüyle ortadan kaldırılacaktır. Bu uygulama açısından mümkün görülmekle beraber, etik yönden tartışılmakta ve birçok ülkede yasal engel bulunmaktadır.

İnsanda hücre yenilenmesi için gerekli ve apoptozis olarak adlandırılan “programlanmış hücre ölümü” olmaktadır. Hücre yenilemesini amaçlayan bu kaçınılmaz biyolojik ölüm kanser hücrelerinde görülmediği için çalışmaların bir bölümü kanser hücrelerinde apoptoz uyarılmasına yöneltilmiştir.

Tüm hücrelerde olduğu gibi tümör hücrelerinin solunumları ve beslenmeleri için kan damarları gerekir. Bu nedenle, dilimizde karşılığı (yeni damar oluşumu) olarak açıklanabilecek angionez tümörlerin büyümesi ve metastazlarının oluşabilmesini sağlar. Bu nedenle, angioneziz inhibitörlerinin (yeni damar oluşumunu önleyicilerin) yeni tedavi yöntemleri içerisine girmesi gündemdedir.

Hücre biyolojisindeki ilerlemeler “moleküler hedeflere vuruş” modelinin gelişmesini sağlamıştır. Bu modelin amacı, normal hücreleri etkilemeden, kanser hücreleri üzerinde seçilmiş hedeflere yöneltilen ilaçlarla bu hücrelerin öldürülmelerinin sağlanmasıdır. Özellikle iki grup ilaçta bir hayli yol alınmıştır.

a) Monoklonal antikorlar: Bu grup ilaçların geliştirilmesi düşüncesinin temelini insanın yabancısı olduğu etkenlere karşı harekete geçirdiği bağışıklık mekanizması oluşturur. Bağışıklık kapsamında yabancı etkenlere karşı üretilen antikorlar (savunma maddeleri) da bulunmaktadır. Bu savunma maddeleri yabancı etkenlere bağlanarak etkenliklerini ortadan kaldırırlar.

Örneğin mikrobik hastalıklarda mikropların etken maddelerinin ortadan kaldırılması, organ nakillerinde önlem alınmadığı takdirde nakledilen organların reddi bu yolla olmaktadır. Fakat enteresan olan, bağışıklık sisteminin kanser hücrelerini “yabancı” kabul etmemesidir. Bu nedenle kanser hücrelerine karşı laboratuarda hazırlanmış özel antikorlar, monoklonal antikorlar tedavide uygulanmaktadır.

Monoklonal antikorlar, kanser hücrelerinin yüzeyinde reseptörlere (alıcılar, kabul ediciler) bağlanırlar. Reseptörler normal hücrelerde maddeleri bağladıktan sonra hücre zarının iç yüzündeki bazı enzimleri uyararak gerekli bilgiyi bu yolla hücre içindeki kromozomlara yerleşmiş genlere gönderirler. Monoklonal antikorlarla bağlanan reseptörler çalışamaz, böylece hücre içerisinde yaşam için gerekli bir seri işlem yapılamaz ve hücre ölür.

 b) Küçük moleküller ya da akıllı moleküller: Bu ilaçlar hücre zarı içerisindeki bazı enzimleri bloke ederek iletiye engel olurlar.

Sağlık Haberleri: Gülşen Kaş Haber / Ekim 2005 


Sağlık Editörü / İSTANBUL

‘Kalp’ hastalığı kadınlarda her zaman sinyal vermiyor