Türkiye’nin ilk kadın orkestrası: Tuğçe Renda ile Simli bir söyleşi

2010 Altın Güvercin Beste Yarışması finalistlerinden… Aynı zamanda akademisyen. Kemanına aşık. Müziği yapmıyor, yaşıyor! İlk solo albümü ‘Sim’ ile bu yaşanırlığı ölümsüzleştirdi. Albümdeki tüm eserler kendisine ait.

Tuğçe Renda

Dahası, tamamı kadınlardan oluşan Türkiye’nin ilk kadın orkestrasını kurdular ve yollarına harika bir birliktelik ve sevgiyle devam ediyorlar. Sıra dışı hikayenin peşinde! Öz diyarlarında bir kâşif: Tuğçe Renda. Samimi ve yürekten bir söyleşi ile konuğumuz oldu.

Röportaj: Tuğçe Renda

Albümün ismiyle başlamak istiyorum. Neden ‘Sim’?


“Tuğçece” mesajlar var Sim’in her karesinde.

Sim’e iki anlam yükledim. Öncelikle simyadan geliyor. Değersiz madenlerin altına dönüştüğüne inanılan simya gibi, şarkılarım da bendeyken değersiz ve dinleyenlere ulaştığında altına dönüşecek. Müziğimin simyası olacaktı bu albüm.

Ve diğer anlamı ise parlasın, parlatsın dokunduğu her şeyi istememdi. İç dünyamda ise muazzam anlam yüklü bir kelime… Nasıl ifade edilir bilmiyorum; bir dönüşüm, kendinden doğmak, parlamak, parlatmak, yansıtmak, ışık saçmak müziğimle.

Benim beste yapmam, söz yazmam, albüm yapmam, kendimdeki bu yaratıcılığı keşfetmem öyle büyük bir mucize ki; ‘Sim’ bunu anlatabilecek tek isim bana göre. Albümün her zerresinde kendimce gizlediğim mesajlar var zaten Sim‘i anlatmak için.

Örneğin albümün ön ve arka kapağındaki fotoğraflarda gözlerim kapalı ve yüzüm var yakın planda… Bu bir öze dönüş anlamı taşıyor. İç kapak resimleriyse gözlerim açık yine yakın plan yüz fotoğrafları. Hiç boy fotoğraf kullanmadık çünkü bedene değil, gözlerden içerisine bakılmasını istedim.

Şarkı sözleri yan yana yazıyor ve bir cümle aslında ve yine dünya algısının yüzeyselliğini ifade ediyor… Daha pek çok “Tuğçece” mesajlar var Sim‘in her karesinde. Belki çıkış için popüler kültürün tüketebileceği bir şeye dikkat çekmek yerine bu kadar yüksek algı gerektiren öğeler kullanmak tehlikeli ama basamaklar çıkılmalı, aynı yerde durmanın ya da aşağı doğru inmenin varoluşça bir anlamı yok…

Türkiye’nin ilk kadın orkestrası ile dikkatleri üzerinize çektiniz. Böyle bir grupta nasıl bir enerji yakaladınız?

 Tam olarak istediğim enerjiyi yakaladım. Dişiliğin gerçek anlamını bilen kadınlarla müziğimi seslendirmek istiyordum. Doğru istemişim demek ki birkaç günde sıkıntısızca oluşan orkestram, görünmez bağlarla bağlı. Birbirimize ciddi bir düşkünlüğümüz var çünkü herkes bunun sadece bir müzik işi olmadığının ve madde ötesi bir birleşme olduğunun farkında. Olağanüstü kadınlarla birlikteyim ve eğer birinin işi varsa yerine idare edecek birileri olsa bile o konseri iptal ediyorum. Çünkü ancak birlikte olursak amaçlanan enerji ve müzikal tınının oluşacağına inanıyorum.

Müziğimde ve sahnemde doğru kadın ruhu, enerjisi ve gücü olmazsa Allah’ın verdiği bu yaratıcılığa yanlış aracılık etmiş olurum.

Grup üyelerinden biraz bahsetseniz...

Bildiğim kadarıyla Türkiye’nin tek kadın davulcusuyla çalışıyorum; Çisem Çolak. Yetenekli bir kadın olmasının ötesinde tanıdığım en ahlaklı ve doğru insanlardan birisi. Bana öğretiyor, beni geliştiriyor. Klavyecim bir güzellik sembolü: Arya Duru. Bu güzellik her anlamda.

Bir insanın bu kadar fazla nitelikle donatılmış olması çok ender bir durum bana göre. Bir kadında daha sağlam bir duruş bilmiyorum. Elektro basçım yakında doçent olacak: Özlem Er. Ne derece başarılı düşünün! O bir dinginlik sembolü bana göre, dinleniyorum onunla, sakinleşiyorum, anlıyorum. Ve bunlardan biri bile eksik olsa o sahneye çıkmıyorum.

Birde vokallerim var; öğrencilerim onlar da, kendim yetiştirip sahne tecrübesi kazandırmak için bir fırsat oluşturmaya çalışıyorum onlara. Müziğimde ve sahnemde doğru kadın ruhu, enerjisi ve gücü olmazsa Allah’ın verdiği bu yaratıcılığa yanlış aracılık etmiş olurum. O zaman da tüm akış kesilir. Bu yüzden ben bu kadınlara mecburum!

İnsanlığın varoluşundan bu yana kadınların, milletlere mâl olan hikayeleri var. Genel bir bakışta, kadınların haksızlığa uğradığını düşünüyor musunuz?

Erkekleri biz doğurup büyütüyoruz.

Kadına ne kadar önem verdiğim herhalde anlaşılıyordur:) Çünkü yeryüzüne barış ancak kadınların unuttukları kadınlıklarını hatırlamalarıyla gelebilir.‘Kadın’ yeryüzünde bedenlenmenin kapısı olan rahme sahip muhteşem güçte özel bir varlıktır.

Ne yazık ki bu gücü toplumsal yaşanmışlıklar bize zamanla unutturdu. Eski uygarlıklar bunun bilincinde olduğu için pek çok kadın hikayesi var. Ancak ben kadınların haksızlığa uğradığını düşünmüyorum. Çünkü bu haksızlığı biz yarattık, ben kadına kızıyorum.

Yüzyıllarca önce sertleşen iklim koşullarıyla eve kapanıp, erkeği ava gönderen kadın zamanla erkeğin korunmasına muhtaç bir üreme insanı olmayı nasıl kabul etti bilmiyorum. Ancak gelinen durumda en büyük sorumluluk kadında. Erkekleri biz doğurup büyütüyoruz… Yanlışın büyüğü bizim. Gücümüzü ve bereketimizi unuttuk, muhtaç ve erkeğin hizmetinde bir kimliğe büründük.

Toplumların dengesi, huzursuzluk, ölümler ve her türlü negatif enerji dişil gücün zayıflamasıyla arttı. Ve eril enerjinin aktif, eylemsel yönü dengelenmediği için hırs, kin, öfke, nefret gibi duygular dünyanın merkezine oturmuş durumda. Bundan kurtulmanın tek yolu kadınların uyanışıdır. Ben önce kendimden başlayarak etrafımda tekamülü yüksek her kadına bunları hatırlatmaya çalışıyorum. Kendi üzerimde ciddi olarak çalışıyorum. Kadınlarla ilgili bir şeyler yapmam gerektiğini hep hissettim ve bildim. Müziğim de, orkestram da buna aracı olacak. Müziğimin, sesimin, sözlerimin bu misyona yardımcı bir frekansta olduğunu biliyorum. Mutlaka bir yerlere ulaşacak. Haklı olmalıyım ki şu anda İndigo Dergisi’ne röportaj veriyorum.

Geçmiş olduğum yollara bakınca aslında o yolların albüm yapmam için özenle döşendiğini gördüm!

Albümünüzdeki tüm eserlerin söz ve müzikleri size ait. Peki nasıl ortaya çıktı bunca eser? Yaşanmışlık mı, umut mu, aşk mı, gelecek mi, şimdi mi?


Evet hepsi bana ait ve hep böyle olacak. Şarkı yapamadığım gün albüm yapmayı da bırakacağım. Çünkü bir şeyler geldiği ve bunları iletmem gerektiğini düşündüğüm için albüm yapıyorum. Derdim şarkıcı olmak değil hiç de olmadı. Daha 3-5 yıl öncesine kadar tek bir şarkı yazmış bile değildim.

Bir gün piyanonun başında bir baktım sözler ve müzik sanki bildiğim bir şarkıyı çalıyormuşum gibi geliyor. İrkildim, geçmişime baktım, albümle ya da şarkı söylemekle ilgili tek bir hayal, istek ya da belirti yok. Ama geçmiş olduğum yollara bakınca aslında o yolların albüm yapmam için özenle döşendiğini gördüm! İlk aşkım (maalesef karşılıksızdı!) şarkıcıydı ve en büyük hayali albüm yapmaktı.

Bana çok tuhaf gelirdi neden böyle bir tutkusu olduğu, o derece konuya uzaktım. Ancak beste yapamıyor ya da söz yazamıyordu. Ben şiir yazdığım için söz yazmam konusunda ısrar ediyordu ama beceremiyordum! Hiç de umursamıyordum, çünkü benim bütün derdim kemancı olmaktı. Bir gün back vokale ihtiyacı oldu acil bir program için. Denedi iki satır beni ve şarkı söylememin imkansız olduğunu söyledi! Tabii bu anlattıklarım on yıl önceki hikaye, daha okul yıllarındaydım.

Umursamadım, unuttum gitti. Ta ki kendimi albüm için stüdyoya kayda girip ilk kez şarkı söylerken ve kendi şarkılarımı söylerken bulunca. Yollar önceden hazırlanmış, bana yürümesi kalmıştı. Şimdi tüm bu şarkılar nereden geliyor? Yaşanmışlık, geçmiş, gelecek.. Nereden geldiğini bilmiyorum sadece gelmesi için müsait bir ruhum olduğu için bana geldiğini biliyor, minnetle alıp insanlara iletmeye çalışıyorum.

Bir eser var: “Gizem” farklı bir enerjisi var…

Gizem’in farklı enerjisini algılamanız beni çok mutlu etti! Evet o şarkı benim içsel dönüşümümü anlatıyor aslında ama ben de bunu çok sonra fark ettim. Öz, ‘benim çığlık çığlığa buradayım duy beni’, gör beni diyormuş meğer de ben dünyada kayıp halde geziyormuşum.

O şarkı içimden çıkıp da karşısına geçip izleyince anladım durumu. Hikayesi de ilginç aslında. Klipte; rüyalarında yüzünü görmediği bir ressam gören ve peşinden gidip o ressamı bulduğunda yıllar önce yaşamış ve kendi portresini yapmış bir ressam olduğunu gören kadını anlatıyor. Aslında bunlar benim karmaşık rüyalarımın sonucu yapılmış bir şarkı. Bir geçmiş var ve yüküyle beraber salınıyor hayatımda. Gizem bunun sarsıntısıdır.

Reenkarnasyonu anlatır aslında. Aslı var mıdır? Bilmiyorum! Biliyorum da söylemek cesaret ister! Ben de şarkıyla ve klibiyle söyledim! Büyük bir riskti bu kadar sıra dışı bir soundla ve slow bir şarkıyla çıkmak. Bu şarkıya böyle bir klip çekeceğimi duyduğunda kendi kendimi baltalayan çıkışım için tüm ekibim kıyameti kopardı. Güçlü, hareketli üstelik Altın Güvercin finalisti olan “Tuzak” ideal çıkış parçasıydı.

Onunla adımı duyurmam mümkün olabilirdi ancak ama dinlemedim. İçim “Gizem’e” götürdü beni ve dedikleri gibi de oldu. Ama ben herkesin derdinde değilim, gücü yetenin peşindeyim! Gizem ulaşması gerekenleri seçip onların anlayabildiği bir mistik şifre gibi bana göre! Onu anlayan beni zaten dinler… Yaptığım müziğin zamanın daha ilerisinde olduğunun henüz vaktinin gelmediğini düşünüyorum. Şimdi sadece zamanın ilerisinde olanlar anlayacak ve zamanı geldiğinde de tam olarak anlaşılacak, o günü görür müyüm bilmiyorum..

Sanatçılar, enstrümanları ile duygusal bağ kurarlar (sanırım). Ne dersiniz? Keman ve siz…

Keman ve ben ruh eşiyiz.  O benim her şeyim, ötem. Aile, sevgili hiç bir şey ona olan duygularımı anlatamaz. Birlikteyken anda olabildiğim yegane şey. Bağımlı olduğum onsuz yaşayamam dediğim tek gerçek. Keman benim. Ben kemanım. O benim yaşama sebebim. Onun için 100 hayat daha tüketirim. Allah’a duyduğum aşka en yakın olgu kemanıma duyduğum aşk… Hatta bence ilahi aşkımın yeryüzünde ki en güçlü yansıması.

Karabük Üniversitesi’nde müzik bölümünde öğretim görevlisisiniz. Fakat müzikte hangi noktaya gelirseniz gelin öğrencilik bitmez sanırım. Hayatın içerisinde başka bir hayat, dünyada başka bir dünya müzik…

“Müzisyenler delidir'”. Hayır esas onlar akıllılar! Ruhları işliyor, akılları çalışıyor, yakıt, müzik bir kere.

Evet akademisyenim. Bu bir şartlanmışlık gibi. Bu kadar okuduysan bir parçan bu düzenden kopamıyor. Çaldığımı yazmalı, öğretmeli, aktarmalıyım ve hep daha fazlasını araştırmalıyım şartlanmışlığı peşini bırakmıyor. Çünkü 10 yaşından beri konservatuvarda çok ağır bir eğitim alıyorsunuz.

Sonra 2 master yapıyorsunuz. Duramıyorum bir şekilde! Ben sadece verilmiş yeteneği eğitebilecek kadar şanslı olanlardanım. Bu yüzden de şansımı şükürle minnetle eğitmeye çalışıyorum durmadan. Ama akademik hayat müzik üretimimi engellerse tercihim üretim olacaktır. Akademisyenliği ise bırakmam, ya yavaşlatır ya da askıya alırım. Ama vakti gelince ele alırım! Evet durmadan çalışıyorum, hayatımda kendimi bildim bileli başka hiçbir şey yok.

Müzik öyle bir konu ki; başı yok, sonu yok. Verilmiş bir yeteneği var. Bununla ne yapacağınız size kalmış. Ama eğer bir kez bununla yaşamaya karar verirseniz hayatınızı ve sizi ele geçiriyor. Ve ne ele geçiriş. Koşulsuz teslimiyet, nereye derse peşinden gidiyorsunuz. Ne isterse yapıyorsunuz..Neyi isterse feda ediyorsunuz. Eğer bu yeteneği doğru işlerseniz ki eğitim bu noktada önemli işte; algıyı açıyor, açtıkça açıyor ve sonra ortaya şöyle bir cümle çıkıyor “Müzisyenler delidir'”. Hayır esas onlar akıllılar! Ruhları işliyor, akılları çalışıyor, yakıt, müzik bir kere… Haydi yaşa yaşayabilirsen!

Eğer müzik bilgelikse ben bilge olduğumun farkında değilim.

Müzik, bilgelik gerektiriyor. Müzik, başlı başına bilgelik diye düşünüyorum… Ne dersiniz?

Müzik bilgelik mi? Ben bu soruyu cevaplayabilecek kadar bilge değilim! Yanıtı gerçekten de bilmiyorum. Bilgelik benim için çok büyük bir kelime… İçine giremem ama müzisyenim o zaman bilge olamadığımı düşünüyorsam ya müzik bilgelik değil ya da ben müzisyen değilim. Yok eğer müzik bilgelikse ben bilge olduğumun farkında değilim. Benim için müzik tam bir karın ağrısı. Canını sıkıyor, içini şişiriyor, çıkacak ya o bir kere dur durabilirsen. Ya kendini atarsın bir yerden ya da onu atarsın içinden… Ben ilkini yapamayacak kadar Allah’ı seviyorum o yüzden ikincisini yapmaya çalışıyorum! Atıyorum içimden… Müzik yapıyorum.. Ve şükrediyorum…

Bu keyifli söyleşi için teşekkür ederim Tuğçe Hanım. Dilerim yolunuz Sim’li olsun her daim… Eksik olmasın…


Ben de teşekkür ederim. Hayatımın en keyifli röportajı oldu İndigo Dergisi ile…

Özel Röportaj: Mustafa Ceceli