Çok uzaklara gitmedim aslında, bir komşuya gittim; Yunanistan’a… Başka bir ülkenin sokaklarında dolaşayım, her zamanki yerlerin ve şeylerin biraz dışına çıkayım ve yeni bir ülkeyi keşfedeyim diye gittiğim bu yerde, kendimi hiç yabancı gibi hissetmedim.
Kaleden, şehrin uçsuz bucaksız gibi gözüken turkuaz mavisi berrak, sakin denizini seyrederken ve “mavi düşlere” dalarken, “düşüncelerde” mavi bir yolculuğa çıkıyor insan.
Sonrasında, kaleden gördüğüm ve gözüme kestirdiğim sokakları keşfe karar verdim. Kalenin sağ tarafından yokuş aşağı inen yolda, tek katlı evler arasında yürüdüm. Bazen daralan bazen yokuş aşağı inen, kimi zaman bizim bildiğimiz evlere dönüşen, arada farklılaşan mimarisiyle şehrin sokaklarını keşfe daldım…
İnsan bazen her şeyden uzaklaşmalı ve gitmeli dedim bir önceki yazımda. Bana katılan da oldu, katılmayan da… İnsanın gerçek benliğine yaklaşmasında, ruhsal yolculuklarla fiziksel yolculukların birbirini etkilediğini düşünürüm her zaman. Hazır olan gidecekti, olmayan kalacaktı. Ben hazırdım ve yola çıktım. Zihin, kalbe hükmettiği sürece; kalp içinden geleni değil zihnin gevezeliklerini dinlemek zorunda kalıyordu, biz izin verdiğimiz için. Kısmen de olsa zihnim ‘ama’ larıyla devreye girse de, bu tartışmayı kalbim kazandı ve ben her şeyi ayarlayıp, gitmek üzere yola koyuldum.
Çok uzaklara gitmedim aslında, bir komşuya gittim; Yunanistan’a… Başka bir ülkenin sokaklarında dolaşayım, her zamanki yerlerin ve şeylerin biraz dışına çıkayım ve yeni bir ülkeyi keşfedeyim diye gittiğim bu yerde, kendimi hiç yabancı gibi hissetmedim. Çünkü her şey o kadar tanıdıktı ki!
Zaman zaman politik ve benzeri sebeplerle birbirimizden uzaklaştırılmaya çalışılsa da, o kadar birbirimize benziyoruz ki düşünce, yemekler ve yaşam açısından. … Sadece kültürel olarak değil sima olarak da birbirimize çok benziyoruz. Dilimizde birçok ortak kelime var ve bu yüzden aynı dili konuşmasak da, anlaşmak hiç de zor değil. Bana göre anlaşmaya karar vermişse insanlar, zaten anlaşmamak mümkün değil.
Yunanistan gezimin ilk durağı Kavala oluyor…
Kavala
Kavala, küçük ve şirin bir sahil kasabası… Nüfusu yetmiş bin. Kimsenin acelesinin olmadığı, sakin, huzurlu ve tatlı bir yer burası. Belki bu tatlılığı, biraz da kurabiyesiyle ünlü olmasından kaynaklanıyordur… İstanbul, Kavala’ya oldukça yakın. O kadar yakın ki, şehrin içinde İstanbul’un 460 km olduğunu gösteren bir tabela dahi var.
Kavala’nın bugünkü en belirgin mimarisini kale ve Osmanlı zamanından kalma su kemeri oluşturuyor. Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan ve şehri neredeyse baştan başa saran tarihi su kemeri, ilk göze çarpan eserlerden birisi. Büyük su kemerine ek olarak şehrin tepesinde bulunan kale, birçok açıdan görüş noktanıza girerek “ben buradayım” dercesine insana adeta sürekli göz kırpıyor.
Kavala, Osmanlı döneminde Balkanlar’ın en önemli merkezlerinden biriydi. Kanuni zamanında şehir, Akdeniz’deki donanma için üs görevini görmüştür. Burası, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın da doğduğu yer.
Kanuni Sultan Süleyman demişken, Yunanistan’da büyük bir kesim Muhteşem Yüzyıl dizisini izliyor. Özellikle bayanlar, akşam dizi saati geldiğinde her şeyi bırakarak; diziyi izlemeye koyuluyor. Yunanistan’da şu sıralar Muhteşem Yüzyıl’ın yanı sıra Ezel ve Sıla dizileri de gösteriliyor.
Kale dışında, Kanuni’nin damadı olan Sadrazam İbrahim Paşa (Pargalı İbrahim) tarafından yaptırılan eski adıyla Maktul İbrahim Paşa, yeni adıyla Agios Nikolaos Kilisesi’de görülmesi gereken yerlerden birisidir.
Arkadaşımın evinde misafir olarak kalırken ve annesinin yaptığı güzel yemekleri yerken kendimi hep “evde” gibi hissettim. Yemekleri yerken sık sık: “A, bu bizim içli pilav” onların yuvarlaki dedikleri çorbayı içerken: “Bu, bizim İzmir köfteye benziyor.” gibi yorumları sık sık yaptım. Türk Kahvesi, orada Yunan Kahvesi olarak çıkıyor karşınıza, simit koulouri olarak… İsminin ne olduğunun aslında hiç önemi yok, hepsi tanıdık ve paylaştığımız ortak lezzetlerimiz. Bana göre, her şey paylaşıldıkça çoğalır ve anlam kazanır yaşamda.
Noel sabahı Yunanistan’daydım. Noel zamanı, gündüzleri sokaklar kalabalık değil. Akşam 8’den sonra kafeler ve barlar hareketlenmeye başlıyor. Gördüğüm kadarıyla, ekonomik kriz insanları eve hapsetmemiş. Yunanistan’da hayat, “olması gerektiği gibi” devam ediyor.
Diğer komşumuz olan Bulgaristan, Kavala’ya bir buçuk- iki saat uzaklıkta olduğu için kentte Bulgar turistleri sıkça görmek mümkün.
Bay Stathis ve Bir Yol Hikâyesi
İnsanların farklı yaşam hikâyelerini ve yolun, yaşamla buluşan hikâyelerini her zaman sevmişimdir. Bu yüzden gözümü ve kulağımı yol hikâyelerine her zaman açık tutarım.
Şehri yukarıdan, kuş bakışı görmek için kaleye doğru tırmanırken 80 yaşlarında bir beyin “χρόνια πολλά” (İyi yıllar) dilekleriyle selamlandık. Biz de bu selamı karşılıksız bırakmadık. Sonradan adının Stathis olduğunu öğrendiğimiz bu bey bizimle sohbete başladı. Bize, “nereye gidiyorsunuz? ” diye sordu. Ona, kaleye çıktığımızı söyledik. “Burada mı yaşıyorsunuz?” diye sordu. Arkadaşım: “Ben Kavala’da yaşıyorum ancak, arkadaşım Türk ve Türkiye’de yaşıyor.” dedi. Bay Stathis, birden bana dönerek; hiç beklemediğim kadar düzgün bir Türkçe ile sordu: “Türk müsün?” “Evet, Türk’üm.” diye cevapladım.
Bay Stathis, belki de çok uzun zamandır kullanmadığı ancak buna rağmen çok düzgün olan Türkçesi ile bana hikâyesini anlatmaya başladı. Mübadele döneminde ailesi Kavala’ya yerleşmiş. Ailesi Karadeniz’denmiş. Bay Stathis Yunanistan’da doğmuş. Ona: “Peki, nasıl bu kadar düzgün Türkçe ile konuşabiliyorsunuz?” diye sordum. Ailesi, evde hep Türkçe konuşurlarmış. Böyle öğrenmiş Türkçe’yi… Ben de Yunanca öğrenmeye çalışıyorum. “Şimdilik az biliyorum, geliştirmeye çaba gösteriyorum.” dediğimde; pek kullanmadığı halde, unutmadığı akıcı Türkçesi’nin sırrını benimle paylaştı: “Her gün, en az bir kelimeye bak ve onu öğren.” dedi. “Önerinizi aklımda tutacağım ve uygulayacağım.” dedim.
Ailesinin doğduğu ve büyüdüğü topraklara hiç gidememiş. Zaten uzun bir süre, iş sebebiyle gurbette Almanya’da yaşamış. Orada Almanca’yı da öğrenmiş mecburen. Bay Stathis, kendisi gibi ailesi Türkiye’den göçmüş bir kadınla evlenmiş, iki oğulları olmuş. Evlendikten beş yıl sonra, ne yazık ki eşini bir hastalık sonucu kaybetmiş. Bir daha da evlenmemiş. “Tek başıma yaşıyorum işte… İnsan ya erken evlenmeli ya da hiç evlenmemeli…” dedi laf arasında.
“Buyurun gelin Türkiye’ye ve ailenizin doğduğu toprakları görün” dedim. “Yaşlandım artık, nasıl gideyim?” dedi. Belki de ana vatanından başka bir ülkeye göçen birçok insan gibi ata topraklarının özlemine; anlatılan ya da yaşanan anıların ağırlığına dayanamayacağını düşünüyordu. Bu yüzden gitmeye cesaret edemeyen ya da gidip de kalmayı istemekten çekinen birçok insan gibi düşünüyor ve hissediyordu Bay Stathis’te, kim bilir?
Sonrasında Bay Stathis’e veda edip, yolumuza devam ettik…
Kavala Kalesi
Yukarıdan harika bir manzaraya ev sahipliği yapan kale, size geniş açıdan Kavala’yı kuş bakışı görme imkânı verir. Kale surlarındaki mazgallarla, merkezdeki yuvarlak kule kalenin mimarisini oluşturur. Kalenin büyük bir bölümü 15. yüzyılın ilk çeyreğinde, Bizans Akropolü’nün yıkıntıları üzerine inşa edilmiştir. Kalenin iç kısımlarında su deposu, cephanelik, kilerler ve muhafızların barınakları bulunur.
Geçmişte savunma amaçlı kullanılan kale, bugün ziyaretçilerine dinlenme ve gezinti imkânı sunar. Kale ayrıca çay bahçesine, açık hava tiyatrosuna, kültürel etkinliklere ve güzel bir manzaraya ev sahipliği yapmaktadır.
Kaleden, Kavala’nın uçsuz bucaksız gibi gözüken turkuaz mavisi berrak, sakin denizini seyrederken ve “mavi düşlere” dalarken, “düşüncelerde” mavi bir yolculuğa çıkıyor insan.
Sonrasında, kaleden gördüğüm ve gözüme kestirdiğim sokakları keşfe karar verdim. Kalenin sağ tarafından yokuş aşağı inen yolda, tek katlı evler arasında yürüdüm. Bazen daralan bazen yokuş aşağı inen, kimi zaman bizim bildiğimiz evlere dönüşen, arada farklılaşan mimarisiyle Kavala sokaklarını keşfe daldım. Tabeladan, Bizans Sokağı olduğunu gördüğüm sokakta küçük ve keyifli bir keşif gezintisi yaptım.
Bu sokağın sonu beni harika mimarisiyle Panagia Kilisesi’ne ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın müze olarak kullanılan evine götürdü. Müze o gün kapalıydı. Noel zamanı, resmi tatil olduğu için aslında birçok yer kapalıydı. Müze olarak kullanılan ev kapalı olduğu için biz de yolumuza devam ettik.
Devam edecek…