İnsanın bir kaderi var mıdır? Yok mudur?

İnsanın kaderi olabilir mi? Biz İnsanlar nerede kaybetmiştik kendimizi ve asıl kendimiz nerede başlıyordu? Kendimizi bulma arayışımızda bu önemli sorunun yanıtını evrimsel olarak geliştikçe, hep kendimize soracak olmakla birlikte yine de net bir cevap bulabileceğimiz şüpheli gözüküyor.

İnsanın bir kaderi var mıdır? Yok mudur?

Ta ki ruhsal olgunlaşmamızı tamamladığımızın ifadesi olan tekamül merdiveninin ilk basamağını çıkana kadar. Yanıtları bulabilmemiz ve bulduğumuz yanıtlardan memnun olmamız için daha çok fırın ekmek yememiz gerekiyor. Ömrümüzün yettiğince görebileceğimiz 21 Aralık gibi pek çok tarihler gelip geçecek, zamanın akışından.

Ne zaman ki anlayacağız ruhsal büyümemizin belirli tarihlerle ilgili olmadığını tarihlerin sadece sözleşilen kavşak noktaları olduğunu, bundan öteye yolumuza sessizce ve sadakatle yine yürümemiz gerektiğini ve değişimlerin büyümemizin işaretleri olduğunu kavrayacağız işte o zaman daha coşkulu daha tutkulu ilerleyeceğiz kendimizi bulmanın ince dar ve sonsuz yollarında.


Hani eski zamanlarda çocuklara masallar anlatırlarmış, hayatın gerçeklerini daha basit ve sevimli kılarak aktarmaya çalışırlarmış. Şimdilerde biz büyük çocuklara da ulaştığımız ruhsal tebliğlerde ve mistik öğretilerde bir takım masalları anlatıp duruyorlar. Aslında gerçekler çok daha derin, çok daha karmaşık, çok daha çetrefilliydi ve de halen de öyledir belki de.

Kim bilebilirdi ki küçükken anlatılan Keloğlan hikayelerindeki canavarların, tek dişi kalmış dünyayı türlü türlü yollarla kemiren ve çürüten gerçek canavarlar olduğunu ve canavarlar yarattığını, kim bilebilirdi ki sarayda yaşayan aksi kralların ve hak-yerlerin, şimdiki dünyanın kendilerini sahipleri sananlar olduğunu ve dünya insanını bir şekilde “kaderi” olduğuna inandırdığını ve türlü türlü modern kölelikleri yaratmakta olduğunu…

Bilemezdik. Çok küçüktük. Çünkü gerçeklere gözümüz kapalıydı. Uykudaydık…

Tıpkı şimdilerde insanoğlunun da kendisine televizyondan, gazetelerden, medyadan, sosyal paylaşım sitelerinden anlatılan masallara inanması gibi. Kendisine her anlatılana inanan çocuklardan daha vahim halimiz. Ya gerçekliği asla sorgulamıyoruz. Ya da sorgulanmasına izin verildiği kadarını sorguluyoruz.

Şimdi insan bir bilet alsa ve bir sinema salonuna girse ve filme dalıp gitse kaderinin “film” olduğunu düşünse ve inansa, kendine seyrettiği film, seyredenin kaderini yaratsa, insanın “kaderi” olmuş olur mu? O Ol’anın yarattığı ve Kendisine mümin kulunun gönlünde taht kurduğu kainatın muhteşem çocuğu ve Allah’ın halifesi Ol’makta Ol’an İnsanın bir -kaderi- olabilir mi? O Ol’An gönlünde misafir olacak ve insanın bir kaderi olacak …mı?


insanın kaderi

Bir insan ne zaman büyür?

Bir insan olgunlaştığı zaman, kendi başının çaresine bakmaya başladığı zaman İnsan büyümüş olur. Normal aile hayatımızda kendi başımızın çaresine bakabildiğimiz ve ayaklarımızın üstünde durabildiğimiz zaman büyümüş, fiziken büyümüşlüğümüzü gönlümüz ile bağlamış olduğumuz zamanda olgunlaşmış oluruz.

Dünya gezegeninde yaşayan insanlık ailesi ve insanlığın fertleri olarak, gezegenin yüzeyindeki ve içindeki yaşamının”sürdürülebilirliği” ile ilgili başımızın çaresine bakabildiğimiz ve bu birlikte Büyük Yaşamımızı, evrenin hayattar sistemi ile bağlayabildiğimiz zaman olgunlaşmış ve evrenselleşmiş oluruz. Bu nedenle insanın gezegende kendi yaşamını devam ettirebilmesi için kendisine seyrettirilen korku dolu filmlere odaklanmayı bırakıp, korkunun kıskacında yaşamak yerine, kendini ve gezegende nasıl yaşamak istediğine karar vermesi gerekiyor.

Öncelikle kendi beş duyu organını esaretten kurtarması elzemdir. Ardından fiziksel bedeninden başlayarak  içrek bedenlerini korkunun bağımlılıklarından özgürleştirmesi gerekir. Ne gezegenin bir kaderi vardır ne de insanın bir kaderi vardır, yeter ki insan eski “modern masalları” dinleye dinleye kadersizliği kendine kader yapmasın. Allah’ın kendisine lütfettiği zekayı, sevme kapasitesini, cesareti ve özgür iradesinin ifadesi Ol’an bilgeliğini kullanabilsin.

İnsanın her zaman en büyük pişmanlığı yapmadıklarındadır.

Şimdi tam da “eyleme” zamanıdır. Ne ise o eylenen, ki kendisi Ol’sun. Gönlü, eylediklerinden ferah, yürüdüğü için yolu açık olanlardan olmalı. Gönül eyledikçe ferah olacaktır ve yol da yürüdükçe açılacaktır. pişmanlık olmamalı…


Kader DNA’nın neresinde? (1. Bölüm)