Kutlu Bahçe

Her şey anlamını yitirdiğinde, zamanın dansı mekânın sahteliğinden süzüldüğünde, her şeye bir anlam yüklenip her şeyden bir anlam eksiltildiğinde, şaşkınlık tüm alemi çevrelediğinde, tüm sorular aynı yanıta ısrarla yöneldiğinde, zaman durup da ilerlemediğinde, derin bir muhasebeye girildiğinde ve insan tüm bu olan bitenler karşısında “neler oluyor?” dediğinde, “kutlu bahçe” ruhlara yol gösterir.

Her şeyden öteye giden bir yol olduğu sezildiğinde, yollar ayrılıp kaderler bütünleştiğinde ve aldığı zaman insan başını iki eli arasına ve diz çöküp oturduğunda o pis dediği toprağa ve sonra aynı geçmişe dönüp dönüp binlerce defa baktığında, “çıkış nerede?” der! O noktada artık toprak “temiz” ve taşıdığı başı “ağır” olmuştur. Düne ait olan her ne varsa içinde sanki bir akrep gibi sokuyordur.


Niçin kilitlendi ve niçin olduğu noktaya çivi gibi sabitlendi? Arkadan yüzlerce “niçin?” daha geldi. Unuttuğu neydi ya da nelere yönelmeliydi? Eksik olanı acilen bilmeliydi! Çünkü hayat bir bilmeceydi. Bu çetin bilmece bilinebilir miydi? Bilmekte neydi? : “Zihinde duran bir kupkuru anlam” dedi. Böylece başladı deliler yokuşunda ağır ve emin adımlarla yükseliş. Çoğu insana göre o “çoktan kafayı yemiş”. Yemiş olmasına yemişte henüz tam olarak bitirememiş. Ruhundaki sancıdan kurtulabilmek için her deli gömleğini giymeye çoktan azmetmiş. Anlamlar, sorular, varsayımlar! Dikenli bir beyin cehennemi! Sonra birden dedi: “Zindan bu olsa gerek!” Dışımda dört duvar yok ki yıkıp geçeyim. Ben kendi içimde kendime kelepçeliyim!

Zaman ağır ağır ilerliyor. Bazen duruyor, bazen de geri gidiyor! Her zaman olduğu gibi yine mekânın içine gizleniyor. Zaman insanlarla eğleniyor! Büyük oyuncuya oyuncak gerek! Zaman büyük oyuncu! Birden kapı aralanıyor. Kapının diğer tarafındaki insan ağzından kendi kafatasını kusuyor! Kusarak kurtulabileceğini sanıyor. Her sanrısı gibi buda boşa çıkıyor. Sancı ruhta! Ruhundan kurtulabilirse eğer rahata erecek. Kendisi olmamayı becerebildiğinde kendisine gelecek! Kendinden kurtul, kendin ol!


Analar başlangıç ve analar güneş…

Güneşin battığını görüyordu! Batan güneş mi yoksa ben miyim dedi. Hiç koskoca güneş batar mı? Birisi batacaksa eğer ben batmalıyım! Güneşe bu acizliği yakıştırmamalıyım. Dönüp dolaşıp hep kendime bakmalıyım. İçimdeki o güneşi ruhumun sabahında doğurmalıyım. Doğurup ana olmalıyım. Analar başlangıç ve analar güneş. Analar batmaz. Oğullar yanılır dedi.

Ümit bitince telaş gidermiş. İçinde bulunduğu çıkmaz sokağa acaba hangi caddeden gelmiş? Ne yapmış bu adam ve neymiş onun zonklayan başına çare? Çaresizlik tam bir işkence ve zaman geçip te delirdiğini düşündükçe bir şeyler fark etmiş. “Ben ruhu olan bir vücut değil, vücudu olan bir ruhum” demiş. Hayata tam tersinden bakmayı öğrenmiş. Böylece her şeyi ters yüz etmiş. Kutlu bahçe ona sımsıcak gülümseyivermiş!


Yazar: Türker ERCAN  Sayı 60 Eylül 2010


Türker Ercan
Türker Ercan, 1 Haziran 1972 doğumlu. Öğrenciliği hiç bırakmayan bir öğretmen. Uzakdoğu sporları ile uğraştı. Felsefe, psikoloji, parapsikoloji konularında ve mantık alanında uzun yıllar araştırmalar yaptı.