Ölenle ölmeyelim: Ölümü öldürelim!

Hayatınızda en değerli şeyiniz, yaşadığınız sürece kaybetmeyeceğiniz tek şey Kendinizsiniz. Anneniz, babanız, çocuğunuz, eşiniz, sevgiliniz, dostunuz değil. Sizin, bizim, hepimizin hayata geliş amacımız kendimizi gerçekleştirmektir…

ölenle ölmeyelim

Yapayalnız geliriz dünyaya. Hayatımız boyunca yalnızlığımızı giderecek birçok insanla birlikte oluruz. Doğduğumuz günden itibaren hayatımızda olanlar, zaman içerisinde hayatımıza dahil olanlar, sadece uğrayıp gidenler ya da dünyayı terk edenler olur.

Yakın zamanda babasını kaybeden bir arkadaşımın, yaşadığı acının etkisiyle “Hayatımdaki en değerli şey gitti. Duvarım yıkıldı.” deyip hayatını anlamdan yoksunlaştırması düşündürmüştü beni. Gerçi yakını kaybeden insanların yaşadığı kaçınılmaz duygulardan biridir bu his. Fakat bu hissi yıllarca terk edemeyen, sonsuzluğa tahliye olmuş bir insanın ardından, kendini acıya hapseden, gideni her gün öldüren ve onunla her gün ölen insanlar var maalesef.


Oysa ki ölüm, damlanın okyanusuna, parçanın bütününe vuslatı, Mevlana ve gönüldaşlarının düğün günü değil midir? Dünyadaki misyonumuzun bitişi, belki yeni misyonların başlangıç hazırlığı… Yuvaya dönüş… Oyun bitiminde, rolünü yerine getirmenin gururuyla seyirciye verilen son selamdır ölüm…

Artık gideni göremeyecek olmamız, sesini duyamayacak, ona dokunamayacak olmamız onun yok olduğu anlamına mı gelir? 5 duyudan 1 suretten mi ibaretiz? Hem o bizden ayrılıp yaban ellere mi gitmiştir ki akıbeti hakkında endişeleniriz? Ayrılık acısına bir de bunu ekleyip ağlarız da ağlarız. Tanrı bizi Dünyaya gönderirken “ Hadi bakalım ey insanlar, doğru dünyaya, ne haliniz varsa görün ama gözüm üzerinizde bilesiniz. Yaptıklarınız tek tek yazılacak haberiniz ola. Ölünce hesaplaşacağız sizinle, tartıların başında görüşürüz” deyip de dünyaya şutladı da ondan mı ölümden bu kadar korkarız. Ölene de tartıların ayarı bozulsun diye Fatihalar yollarız anlamını bile bilmeden, bilmem kaç sayısından bir eksik olursa tutmaz inancıyla…

Ölenlerin ardından, hayatlarını zoraki alınan ve verilen bir nefese indirgeyen, hayatında bir anlam barındıramayan, gülümsemeyi ölene ihanet sayan, yuvasına gideni yuvasını terk etmekle suçlayan, sınırları sonsuzluğa tercih eden ve ölenle ölen insanlara sesleniyorum;

Hayatınızda en değerli şeyiniz, yaşadığınız sürece kaybetmeyeceğiniz tek şey kendinizsiniz. Anneniz, babanız, çocuğunuz, eşiniz, sevgiliniz, dostunuz değil.


Sizin, bizim, hepimizin hayata geliş amacımız “Kendimizi gerçekleştirmek”tir…

Hayatımızda olan ve hayatımızdan yiten herkes, bize bu hayat amacımızı gerçekleştirmemize yardım etmek için ve aynı zamanda da kendi hayat amaçlarını gerçekleştirmek için hayatımızdalar. Ya da hayatımızdan gittiler. Hatta bazı sevdiklerimizin hayatımızdaki en önemli misyonları yaşamlarından çok ölümleridir.

Hepimiz tek, biricik ve eşsiz birer yaratılış harikasıyız. Parmak izimiz, göz irisimiz, kendimizi gerçekleştirmek için seçtiğimiz yollar, geçmişimiz, potansiyel geleceğimiz hep bize özel. Ve bizim hayata dair en önemli sorumluluğumuz kendimize sahip çıkmak ve ne olursa olsun kendimizden vazgeçmemektir.

Ne yaşarsak yaşayalım, yaşadığımız şeylerin içindeki hediyeleri fark etmeli ve kendimizi gerçekleştirmeye götürecek ipuçlarını okuyabilmeliyiz.

Sonsuzluğu seçen sevdiklerimizi sevgiyle, muhabbetle analım. Gözyaşlarımız hasretimizi hafifletsin. Fakat terk edilmişlik duygusunun gölgesinde, ölümü öfkeye dönüştürüp, hayat amacımızdan, özümüzden, kendimizden uzaklaşmayalım. Çiçeklerin rengini matlaştırmayalım. Çocuk cıvıltılarını duymamazlıktan gelmeyelim. Müzikle yaşam enerjimizi coşturalım. Yaşarken yaşamaktan vazgeçmeyelim.


Ölenle ölmeyelim. Ölümü öldürelim.


Özgül Süsler
Falanca yılın, filanca ayının, bilmem kaçıncı gününde doğmuşum. Kutu kutu pense, yakan top ve misket oynamışım. Komşuların zilini çalıp kaçmışım. Balkondan sarkan komşu teyze “kimdi o? “ diye sorunca, “Bilmem” demişim...