Hayatımızda erteleyemediğimiz iki şey var biri doğumumuz diğeri ise ölümümüz. Arasında geçen ömür denen süreçte her bir eylem ertelenmişlikle ödüllendiriliyor.
Hayatı zorlaştırmanın temelinde ‘erteleme’ var…
İlk olarak oyun oynarken ertelemeyi öğreniyor insan. O mutluluğu bırakıp kim diyecek anne sıkıştım diye oyuna devam edip gerekli işlemleri içeride hallederek oyuna devam ediyor ve en büyük erteleme eylemini gerçekleştiriyor. Ertelemeler bir şekilde hayatımıza girmeye başladıktan sonra hayatın içindeki yüklerimiz de artmaya başlıyor. Adına tembellik desek de aslına bakarsanız olay ertelemenin yansımalarından başka bir şey olmuyor.
Başlangıç ertelemelerimizden biri de ödevlerimiz. Ertelediğimiz ödevlerimizi hele özellikle resim ve iş teknik ödevlerini son güne bırakıp üstüne bir de ağlamamız olayın tuzu biberi oluyor. Tüm aile bir anda ödevi yetiştirmek için seferber olup gerekli malzeme tedariğine gidiyor hele bir de gece ise yenilen zılgıtında haddi hesabı olmuyor. Ödev bir ekip çalışması ile hazırlanıp sabah okula götürüldüğünde derin bir nefes alınıyor fakat burada tüm ailenin gözünden kaçan şey çocuğunda olan bu erteleme durumunu son gün destekleyerek bunu teşvik etmeleri oluyor.
Ertelemeler büyür mü?
Büyüyor. Çocukken oyun için ertelediği temel ihtiyaçlarını biraz büyüyünce daha büyük boyutta yapmaya başlıyor ve yemek yemeyi, temel ihtiyaçlarını gidermeyi, uykuyu, uyanmayı her şeyi ertelemeye başlıyor ve henüz ergenliğe adım atmamış bireyler olarak büyüme yolunda ertelemelerimiz ile ilerliyoruz.
Ertelediğimiz eylemlerimiz ilk bakışta sağlığımızı etkileyecek şeyler oluyor, yemek yemeyi ertelemek, su içmeyi ertelemek, uyumayı ertelemek, ihtiyaç gidermeyi ertelemek derken fiziki ertelemeler ile düşünsel ve ruhsal ertelemelerin ilk adımlarını atmaya başlıyoruz.
Bugün insanlığın en büyük sorunlarından biri haline gelen ertelemek, atalet, eylemsizlik ve harekete geçememe konularında yüzlerce kitap, binlerce makale yazılıyor ve sonuç tabi ki ilk okuduğumuz anda heyecanlanıp atağa geçmeye meyillenip sonrasında çıkan engellerle eski eylemsizliğe ve erteleme durumlarına geri dönmek zorun kalıyoruz.
Düşünsel ertelemeler genelde sağlık gibi kendi hayatımızı ilgilendiren konularda oluyor, çocuklarımızla, eşimizle, sevgilimizle, dost ve arkadaşlarımızla yaşadığımız ilişkilerde karşılaştığımız ve bizi rahatsız eden sorunları olay anında çözmektense erteleme yoluna giderek onu büyütüyor ve içinden çıkılmaz bir hale getiriyoruz. Bir cümle ile çözebileceğimiz sorunlarımızı ertelemeler ile büyük kavgalara çeviriyor ve büyük kalp kırıklıkları yaşıyoruz. Hayatı zorlaştırmanın temelinde yer alan bir kelime derseniz aklıma ilk “erteleme” gelir.
Ertelenmiş evlilik kararları, ertelenmiş çocuk istekleri, kariyer yapmak için ertelenen düşler, düşleri beklerken ertelediğimiz yaşanmışlıklar derken erteleme kasesinin içi kocaman yaşanmamışlıklar ve pişmanlıklar ile dolmaya başlıyor. Yeni evli çiftler; ev, araba, sosyal statü ve hayatı biraz daha yaşayalım şeklinde yaptıkları planda erteledikleri çocuk isteğine sonradan ulaşmak istediklerinde çok zorlu koşullar ile karşılaşıyorlar ve genelde sonuç istedikleri kadar kolay olmuyor ve içten içe sıkıntılı bir döneme dönüyorlar. Burada sen istemedin ben istedim, kariyer ne işe yarayacak, parayı ne yapacağız şeklinde tartışmalar ile ertelemelerin toplamının oluşturduğu eşitlikte birbirlerini mutsuz edici tartışmalara giriyorlar. Tabi olay sadece çocuk yapmak değil, kariyer yapmak için yapılmış olan ertelemelerde bu tarz etki bırakıyor insan hayatında.
Hayatın başlangıcı dendiğinde, hayata atılmak için çıkılan yol ve okul yılları geliyor insanın önüne. Sınavları kazanmak, istediği bölüme gitmek, sınıfı geçmek, daha ileriye gitmek derken ortada farkında olunmayan bir yaşanmışlığı erteleme durumu gerçekleşiyor ve bu durum kendini terk etmek şeklinde bir kimliğe bürünüp sürekli mutsuz kalma durumunu tetikliyor. Israrla ertelemeye devam ediyoruz.
Su içmeyi erteleyebilir mi bir insan? Erteliyor.
Yemek yemeyi ertelemeyi başarabiliyor mu? Başarıyor.
Sevmeyi erteleyebiliyor mu? Hem de nasıl.
Aşkı erteleyebiliyor mu? Kesinlikle evet.
İşin en zor olanı, yaşamı erteleyebiliyor mu?
İşte en başarılı olduğu yer burası insanoğlunun yaşamı ve yaşamayı ertelemek. Sonrasında, elinde kalan keşkelerin bol kepçe dağıtıldığı, öykünmeler ile bezenmiş, ah o yılların kesişim kümesi oluyor hayatımız.
Ertelemenin satır aralarından biride bağımlılıklarımız. Evet bağımlılıklar ile kötü alışkanlıklardan kurtulmayı ve çarelerini de erteliyoruz, sigarayı bırakmayı pazartesi gününe bırakmak, rejime aybaşında başlamak, spor yapmaya cumartesi başlamak, arabanın bakımını maaş alınca yapmak, evdeki musluğu bir ara onarmak, kırılan camı hafta sonuna bırakmak böyle bakınca uzayıp gidiyor liste ne çok iş var değil mi? Hepsi de ertelenmeli ki yapacak işimiz kalsın yarına yoksa bugün yapınca yarını nasıl doldururuz, alimallah ya yapacak iş bulamazsak yarın çok mutsuz olacağız değil mi?
Harekete geçmenin güzelliği…
Hayatımızda erteleyemediğimiz iki şey var, biri doğumumuz diğeri ise ölümümüz. Arasında geçen ömür denen süreçte bir çok eylem ertelenmişlikle ödüllendiriliyor. İflaslarımız, kayıplarımız, acılarımız, sevinçlerimiz, duygularımız ve sevmelerimiz, ertelenmişliklerimizden en büyük payı alanlar oluyor. Düşünsenize arabanızın lastiği kullanılmaz hale geliyor siz erteleyerek büyük kazalara imkan veriyorsunuz ve adına kader diyorsunuz.
Ertelemek en büyük eylemsizliktir ve tüm büyük eylemsizliklerde ömrümüzden bir çok şeyi eksilten sonuçlar çıkartan ve kader dediğimiz sonuçlardır. Bu kadar ertelemeden bahsedip durduk bu satırlara sığmayan o kadar çok erteleme huylarımız var ki hangi birini yazsak diğeri mutlaka eksik kalacak bu yüzden nasıl harekete geçip erteleme ve eylemsizlik halinden çıkacağımızı düşünüp dile getirelim. Bir sonraki yazımız harekete geçmek ve ertelemeler yüzünden kaybettiğimiz hayatımıza kazançlar eklemek için taktikler bulmak üzerine üzerine olsun…
Yaşasın harekete geçmenin güzelliği…