Herkes aynı turuncuya bakıyordu, rengini sordum turuncunun. Kimisi güneş dedi, birisi portakal, öteki Buda, biri de mandalina… Birisinin en sevdiği renkmiş, birisi hiç hazzetmezmiş, birisi annesinin entarisini hatırladı, birisi Akdeniz’i… Parmak izlerimizdeki o anlaşılmayacak kadar küçük farklılıklar gibi küçük nüanslar da olsa, kimse turuncuya aynı yönden bile bakmıyordu.
Her insan farklı görür, farklı bakar, farklı algılar. Kimi daha koyu, kimi daha açık, kimi sevimli, kimi nemrut, kimi hoyrat, kimi cesur…
Dünya üzerindeki şimdiye kadar var olmuş, var olan ve olacak insan sayısı ile eş değerdir ‘algı’ sayısı. Algı; dış çevreden duyumsadığımız nesne, düşünce, görüntü, ses vb. her şeyin süzgeçten geçerek kişide yarattığı düşünce ve etkisi olarak tanımlanabilir.
Parmak izlerimiz kadar farklı, kar taneleri kadar benzersizdir algılama biçimlerimiz.
Algıyı etkileyen milyonlarca parametre sayılabilir. İçinde bulunduğumuz toplum, yetiştiğimiz çevre, kültürel ögeler, aile yapımız, psikolojimiz, sosyo-kültürel yapı, ekonomik durumumuz, eğitimimiz, ilişkilerimiz ve bunun gibi bir çok etken herkesin olayları birbirinden farklı biçimlerde algılamasına sebep olur.
Senin gökyüzün ne kadar mavi, senin gök kuşağın ne kadar renkli, senin yolun ne kadar uzun, senin çiçeğin ne kadar solgun? Her insan farklı görür, farklı bakar, farklı algılar. Kimi daha koyu, kimi daha açık, kimi sevimli, kimi nemrut, kimi hoyrat, kimi cesur…
Hiçbir rengin bu kadar tonu yoktur. Algılarımız geçmişten bugüne, dünden yarına, akşamdan sabaha bile değişebilir. Algı o kadar kaygan bir kavramdır ki havanın 19.00’da kararmasını düşünelim.
Şayet yaz mevsiminden kışa geçiyorsak, havanın erken karardığını, kış mevsiminden yaza geçiyorsak, havanın geç kararmaya başladığını düşünüyoruz. Aynı duruma karşı günün gerektirdiği koşullara adapte olunduğu için farklı tepkiler veriyoruz.
Bir tablo kimimizi heyecanlandırırken, kimimiz de herhangi bir duygu kıpırtısı oluşturmuyor. Bir şarkı karşısında kimimiz hüzünlenirken, kimimiz sıkılabiliyoruz. Aldıklarımız, yukarıda saydığımız parametrelerin etkisinde renkten renge bürünüyor, değişiyor.
Algıladığımız kadar görür, duyar, koklar, dokunur ve hissederiz.
Duyumsadıklarımızı yorumlamaktır algılamak. Görür, duyar, koklar, dokunur, hisseder ve yorum yaparız. Algıladığımız kadar görür, duyar, koklar, dokunur ve hissederiz. Algımızın yönü, şiddeti, yarattığı duygu hayat akışımızı tayin eder. Pozitif algı pozitif yorumlamanın elini tutmuş, gelmiş benliğimizin içine oturmuştur. Olumsuz algı ise olumsuz yorumlamayı tekme tokat benliğimize iteklemiştir.
Dıştan gelen uyarılar ile karşılaşır, uyarıları süzer, elekten geçirir, deneyimlerimize göre evirir çevirir ve notunu veririz. Uyarıyı sevebilir, uyarıdan nefret edebilir, uyarı ile ilgilenmeyebilir, uyarıdan korkabilir ve bunun gibi bir çok tepki ile uyarıya cevap verebiliriz. Uyarıdan aldıklarımız, dışarıya uyarı karşısındaki tepkimiz olarak yansımaktadır.
Herkes aynı turuncuya bakıyordu, rengini sordum turuncunun. Kimisi güneş dedi, birisi portakal, öteki Budha, biri de mandalina. Birisinin en sevdiği renkmiş, birisi hiç hazzetmezmiş, birisi annesinin entarisini hatırladı, birisi Akdeniz’i…
Parmak izlerimizdeki o anlaşılmayacak kadar küçük farklılıklar gibi küçük nüans farklılıkları da olsa, kimse turuncuya aynı yönden bile bakmıyordu. Aynı göze sahip değillerdi, aynı beyin yoktu kafataslarının içinde. Turuncu bin bir renge büründü o anda. Peki söyleyin, sizin turuncunuz ne renk?