Zamanı ölçerek akıtan biziz, aslında o hiçbir yere gitmez. Zaman, aslında sonsuz sayıda ‘Şimdi’den oluşan bir kontinyum.
Kontinyum; Art arda gelen elemanların birbirinden bariz şekilde farklı olmadığı, ancak aşırı uçlardaki elemanların birbirinden çok farklı olduğu sıralı dizi demek.
Bu tanıma bakıp işin içinden çıkabilmek zor. Yine de onunla uğraşmamak mümkün değil. Felsefecilerin olduğu kadar fizikçilerin de en büyük çözülmezidir zaman…
Zamanın tıpkı ışık gibi bükülebileceği kabul görür fizikçiler arasında. İleriye doğru ilerleyen zaman gibi, geriye doğru ilerleyen zaman kavramının da mümkün olduğu teorik olarak kabul edilmiştir. Fakat zihin algısında zamanın yönü hep ileriye olduğundan, pratikte geriye yolculuğun imkansız olduğu düşünülür. Ve zaman yolculuğu üzerine tartışmalar bitmek bilmez.
Zamanın ışık hızıyla direk bağlantılı olduğu anlaşıldığından beri, zaman bilinmezinin büyüsü de artmıştır. Teorilere göre, ışık hızına yaklaşıldığında zaman yavaş akar ve ışık hızında tamamen durur. Işık hızından sonra ise tersine akar.
Tersine akan zamanın bizim için neyi ifade ettiğini algılayabilmemiz çok zor. Çünkü beynimiz bunun içinden çıkabilecek yapıya sahip değil. Ya da uyanık olma bilincimiz ile bunu anlayabilmek mümkün değil. Uyanık ya da uyuyan bilinç birbiriyle aynı zaman algısına sahip değil. Bunun birinci kanıtı da rüyalardır. Zira rüyada akan zaman ile uyanık iken akan zaman birbiriyle aynı değildir.
Zaman bizim için ileriye doğru giderken sürekli aynı hızda mı akıyor?
Sanırım bunu irdelemek mümkün. Yıllar önce yaşadığım bir deneyimi hiç unutmam. Kardeşimin kullandığı araçla Hereke yolunda bir kaza atlatmıştık. Tam önümüzde bir araç yağmur nedeniyle kaydı ve onun arkasında giden çift konteynerli Tır fren yapmak zorunda kaldı.
Fren yapınca savruldu ve devrilmeye başladı. Biz de onun tam arkasındaydık. Arka konteyner bizim aracın üzerine ve benim tarafıma doğru devrilmeye başladı. Aracımızın camı ile konteynerin arasında 10 cm’lik bir mesafe kala biz sola kırarak kurtardık. Sol taraf çok dar ve bariyerlerin ardı uçurumdu. Aradaki mesafe yeterli olmasa ve geçemesek aşağıya uçacaktık. Normal algıyla birkaç saniyelik bir zaman alacak olan bu olay sırasında ben refleks olarak nefesimi tutmuşum.
Kardeşim, biz tehlikeyi atlattıktan sonra; abla tek bir nefes alıp, bir ses çıkarsaydın biz uçmuştuk, dedi. Ve arka koltukta henüz bir yaşına yeni giren oğlum vardı. Bu olayın içerisinde yaşarken gözümün önünden geçen kareler, tıpkı bir filmin ağır çekimi gibi yavaştı.
Zihnim, her bir karenin fotoğrafını çekti adeta ve hala hatırlarken ağır çekim seyrederim o olayı. O birkaç saniyenin uzunluğunu hiç unutmam ve zamanın anlık karelerini tek tek ve kopuk olarak hatırlarım.
Birkaç kez yaşadığım ölüme yakın deneyimlerde de zamanın akış hızının sabit olmadığını defalarca deneyimledim. Zamanın ölçüsünün algıya bağlı olduğunu yıllar sonra öğrendiğimde de şaşırmadım.
Zamanı geriye doğru yaşamayı şimdiye kadar deneyimlemesem de, ileriye doğru gidişte hızının kontrol edilebileceğini ise nefes teknikleri, içsel sessizlik çalışmaları ve rüya çalışmaları ile bilinçli olarak deneyimledim.
Zamanın hızını değiştirmek için yapılan bu bireysel çalışmalar, kolektif bilincin bağlı olduğu zaman akışını değiştirmeden zamanın üzerinde adeta bir cep açarak, kendi zamanının hızını belirleme deneyimleridir.
Bütün deneyimlerim ve araştırmalarım sonucunda, beyinde zamanı ölçen bölgenin beynin sol yan dediğimiz tarafı olduğunu düşünüyorum. Beyindeki ayna nöronların birbiri ile bir network kurarak ortak bir zaman algısı yarattığını ve tüm dünyanın ortak bilincinin bu zaman algısına bağlı olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Uyanık iken hepimiz bu ortak bilince bağlı olarak yaşıyoruz. Uykuda iken veya bir takım teknikler kullanarak kendimize farklı bir zaman akışı oluşturabilme şansımız var. Çünkü beynimizin sağ yanının ve karındaki ikinci beyinin bütünsel zamanı algılama yeteneği var.
Bu yetenek, aslında belki de birçok kişinin deneyimlediği ama mucize gibi görülen olaylarda kendini gösteren bir gerçektir. Deneyim yaşandıktan sonra da tekrar ortak zamana bağlanan bireyler, yaşadıkları deneyimleri bir köşeye kaldırıp koyarlar. Tekrar zamanın zincirine bağlanır, o akışa tutuklanırlar.
Zamanın içinde cep açma kavramını, düz bir çizginin üzerinde geriye doğru kıvrılıp tekrar çizgiye bağlanan dairesel hareketler olarak düşünebiliriz. Düz zaman çizgisinin üzerinde sürekli böyle daireler çizerek yaşamak mümkün mü? Bu mümkünse yaşam ve beden, ortak zamandan ayrıştırılarak korunabilir mi?
Doğu felsefelerinden bize akıp gelen nefes teknikleri ve meditasyonların genç ve sağlıklı kalma konusunda tavsiye edildiğini duymuşsunuzdur. Her gün mutlaka meditasyon yapmanın önerilme nedeni, zihni ortak zamanın ve bilincin algısından koparmaktır. Neden ortak bilinçten koptuğumuzda genç kalıyoruz? Bence cevabı açık; ortak zamandan koparak kendimize bir zaman cebi açtığımız için…
Zamandan kopmak, zamanı yavaşlatmak ya da zamanın üstünde sıçrama yapmak mümkün müdür? Bence mümkün… Zamanın üzerinde ileriye ve geriye doğru bilinç sıçramaları yaptığım birden çok olay yaşadım. Bu olaylarda yaşadıklarımı anlatmak için hayat hikayemi paylaşmam gerekir ki, uzun gelebilir bir makale için.
Bu olaylar kendiliğinden gelişen durumlardı ve yıllara yayılan bir süreç içeriyor. Dünyada kendimi hatırladığım ilk andan itibaren gizemli bir büyü gibi beni çeken zaman bilinmezi ile uğraşım hiç bitmedi. Ve zamanı eğebilecek bazı olayları isteyerek de gerçekleştirmenin mümkün olduğunu gördüm. Bir süredir bunun uygulamalarını yapıyor olduğumu söylersem şaşırmayın lütfen…
Zamanı eğmek ya da zamanda cepler açmak için, bireysel olarak uyguladığım yöntemler neler?
* Tüm duvarlarımdan ve kolumdan saati çıkarıp attım, sadece gerektiğinde o an için bakıp, sonrasında o bilgiyi zihnimden siliyorum.
* Takvime zorunlu olmadıkça bakmıyorum ve kullanmıyorum.
* Sabahları uyandığımda ve gece yatarken hangi günde olduğumu asla düşünmüyorum.
* Hangi yılda olduğuma odaklanmıyorum. Bütün yılların benim için aynı daire içinde olduğunu düşünüyorum. Bu dairelerin hepsinin ard arda değil, üst üste olduğunu kabul ediyorum.
* Hangi yıl, hangi saat ve günde olduğum bilgisine ihtiyaç olduğunda takvime bakarak değil, zihnimde olayların dizilimini hatırlayarak zaman bilgisine ulaşıyorum. Bu dizilim düz bir çizgiden değil, dairesel bir çizgiden oluşuyor.
* Her gece uykuya geçmeden önce bana ait çok özel bir nefes tekniği uygulaması yapıyorum. Bu teknik sırasında zamanın içinde upuzun koridorlar yaratmak ve dünya zamanı ile çok kısa anları upuzun yaşamak mümkün oluyor.
* Rüyada iken bilincimi yakaladığımda, oradaki zaman ile ortak dünya zamanı algısını birleştiriyorum ve dünya zamanımı rüyanın içine vakumlayıp çekiyorum. Yani iki ayrı zaman bilinci ile rüyaya devam ediyorum. Buna bilinci ikiye ayırabilmek diyebilirsiniz.
* Uykuya dalmadan önce ve uyanırken yaşanan geçiş platformunda (ben ona UOP adını verdim) iken bilincimi bir ileriye bir geriye taşıyarak, zaman algımla oynuyorum. Özellikle uykudan alarmsız uyanma şansına sahip olabildiğim zamanlarda çok büyük keyifle yaptığım, en sevdiğim çalışmadır.
Kısacası zaman benim en gizemli oyuncağım, zaman algımla oynamayı seviyorum ve özel nefes tekniği kullanarak, zihnin içindeki eski zamanlara bilinç yolculuğu yaptırabilir hale geldim.
Bu yolculuk sadece ömür denilen süre içinde değil, gerekirse tüm zamanların içinde olabiliyor. Yani DEHR’in içinde bir HÎN açmanın mümkün olduğunu söylüyorum. Dehr ve Hîn kelimelerinin ne olduğunu araştırıp öğrenmeyi size bıraksam, umarım bana çok kızmazsınız:)
Sıra dışı bir paylaşım oldu ama zaman algısıyla oynamanın benim için ne demek olduğunu hala da anlatamadığım kesin…
Ömrünüzün tüm anları sizin erkinizde olsun…