Yunus Emre’ye adını sorsalar “Ben bilmem” diyecek kıvama gelmesi. Kontrolün bilinçli olarak terk edilmesi ve teslimiyetin bu denlisi…
Yunus gibi “Bilmem” zikreder oldum. Gece gündüz “ben bilmem” diyorum. Bilinç halinden çıkıp, dereden süzülüp ummana karışmanın yolunu böyle bulmuş Yunus. Yıllarca konuşmadan odun taşımak ve “Allah” zikrinden önce uzunca bir süre “Ben bilmem” zikrini sindirmek. Öyle ki adını sorsalar “Ben bilmem” diyecek kıvama gelmek. Kontrolün bilinçli olarak terk edilmesi ve teslimiyetin bu denlisi ne kadar ürkütücü değil mi?
Çünkü hayatımız doğduğumuz andan itibaren bilmek, öğrenmek eylemleri üzerine kurulmuş. Bilmediğimiz şeylerden ürkeriz. Hayatımızda kontrolü yitirdiğimiz anda bocalarız. Bilmek isteriz. Daha çok bilmek. Bildiklerimiz somut şeylerse tamam. Ama bilgi maddeden sıyrılıp mana alemine kayarsa, işte asıl yanılgımız orada başlar.
Dervişler, erenler, peygamberler neler yapmış, neler demiş okuruz ve biliriz. İnsan psikolojisini, evrensel çekim yasasını okuruz, sınarız, biliriz. Bir Kamil insan varmış DNA larımızda hissederiz, biliriz. Ama kozasından çıkmak isteyen tırtıl gibi Bilgi anlam bulup, idrake dönüşmek isterse, ilahi sistemin idrak sınıfına kaydımız yapılmış demektir.
Bildiğimizi sandığımız şeyleri gerçekten idrak etme macerası hayal kırıklıklarına gebedir her zaman. Tam “Oluyorum galiba” dediğimiz bir anda ters yöne gerilmiş sapanın ucundaki taş gibi başladığımız yere fırlatıverir bizi hayat.
Gerçek idrak bilgisinin yolu bildiklerimizi unutup, hiç bir şey bilmediğimizi fark etmekten geçiyor. Tüm mistik öğretilerin ve tasavvuf öğretisinin söylediği gibi “zihni susturmak ” gerekiyor. Zihni konuşturan ego dur, egonun da en güçlü silahı bildiğini sanmaktır. Bilgi zihne geldiğinde hamdır. Sabırla işlenmelidir, sukutla saklanmalıdır ki sihri bozulmasın, idrak kapılarına erişsin. İlkel bir hayatta külçe altın bulsak ne işimize yarar ki? Her bilgi değerlidir. İşlenmeli, değerlenmeli, tecrübe edilmelidir ki hayatımızdaki anlamını bulsun ve hayatımıza anlam katsın.
Bilmediğimizi bilmekten yani bilmekle idrak etmenin farkını kavradıktan sonra ikinci köşe başı sabırdan geçer. Ve sukut döndürür sonraki köşeyi.
Yunus Emre
“Bildim. Buldum ey insanlar siz de görün” dedirten heyecan, hayal kırıklıklarına yelken açtırır bize. Herkesin yolu kendine azizim. Elbette bilen bilmeyene yol gösterecek. Ama bilen önce bildiğini idrak edecek ki bilmeyen bilenin idrak ışığını fark edecek.
Öğrenmeye yeltenecek. Yunus’dan açtık madem Yunus’dan örnek verelim. Yunus Emre dergahtaki 2. yılında o güzelim şiirleri yazamaz mıydı? Neden o kadar yıl? Neden hiç konuşmadan sukut ile? Ve neden dergahtan ayrılıp, pişmanlık ateşinde yanarak, af dileyerek döndükten nice sonra?
Bilgi, hissediş, evrensel sistemi fark ediş kimi heyecanlandırmaz ki?
Ve kim sevdiklerine de o gördüğü manzarayı göstermek istemez. Bu bilişler ve hisler yaradanın bize hediye ettiği meyveler diyelim. Kucağımıza konuverdi birden bire., Heyecanlandık. Birkaç tanesini yedik. Ama o kadar başkasına da gösterme ve anlatma telaşına düştük ki, ağzımız laf yaparken meyvenin çekirdeklerini fırlatıp atıverdik düşünmeden.
Birkaç tanesini de ikna etmek için sevdiklerimize yedirdik. Bir güzel yediler ve “Bildiğin meyve işte ne var bunda” deyiverdiler. Sonra bir baktık ki elde meyve falan kalmadı. Onu bize lütfedenden şüpheye düştük. Bilgi idrak edilmeden inkara dönüştü.ü
Oysa ki lütfu şükürle kabul edip meyvelerin her gün birini yeseydik.
Çekirdeklerini atmayıp ruh toprağımıza ekseydik. Özenle sulasaydık. Sevgiyle büyütseydik. Sükut etseydik. Bahçemizi gösterme çabasına girmeseydik. Hatta sakınsaydık kem gözlerden. Sükut sabırı, sabır sükutu izleseydi. Filiz olsaydı. Ağaç olsaydı. Meyve verseydi. Bahçemizi merak edenler gelip kendileri dallarından koparıp yeselerdi istedikleri kadar. Ve çekirdeklerini tohumluk yapsalardı bahçelerine. İşte o zaman bilgi, şükre, idrake, huzura dönüşür ve kıymetli olurdu.
Yunus sükutla, sabırla odun taşıdı, zikir çalıştı, idrak diledi. Ve onun meyveleri de eserleriydi. Yüz yıllardır insanoğlu onun meyvelerinden tohumluk nasiplenip, idrak denizine yelken açıyor.
Eveeet bildiklerimi anlattım. Yani bildiğimi sandıklarımı. Ama bildiğim yanılgısıyla hayatta tökezleyip, hayal kırıklıkları yaşaya yaşaya, düşe kalka, yanıla yıkıla bilgiyi idrake dönüştürme çabasındayım.
Bilmediğimi bilerek başladım işe.
Gerçek bilginin idrakimle kucaklaşacağı ana hasretle…