Nefret Suçu: Trans Yaşamlarına Saygısızlık ve Trans Cinayetleri

Başta kadına karşı şiddet ve cinayet olmak üzere birçok konuyu tartışırken görmezden gelinen, yok sayılan devasa bir nefret suçu sorunumuz olduğunu unutuyoruz: Trans yaşamlarına saygısızlık ve Trans cinayetleri…

trans cinayetleri

Türkiye’nin, trans nefret cinayetlerinde 47 Avrupa Konseyi üyesi ülke arasında ilk sırada olduğunu bilmek , dünyada ise yedinci sıraya yerleşmek bu nefret sorununun en bariz örneği.

Yıllardır etnik kimlik, dinsel kimlik üzerinden siyaset yapmayı alışkanlık haline getiren ülkemiz çeşit çeşit açılımlar yaparken, konu cinsel kimlik olunca en zehirli dili kullanıyor ve en sert tavrı gösterebiliyor nedense. Hatta televizyon ekranlarımız da, ünlü bir sunucunun Londra ve Paris şehirlerini örnek göstererek, “Bizim ne zaman gay belediye başkanımız olacak?” sorusu karşısında “Tabii bizim kendimize göre bir yaşam tarzımız, örfümüz, geleneklerimiz var. Oralar çok daha farklı bir noktada… İnşallah bizim Türkiye’de gay belediye başkanı olmayacak ve olmamalı” yanıtını veren siyasetçilerimizin ayrımcılığına sahne olabiliyor.


“Herkes kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.”

Bilinmeli ki hor gören bakış, sadece siyasetle sınırlı kalmıyor. Yediden yetmişe birçok kesim, toplumda beyinlerde kalıplaşmış kadın-erkek olgusu arasında kalmış, cinsel kimliğini bulmak üzere birçok sorunla uğraşan, bakıldığında bizlerden hiçbir farkı olmayan bu insanları, sırf dış görünüşleri sebebiyle ötekileştirmekten geriye kalmıyor.


Bu yazımda cinsel eğilimlerin sebeplerini inceleme dışında, cinsel tercihlerin bir hastalık mı yoksa seçim mi olduğu komedyasının dışında var olan bir soruna değinmek istedim sadece. Vurgulamak istediğim anayasada “Herkes kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.” maddesi yer alırken, trans olarak cinsel kimlik mücadelesi veren bu insanların karşılaştığı acı ölümlerin yaşama ve güvenlik hakkıyla ne kadar sağlandığı gerçeğini göz önüne sergilemek aslında.

2012 yılında öldürülen altı, henüz 2013 yılının ilk çeyreğinde dört trans vatandaşımızın hunharca hayatlarına son verilmesi haberi, yıllardır basında  tartışma konusu olan “transseksüel; kendisini karşı cinse ait hisseden, karşı cinse benzeme isteği duyan veya kendisini karşı cinsten biriymiş gibi hisseden kişilere verilen addır” tanımından yahut bu cinsel kimlik arayışının “Hem erkek  hem de kadın için geçerlidir. Yani kişi erkek olduğu halde kadın olmayı isteyebilir, kadın olduğu halde erkek olmayı isteyebilir. Ancak transseksüel, daha çok ruhsal eğilimler için belirleyici bir kelimedir” laflarından daha fazla niçin dillendirilmez ve bu insanlar bir bir öldürülürken ulusal basın ve kanallar niçin sessiz kalır sorusuydu içimi kemiren..


Okullarda çocuklarının öğretmeninin bir trans olması düşüncesine bile tahammül edemeyen, çalıştırdığı işyerinde işçisi olarak çalıştırmaktan utanan, sosyal yaşamında dost ve çevresini trans kimlikten arındırmış bizler, onlara hayatın hiçbir kolunda yer vermeyip, geçimini sadece fuhuş yaparak sağlamasına göz yumarak  aslında bu kişilere karşı nefret suçu işlemiyor muyuz?  Ne dersiniz?